Suçun mantığı değişti de bizim mi haberimiz yok!

Ulus ve üniter devlet yapısını bölmenin, sokak aralarında taşlı sopalı molotoflu eylem yapmanın, etrafı yakıp yıkmanın, çevreye zarar vermenin, terör örgütünü desteklemenin, yardım ve yataklık etmenin yasalarda yeri yok mu!

Türkiye, normalden o kadar uzaklaştırıldı ki, şu an normale dönmek için de en küçük bir ışık görünmüyor.
Ülkede her şey alt üst olmuş, her şeyin çivisi çıkmış, gerçekler ters yüz edilmiş durumda.
Devletimize lanet, milletimize ihanet edenlerin ödüllendirildiği, milletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü savunanların ’darbeci’ diye dışlandığı yerde sağduyu elden gitmiş demektir. Sağduyu hakim olsa, PKK terör örgütü ile onu himayesine alan bölücü hareketin legal siyasi uzantıları ile devletten maaş alan belediye başkanlarının düzenledikleri toplantılarda ’demokratik özerklik’ayrı bayrak, “Yerel parlamento” istemelerine seyirci kalınır mı?

***


Birilerinin, “Kürtçe’nin eğitim dili olması ve demokratik özerkliğin derhal tanınması gerekir. Aksi halde özerklik ilan edeceğiz” şeklinde yaptığı beyanları, hiçbir şey olmamış gibi gayet olağan karşılamak mümkün mü? Hatta birilerinin daha da ileri giderek, “Bu politikalar böyle devam ederse, yemin ediyorum gerilla mücadelesiyle kalmayacak hayatı cehenneme çevireceğiz” diye meydan okuması karşısında sessiz kalınır mı?
Bir partinin İl Başkanının: “Kürtler eski Kürtler değil. Diz çöktürmeye çalıştığınız bu halkın önünde diz çökeceğiniz günler yakındır” diye devleti tehdit etmesi yenilir yutulur bir şey mi?
Bir belediye başkanının, devlete ve hükümete ’hass...’çekmesi sineye çekilebilir şey mi?
Bölücü harekete destek veren sözde aydın ve yazarların her akşam televizyon kanallarında devlet millet aleyhinde nutuklar atarak, halkın kafasını karıştırmasına ilgisiz kalınabilir mi?
Bu sabır, bu göz yumma, bu boyun eğiş, bu çaresizlik niye?

***

Bir durup düşünelim.
Atatürk’e hakaret ediliyor, tepki yok. Türk Bayrağı yakılıyor, tepki yok.
Yollara mayın döşeniyor, askere, polise kurşun sıkılıyor, ardı arkası kesilmeden polisler, askerler, siviller şehit oluyor, tepki yok.
PKK bayraklarıyla mitingler yapılıyor ve terör propagandası yapılıyor, asker polis taşlanıyor, evler, dükkânlar yakılıyor, sokaklar savaş alanına çevriliyor, tepki yok.
Öcalan, yattığı yerden örgütünü idare ediyor, basına bilgi veriyor, etnik kimlik üzerine siyaset yapılıyor yine tepki yok.
Ama biri televizyona çıkıp Cumhuriyeti, ulus devlet yapısını ve Atatürk milliyetçiliğini savunsa, ya da milli değerlere sahip çıksa, hemen ’eli kanlı katiller’’darbeciler “kafatasçı faşistler’ diye damgalanarak yerden yere vuruluyor. İnsanın Mehmet Akif gibi,
”Cani geziyor dipdiri can vermede masum,
Suç başkasının da neden başkası mahkûm? “ diye soracağı geliyor.

***


Acaba suçun mantığı değişti de bizim mi haberimiz yok? Ne oldu da dün suç olarak kabul edilen şeyler, bugün meşru sayılmaya başlandı?
Toplum, değer yargılarından bu kadar mı uzaklaştırıldı? Bu toplumun normallerine, sağduyusuna ne oldu?
Nerden baksanız gaflet, dalalet ve hatta ihanet diz boyu...
PKK ile BDP’nin ülkeye ne yapmak istediğini görmezden gelmek de, ” Devletin inkârcı tutumu Kürt sorununu doğurdu, Kürt sorunu demokratikleşme sorunudur “ demek de soruna çare olmuyor. Ülke, hızla ayrışmaya ve bölünmeye doğru gidiyor.
Bu ülkenin yasalarında,’Demokratik özerklik istemek, başka bayrak istemek, ulus ve üniter devlet yapısını bölmek suç değil mi? Sokak aralarında taşlı sopalı, havai fişekli, Molotof kokteylli eylem yapmanın, etrafı yakıp yıkmanın, çevreye zarar vermenin, terör örgütünü desteklemenin, yardım ve yataklık etmenin yasalarda yeri yok mu?
Yanlışları idrak etmek için önce doğruları görmek gerekir. Hz. Ebubekir: “Ya Rabbi, doğruyu doğru, yanlışı yanlış olarak görmemi sağla!“ diye dua edermiş. Doğrularla yanlışların karıştığı şu anda bu duaya hepimizin ihtiyacı var.
* Fahri Yakar

+++

Savaşı petrol kazandı
İkinci Dünya Savaşını kazanan atom bombası değil, petroldür.
Yaratılan ekonomi ve kurulan askeri güç petrole dayanıyordu. İkinci Dünya Savaşının sonlarına doğru, Amerikan petrol rezervleri daralmaya başladı.
Amerika bu tarihten sonra, var olan ekonomisini ve askeri gücünü ayakta tutmak için dış kaynaklara yöneldi.
Önceleri, Askeri gemilerinin “dolum istasyonu” olarak Suudi Arabistan tayin edildi. O gün, bu gündür, Amerika’nın petrol dolum istasyonu Ortaçağ anlayışı ile yönetilen Suudi Arabistan’dır. Projenin adı ise, önce Truman Doktrini idi. Sonra, Eisenhower, Nixson, Carter, doktrinleri adını aldı.
Amerika’da tüm strateji birimleri, dolum istasyonun güvenliği ve koruması üzerine çalışırlar. Ve gelecekte hangi ülkenin yönetimine el konulacak onun hesapları ile meşguller.
Amerika hem kendi krizini petrol üreten ülkelerin üzerine boca etmek, hem de ileride çıkacak büyük petrol savaşının hazırlıklarını yapmak üzere, 125 milyar dolarlık silah satımını Körfez ülkeleri nezdinde gerçekleştiriyor.

***


Amerika süper güç olmadan önce, enerji bakımından, hep kömür kaynaklarına dayanıyordu. Çin de, bu güne dek, büyük ölçüde(%62) kömür kaynaklarına dayanarak geldi. Hem kömür rezervleri sona dayandı, hem de kömür kullanmasından dolayı çevre kirliliği ve hastalıklar arttı. Öte yandan tüm dünya ülkeleri dünya kirlenmesinden Çin’i sorumlu tutmaya başladı.
Sözün kısası, Çin’inde Amerika’nın tarihte gittiği yoldan gitmesi gerekiyor. Yani, dış kaynak.
Çinli strateji uzmanları da tıpkı Amerikalı strateji uzmanlarının yaptığı gibi enerji tedarik yolları arıyor.2020 yılında, Çin’in enerji tüketimi bu günkü ihtiyacının %133 üzerinde olacak. Bu büyüklükte bir eneri tüketimi miktarı, tüm Avrupa ve Ortadoğu’nun enerji ihtiyaçları toplamına eşit olacak.
Eğer Amerika’nın gittiği yoldan giderse, yolda karşısına ilk çıkacak devlet Amerika olacaktır.
Amerika’nın İran sorununun, İran olduğunu sananlar büyük yanılgı içindedirler. Amerika’nın İran sorunu aslında Çin ve onun İran’dan tedarik ettiği enerji sorunudur.
Yeniden kurulacak yeni dünya dengelerinde, Amerika’nın yanında yer alacak Türkiye’nin ateşin içindeki bir Türkiye olacağını hesaplamak zorundayız.
Amerika’ya tapan yöneticilerimizle başımız belada demektir.
Bugün dünya savaşı, dünden daha yakındır.
* Bülent Esinoğlu

+++

İş üstündeler
Ahmet Özal, “Babama, 1988’deki suikast işinde asker ve gazeteci Sedat Simavi var” diyor!
Korkut Özal da, 8’inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı ’ERGENEKON’ öldürdü diyor.
Madalyonun öteki yüzüne bakalım.;
O zamanlar bugünkü gibi Muz cumhuriyeti, kabile devleti değil Türkiye!
MİT’i vardı!
Polisi vardı!
Savcısı vardı!..
Ayrıca,
Recep bey ile Semra Hanım arasında su sızmıyor!
Mademki Özal öldürüldü de neden Başbakan Recep beyden, soruşturma açtırmasını istemezler?
Veya
Özallar neden savcılığa bizzat suç duyurusunda bulunmazlar?
Şimdi neyin kavgası yapılıyor?
Kimlere mesaj veriliyor?

***

Bu propagandanın ya da suçlamalar “ailenin” aç kaldıklarını gösteriyor.
Bir zamanlar Semra hanımı yanlarına alıp, Barzani’den iş isteme öncesinde de böyle çıkışlar yapmışlardı!
* M. Salih Özbey

+++

En iyi buğday
Her yıl yapılan ’en iyi buğday’ yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrım, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.
Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.
* Tahtacılar Denneği

+++

Cumhurbaşkanı Gül, 12 Eylül darbesi sırasında kendisini evden almaya gelen genç teğmene eşinin kahve yaptığını anlatıverdi. Buradan anlıyoruz ki Gül’ün, Kenan Evren ile Çankaya Köşkü’nde içtikleri kahve, 12 Eylülcülerle içtiği ilk kahve değilmiş.
Ee atalarımız boşuna bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır dememişler. Al gülüm ver gülüm hesabı Evren de Gül de pek belli etmeseler de birbirlerini severler!
* Engin Balım

+++

Anti-emperyalist seyirci
Küba, Venezüella, Bolivya’nın yüzde yirmilerle bağımsızlık hareketini başlatması ve zafere ulaşmasını baz alırsak, yüzde 42 büyük bir rakamdır. Fakat bu ülkelerde bilinçli kitle oluşturularak, zafere gidilmiştir.
Ülkemiz ise 60 yıldır operasyon altında olmasına rağmen bilinçli kitle olmamış-oluşturulmamıştır. Günümüz koşullarında sadece bağımsızlıkçı seçmen olmak, ülkenin yıkım sürecini durdurmada bir işe yaramayacağı gibi yıkımı da besler...
Türkiye, bağımlı bir ülkedir.
Dolaysız olarak yarı sömürge, dolaylı olarak sömürgedir.
Tanksız- topsuz işgal altındadır.
Hem bağımlı, hem özgür olmaz!
Hem sömürge, hem bağımsız olmaz!
Hem işgal altında, hem halkın demokrasisi olmaz!
Demokrasi gibi gözüken her şey, yıkım operasyonunun bir parçasıdır.
Bu operasyonu durduracak tek güç, bilinçli kitledir.
Okumanın ve eğitimin gem vurulduğu bu ülkede, kendiliğinden bilinçli kitle olmaz!
Bilinçli kitleyi örgüt önderleri yapar.
Ülkenin anti-emperyalist iradesini kendi bünyesinde tutan örgütler sorumludurlar.
En büyük sorumluluk ta sayısal çoğunluğa sahip olan CHP ve MHP’ye aittir.

***

ABD’nin Ortadoğu projeleri kapsamında en çok kültürel işgale uğradığı...
Dinsel yozlaşmanın rant haline getirildiği...
İşten atma tehditlerinin alabildiğince çıkar eksenine kaydırıldığı...
Referandum süreci boyunca bağımsızlıkçılara açıkça saldırıldığı...
Her türlü baskı ve dayatmaların, yalan ve demogojilerle desteklendiği...
Toplumun, her türlü bölücülüğün içine çekilmeye çalışıldığı ülkemizde, anti-emperyalist seçmen değil, anti-emperyalist bilinçli kitle yıkımı durdurabilir...
* Vedat Kılıç

+++

KPSS AK’landı mı?
Binlerce adayın gönlüne su serpildi mi? Medyada kes’inlikle adları zikredilmiyor. Dershan’el’er belli,
kopy’acılar belli...

***

Binlerce sınav mağ’dur’u arkadaşımızın genel kültür ve yetenek bölümlerinde fazladan yanlışların eklendiği iddiaası var. Optik okuyucular çok mu elektrik y’ak’ıyor?
MEB, bundan sonraki sınavları kendisi yapac’ak’mış!!! Tamamen bağımsız bir kurumun hayatımızın geri kalanını etkilecek bir sınavı yapacak olması ne güz’el !!! Hem MEB ak’lanır, hem sın’av ak’lanır, hem de biz öğretmenler...
Yaşasın milletim! ‘Evet’ dediğin referandum sayesinde artık fişlenmiyoruz da !!!
Hepimiz ak’ız, hepimiz öğretemeyen...
* İmza: Türk Dili ve Edebiyatı Öğretemeyeni

+++

MİNİ YORUM
Gizlisi saklısı kaldı mı

Bir ağdalı sohbet konusu oldu ki sormayın; telefon edip soranlar bile çıktı:
- Bu “gizli gündem” den haberiniz var mı?
Gizlisi saklısı mı kaldı yahu; ısıta ısıta hissettirmeden kaynatınca medya, pek fark edilmiyor galiba; “özerklik talebi” ne kadar herşeyi ayan beyan söyledi adamlar... Keza Cumhurbaşkanı; “ademi merkeziyet” dedi daha ne olsun; “kardeş halkların kardeş eyaletleri (düşman kardeşler etmesin Allah!) hayırlı olsun” dediler. Siz hâlâ soruyor musunuz; gizli gündem ne diye!

Yazarın Diğer Yazıları