Suriye, aklınızdan geçmesin!
Aynı tarihi, coğrafyayı, inancı, kültürü hatta kaderi paylaşmış olan Suriye ve Türkiye, her şart altında dost kalmak zorundadır. Bunun nedeni her iki ülkenin geçmişlerinin olduğu gibi geleceklerinin de birbirlerine bağlı olmasıdır. Her iki ülkenin insanlarının büyük ölçüde birbirlerinin akrabası olmalarıdır. Bu nedenle Türkiye ile Suriye’nin soğuk savaş yıllarındaki ilişkilere geri dönmesini hiçbir gerekçe haklı göstermez.
Suriye’ye yönelik olarak ABD’nin “Büyük Orta Doğu” ya da İsrail’in “güvenlik” ihtiyacı dolaysıyla yürüttüğü propaganda makinesinin etkisinde kalarak değerlendirmek cinayet olur. Türkiye, hiçbir şart altında İsrail’in el altından yürüttüğü uluslararası müdahale (BM), ambargo ya da diğer senaryolarda görev alma bir yana bunların uygulanmasına izin veremez.
Suriye’de Esad’ın Baas rejimi, insan kanından beslenerek ayakta kalmaya çalışıyor. Kışkırtılmış, yönlendirilmiş, örgütlenmiş, silahlandırılmış -adını ne koyarsak koyalım- muhaliflere karşı Suriye rejiminin müdahale biçimi, insani hatta ahlaki değildir. Göstericilere karşı girişilen aşırı ve yersiz şiddet hiçbir biçimde makul değildir. Halka yönelik olarak yürütülen gözdağı ve sindirme operasyonları da kabul edilir değildir. Kısacası Suriye’de kan gövdeyi götürüyor ve giderek ülke kanlı bir mezhep çatışmasının içine doğru yuvarlanıyor.
Her ne kadar sınırı geçerek Türkiye’ye sığınan Suriyelilerden, olan biten hakkında bir ölçüde bilgi aksa da gerçekte Suriye’de ne yaşandığı çok da belirgin değildir. Suriye’den gelen haberlerin çoğunun CIA ve MOSSAD’ın propaganda makinesinin imalatı olması ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir.
Ayrıca elimizde bir zamanlar “Irak’ta (biyolojik, kimyasal hatta nükleer) kitle imha silahları var ve bunlar insanlığı tehdit ediyor” diye tamamen yalana dayanan kara bir propaganda tecrübesi vardır. O zaman ABD ve İsrail tarafından “insanlık düşmanı, canavar Saddam” imajı yaygınlaştırılmış ve ardından kamuoyu yeterince ikna edildikten sonra Irak’a müdahale edilmişti. Suriye’de yaşananları CIA ve MOSSAD’ın penceresinden görmemek gerekir. Olana bitene ihtiyatlı bir biçimde yaklaşmak şarttır.
Başbakan Erdoğan’ın “Suriye olayları bizim iç işimizdir”, “sabrın son anlarına geldik” türünden yaklaşımı son derece tehlikeli ve tahrik edicidir. Nitekim Başbakan Erdoğan, “Dışişleri Bakanı’mı Suriye’ye gönderiyorum. Görüşmelerde mesajlarımız artık kendilerine kararlı bir şekilde iletilecektir. Bundan sonraki süreç verilecek cevaba ve uygulamaya göre şekillenecek” demektedir.
Suriye tarafı ise, “Eğer Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’ye kati bir mesaj vermek için gelecekse, silahlı grupların sivillere, askerlere ve polislere karşı gerçekleştirdiği cinayetleri ve suçları kınamayan Türkiye’nin tutumu hakkında daha kararlı bir cevap duyacaktır” diyor.
Dikkat çekici bir başka nokta da Davutoğlu’nun Şam’a gitmeden önce Başbakan Erdoğan ve ekibinin ABD Başkanı, Dışişleri Bakanı ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi ile konuyla ilgili olarak yaptığı yoğun görüşmelerdir. Bundan birkaç gün önce Clinton, Türkiye ile Suriye arasında ‘sınır çatışması’ tehlikesinden söz etmiş ve “Bölgede çatışmanın tırmandığını görüyor olacağız” ifadesini kullanmıştı. Kısacası Türkiye, ABD’nin tahrikiyle tehlikeli bir oyuna sürükleniyor. Başbakan Erdoğan, tamı tamına ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nin eş başkanı gibi hareket ediyor. Halbuki Irak’a müdahale ile ABD, Barzani ve PKK’yı koruma altına almıştı. Suriye’ye müdahalenin Türkiye yönünden Irak’a müdahaleden de öteye sonuçları olacağı açıktır.
Buradan bir kez daha ikaz ediyoruz. Suriye, Türkiye’nin iç işi değildir. Suriye’ye müdahale bölgemizde Türkiye’nin değil, ABD ve İsrail’in etkisini daha da artırır. Böyle bir müdahale Türkiye’deki terör ve bölücülüğü daha da kontrolden çıkartacaktır. Kandil’i tehdit ve müdahaleyi aklından geçirmeyen iktidarın, Suriye’yi kafasına takması anlaşılır değildir. Kısacası Suriye’ye bir müdahale Türkiye için felaket olur. İktidarın, böyle bir şeyi aklından bile geçirmemesi gerekir.