Suçlular aramızda!

Hasan Cemal meslek ilkelerine uymuyor... Ayşe Arman ahlak bozuyor... Ertuğrul Özkök apolitik
gazetecilik, Ufuk Güldemir magazinel Milliyet yarattı... İşte Melih Aşık’ın ağzından medyadaki rol dağılımı

Melih Aşık, Akşam’dan Negahan Alçı aracılığıyla “gazetecilik” dersi verdi.
Kimi çarpıcı bölümlerini alıntılayacağımız röportajın tamamından şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya; Gazetecilik, gazetecilerin omuzlarında taşınmakta son yolculuğuna. Kimi iradesizliğine, kimi iktidar tutkusuna, kimi kolay yoldan köşe kapma / şöhret olma tutkusuna, kimi reyting canavarı dediğimiz şeyin bir önceki “versiyon”u olan “tiraj kaygısı”na, reklam verene / verdirene yenilmiş ve “Bağımsız basın cumhuriyeti” medyadaki dış güçlerin (iş dünyası ve siyaset) mandası olmuş bile!


Milliyet satılırsa yazamam
Bu süreç analizini yapacak tecrübeye sahip olduğu için olmalı, “Milliyet satılırsa (Akın İpek’e) uzun dönem yazabileceğimi zannetmiyorum. Zaten bizi atmayacaklarsa niye alıyorlar gazeteyi?” diyor Melih Aşık.
“Ertuğrul (Özkök) görevden asgari haber namusunun altına inemediği için alındı” iddiasından sonra gelen “Enis Berberoğlu iner mi?” sorusuna cevabı da, aynı oranda anlamlı: “Bunu bilmiyorum. Şunu biliyoruz ki dün Emin’e tahammül edilemiyordu, bugün Ertuğrul’a. Bundan iki ay evvel tasfiye listeleri çıktı. Orada benim adım da vardı. Şimdi bizim gibi 10 kişiyi atsalar bir 10 kişiyi daha bulurlar.”
Özetle, doymak bilmeyen bir canavar gibi “baskı”. İlk tavizi verdiğiniz andan itibaren, kartal bedenine giren Zeus’un, her gün ciğerini yediği Prometheus’a dönüşüyorsunuz. Ciğeriniz her akşam eski haline dönüyor ve her sabah o kartal pençeleriyle bir daha parçalıyor bağrınızı!

Özkök’ün açtığı yara
Aşık’ın, on yıl önce Ufuk Güldemir eliyle Milliyet’in “magazin”e yönelmesine sebep olan kırılma, yine Aşık’ın tespitlerine göre Türk basının genelinde çok daha önce yaşanmış. Ve mimarı da bakın kimmiş: “12 Eylül’den sonra topluma, özellikle de gençlere depolitizasyon şırınga edildi. Burada Ertuğrul Özkök’ün önemli bir rolü var. Politika yazmayın, siyasetin dışına çıkın, diye zorlama oldu basında. Serdar Turgut, Ayşe Arman böyle çıktı.”
İşte Aşık’ın dikkat çekici röportajı...

Okuyucu Hasan Cemal’i bana şikayet ediyor
Okurlar kimi şikayet ediyor size?
Başta Hasan Cemal’i. Ama eminim onların da bir okuyucusu var ve onlar da beni onlara şikâyet ediyorlar.
Siz gazetede hangi işlevi üsleniyorsunuz?
...Ben cumhuriyet, anayasa, laiklik, demokrasi yanlısıyım.
Karşımda Hasan Cemal oturuyor olsa o da herhalde kendini aynı kelimelerle tanımlar...
Tüm AKP’liler demokrasi yanlısı ama şimdi onların dediği nedir? AKP demokrat mı? Bence değil. Demokrat isen AKP’nin anti-demokratik hareketlerini eleştireceksin. Bizim gazeteci olarak görevimiz, halkımız adına yöneticileri sorgulamak. Basın ilkelerine uymak zorundayız. Onlar uymuyorlar.
Eleştirdiğiniz tavrın kendi gazetenizde de olmasına ne diyorsunuz?
Mesela Le Monde’a bakın. Onun çizgisine aykırı kimse orada yazamaz. Bizde daha marjinal uçlarda sesler var ama ben buna karar verme durumunda değilim.


‘Baskı altındayım’
Türkiye çok kamplaştı. Siz de bir kampa ait görünen isimlerin başında geliyorsunuz. Bir yere ait, taraf görünmekten rahatsız mısınız?
Hayır, benim yalnızca şöyle bir rahatsızlığım var: Büyük baskı altındayım. Her gün iktidara yakın çevrelerden birçok mail geliyor. Yoksa tabii ki tarafım. Cumhuriyetten, laiklikten yana taraf. Her şeyin ortasında duramazsınız. Olur mu öyle şey? Bu çıkarcılık. Herkesle arayı iyi tutmak için yapılan bir şey.
Bunları söylerken kendinizi yalnız hissediyor musunuz?
Ediyorum tabii.
Bunu avantaj olarak görüyor musunuz?
Hayır, çok sıkılıyorum. Ben zamanında film yapmak, hikaye yazmak isteyen romantik bir adamdım. Bu işlerin adamı değilim. Ama bugün mecburen kozmik oda, Ergenekon gibi şeyler yazıyorum.
Neden buna mecbur olasınız?
Benim sütunum eskiden mizah sütunuydu. Siyasi mizah yapıyordum. Ufuk Güldemir gelip, gazete magazinleşince ben ciddileşmek durumunda kaldım.

Arman âhlak bozucu
O zaman medyadaki gidişle sizin kariyerinizdeki gidiş arasında bir ters orantı var? Medyada yükselen değer “sit-com gazeteciliği”.
Nedir bu sit-com gazeteciliği? Ben bilmiyorum. Mesela Ayşe Arman dikkat çekiyor ama bu iş mi? Onun anlattıkları bir gazetede olması gereken şeyler mi? Ayşe Arman’ı değil, Melahat Hanım’ı alıp bikinili fotoğrafını koysanız o da ilgi çeker. Bir kadının kadınsal özellikleriyle tiraj alması yanlış.
Arman röportajda durduk yerde bacağını açıyor. Bu ahlak bozucu. Yok efendim, kocasıyla sabaha kadar sevişiyormuş. En cahil adam da sevişiyor zaten.
Bunların dile getirilmesi tabu yıkmak açısından anlamlı değil mi?
Hayır, tabuları Duygu Asena yıktı. Bu tür bir gazetecilik olmaz.


+++

Hilmioğlu’nun
gerçek suçu

2009 Nisan’ında gözaltına alındı. Günlerce sorgulamadan sonra mahkemeye gönderildi. Silivri’ye kapatılan Prof. Dr. Hilmioğlu iki ay sonra yüz felci geçirdi ve hastaneye sevk edildi.
Siroz olduğu, karaciğer kanseri riski altında bulunduğu ve ölüm riski ile karşı karşıya olduğu belirlendi. Avukatı bir dilekçe ile müvekkilinin sağlık koşullarının değerlendirilerek tahliyesini istedi. 24 Aralık’ta 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nce tahliye talebi reddedildi. Mahkeme heyeti başkanı Erkan Canak ret oyu veren üyeleri şöyle uyardı: “Ülke şartlarında bilim adamı yetiştirmek kolay değil. Saygın bir bilim adamı olan sanığın siroz olduğu ve karaciğer kanseri riski taşıdığı raporlardan anlaşılmaktadır. Sanık için tutukluluk durumu hayati tehlike demektir. Kaçması ve delil karartması söz konusu değildir.” Ama mahkemenin iki üyesi bu uyarıları tınmayarak ret kararında ısrar ettiler. Hilmioğlu rektör seçildiğinde Malatya İnönü Üniversitesi tarikatların etkisi altında olan bir kurumdu.
Tehditler aldı, binbir komplo düzenlendi, olmadı iftiralar atıldı.
Ama bütün zorluklara karşın yılmadı ve tarikatların egemenliğini kırdı.
İşte Fatih Hilmioğlu’nun gerçek suçu... l Tufan Türenç / Hürriyet

+++

Danışıklı
açıklama itirafı

TBMM’nin 90. yıl kutlamaları açılış töreninde PKK’lıları kastederek “Orada ölen çocukların hepsinin üzerinde TC hüviyeti var” diyen Sinan Çetin, Taraf’a verdiği röportajda, sunuculuk teklifinin “Kültür Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürü Abdurrahman (Çelik) Bey” den geldiğini ve bunun “Meclis Başkanı Şahin’le” ortak alınmış bir karar olduğunu söylemiş.
Çetin’in konuşmasının daha önce tasarlanıp tasarlanmadığıyla ilgili soruya verdiği cevaba bakar mısınız: “Abdurrahman Bey ‘Açılımla ilgili bir şey söylesen iyi olur’ demişti.”
Ve Şahin’in, “orada kendisine karşı gibi gözüktüğünü” ekliyor.
Yani değil... Yani hepsi bir senaryonun parçası...
Bütün medyanın “Şok, şok, şok...” diye geçtiği haberle ilgili ne demiştik 7 Ocak tarihli Medya Polemik’te:
“Önce TRT Televiyonu’nun 40. yıl
kutlamaları... Şimdi de TBMM’nin 90. yıl
kutlamaları...
Çetin’in sicili ortadadır. O sözleri söylemesi beklendiği, istendiği için o mikrofon Çetin’e teslim edilmiştir (bir kere daha)!

+++

Olacağı buydu; sonunda yandaşlar da
kamplaştı. Bir süredir Taraf’taki köşesinden “Emniyet’teki pislikleri süpürelim” çağrısı yapan, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a “ha gayret, biraz daha cesaret” diye baskıya girişen Polis Akademisi Öğretim Üyesi Önder Aytaç’ın son yazısı, adeta “Beni yanlış anladınız, ne yaptıysam sizin için yaptım” hıçkırıklarıyla doluydu. Ara ara medyadaki görünürlüğünü ve “etkisi!”ni de hatırlatan Aytaç’ın “Ben öyle bir kalemde harcanacak adam değilim” imalarına bakılırsa; biri kulaklarını mı çekti dersiniz?

+++

Kıyakçı hoca kriterleri
Hasan Cemal’in demokrasinin selameti adına sakıncalı bulduğum partizanca fikirleri var...
Mesela geçen çarşamba günkü köşesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a bol keseden demokrasi notu verirken, “kıyakçı hoca kriterleri”ni esas almış.
Demokrasi mücadelesini demokratlar ve demokrasiyi içine sindirebilmiş olanlar verir. “Askeri vesayet rejimi”ne karşı bugün AKP’nin verdiği mücadele demokrasi mücadelesi değildir; demokrasinin demokrat olmayanlar tarafından araçsallaştırıldığı bir iktidar mücadelesidir.
Hasan Cemal ve onun gibi düşünenlere göre (...) AKP’nin Kürt sorunu ve AB konularındaki icraatı da Erdoğan’ın demokratlığına delildir... Bana göre hiç de öyle değil... Bu konularda AKP’nin elini bugüne kadar serbest bırakan, demokrasiye bağlılığı değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesine karşı olan ideolojik bağışıklığı ve siyasi pragmatizmidir.
(...) Seçim sandığı, yeşili, kızılı, kahverengiyi siyasi liberalizmin rengi sarıya çeviren bir boyacı küpü değildir.
Ama bakın AKP, yeşil-kahverengi bir renk alıyor. Nasıl mı? Kontrolü dışında kalan medyayı boğarak... Astronomik vergi cezalarıyla, kendinden saymadığı iş alemini terörize ederek... Alevilere karşı sistemli ayrımcılık uygulayarak... Polis devleti kurarak...
Erdoğan’ın demokrasi notunu verirken Hasan Cemal’in dikkatlerden kaçırmaya çalıştığı yere bakmak lazım. O yer, basın özgürlüğüdür. Medyanın büyük ölçüde iktidarın kontrolü altına girmeye başladığı, geri kalanının da korkudan sustuğu bir ülkede istediğiniz kadar seçim yapın, milli iradenin özgürce tecelli ettiğini nasıl öne sürebilirsiniz? O
rejimin adı olsa olsa “seçimli otokratik rejim”dir. Kadri Gürsel / Milliyet

+++

Bu yorumlar Aytaç’ın kulağını mı çektirdi?

‘Fısıltı’ yaygarası
Tayyip Bey’e çok yakın biri şunu söyledi: “Özellikle Başbakan ’istihbarat’ ve ’istihbaratçılar’ söz konusu olduğunda olayın ve kişinin üzerinde dikkatle duruyor. Başbakanın tasarrufu olduğu bilinen bir olayı bu denli büyütmek ve işi belden aşağı atışlara kadar vardırmak... Olacak şey değil.” Taraf yönetmeninin yerinde ben olsam kulağıma fısıldananlara değil, gördüklerime inanırdım.
Taha Kıvanç / Yenişafak

Bakan tayin ediyor
Aytaç’ın Atalay’ın yerine getirilmesini istediği İçişleri Bakanı, ya da Koordinatör olmasını istediği kişinin bir tek ismini vermediği kalmış. Ankara’daki bütün ilgili büyükelçiliklerin istihbarat birimlerince Türkiye’nin içlerinde ne olup bittiğini anlamak amacıyla dikkatle okunduğunu tahmin ettiğim Aytaç’ın makalelerini, Başbakan Erdoğan da okuyor mu?
Murat Yetkin / Radikal

Cazcı kardeşler
Odatv.com’a ulaşan bilgiye göre Cazcı Kardeşler, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala için lobi yapıyor. Buna göre, Ankara’da gazeteci olmayan ”bazı çevreler“ Cumhurbaşkanı Gül’ü, hatta hükümetin bir kanadını Ergenekon soruşturmasını tavsatmak ve askerle işbirliği yapmakla suçluyorlar. Akıllarınca ortamı daha da sertleştirmek için işin içine Köşk’ü koyuyor, İçişleri Bakanı’nın da kellesini istiyorlar. Odatv.com

Danışmanları hedef aldı
Yazdıklarımın hepsinde de, her kim ki Ergenekon’a ve organize suç örgütüne bulaşmış, ona çakıyorum ve Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve hükümet üyelerinin yıpranmamasına, umut olma özeliğini yitirmemesine özen gösteriyorum. İçişleri Bakanı’na ve dolayısıyla da Başbakan’a hatalı danışmanlık yapan Emniyet bürokratlarına da son uyarı; yaptığınız iş değil.
Önder Aytaç / Taraf

+++


MİNİ YORUM
Kuvvetleri ayırmalı

Kurumlar arasında çatışma olmasını önlemenin yolu, kurumlar arasında “uyum”u tesis etmek midir? Cumhurbaşkanı Gül’ün “uyum zirve”sini değerlendiren Can Ataklı önemli bir noktaya dikkat çekmiş: Güçler ayrılığı’nın amacı kurumların “uyumlu” çalışmasını sağlamak değil, denetlenebilir olmalarını sağlamak ve ülkeyi en çok oyu ben aldım, ne istersem yaparım zihniyetinden kurtarmaktır!

Yazarın Diğer Yazıları