Sözcülük ve Gazetecilik?
Türkiye’de bir takım gazeteciler birlik, bütünlük, beraberlik gibi sözcükleri kullanmamak için özel bir gayret gösteriyor. Doğal olarak da Türkiye Cumhuriyetini “ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” olarak gören anlayışa büyük tepki gösteriyorlar. Bunlar Türkiye’nin bütünlüğünü, bir arada yaşaması imkânsız insanların zoraki birlikteliğinin ortaya çıkardığını düşünüyorlar. Cumhuriyetin herkesi “tek tip” kabul eden anlayış üzerine kurulduğunu bu nedenle de yanlış olduğunu sıkça dile getiriyorlar. Bu nedenle bu cenahın kalem erbabı benzerlik, birlik ve ortaklık çağrıştıran söylemlere, demokrasi adına kelimelerde bile düşmanlık ediyorlar.
Türkiye aleyhtarlığı!
Benzerlikleri “tek tipleştirme” olarak niteleyerek reddederken farklılıkları özgürlük olarak kabul ediyor, kutsuyor ve göklere çıkartıyorlar. Bu nedenledir ki, mezhep, dil, etnisite, bölge, sınıf ve cinsiyet gibi doğal farklılıkların birbirine karşıt olgular olarak algılanması için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Aslında bütün bunları, farklılıklara saygı, ötekini hoş görme amacıyla yapmıyorlar. Etle tırnak gibi bir araya gelmiş olan insanların ne denli birbiriyle uzlaşmaz olduğunu kanıtlamak için, bir takım merkezler adına bunu yapıyorlar.
Bu nedenle de bu tür gazeteci ve yazar taifesi Türkiye aleyhine oluşturulmuş ne kadar ecnebi projesi varsa hemen hepsinin bir unsuru haline gelmiş durumdalar. Bunlar bir yandan, ABD’nin ürettiği BOP’nun savunuculuğunu yaparken, diğer yandan AB’nin “etnik ve mezhep” azınlığı projelerine gönüllü destek vermektedir. Ermenistan’ın “soykırım” iddialarına özür dileme kampanyaları düzenleyerek destek veriyorlar. Kıbrıs’ın stratejik önemi olmadığı gerekçesiyle fazlaca önemsenmemesi gerektiğini açıklıyorlar. Kuzey Irak’ta Türkmenlerin çıkarlarını görmezlikten gelirken, Barzani/ABD çıkarlarını her şart altında aslanlar gibi savunuyorlar. Kısacası bu zevat hiçbir milli meselede Türkiye’nin çıkarlarının yanında yer almadığı gibi düşman cephede saf tutanların görüşlerine destek veriyorlar.
İmralı’nın başı, Kandil’in kuyruğu!
Bu nedenle de PKK her sıkıştığında bunlardan bir ekip derhal dağın yolunu tutar. Bir çokları dağdaki eski yoldaşları için sözcülük yapmayı en büyük gazetecilik olarak görürler. Terörist ve bölücüler lehine kavramları çarpıtarak, içini boşaltarak ve eğip bükerek onlara yeni anlamlar yüklerler. Aslında yaptıkları iş; teröristi sempatik göstermek, hain tavırları “insani sorun” olarak pazarlamak ve ülkeyi bölme amaçlı eylemleri barışçıl faaliyet olarak sunmaktır. Bu nedenle de İmralı’da başı, Kandil’de de ise kuyruğu sıkışan PKK’nın sözcülüğünü yapmakta hiçbir sakınca görmezler.
Dağa çıkanları da, stüdyoda buluşan aydın ya da gazeteci kılıklı adamlar da özde aynı şeyi yaparlar. Onlar için Türkiye’nin birliği aleyhine konuşmak “gerçeklerin dile getirilmesi” dir. Terörist istekler lehine propaganda yapmak “sorunlarla yüzleşmek” tir. Ermenistan’ın “soykırım” iddialarını onlar gibi savunmak “Ezberlerin bozulması” , Kıbrıs’ı Rum’a terk etmek “statükodan kurtulmak” tır. Barzani’ye Erbil’de çanak tutmak “barışla buluşmak” , TSK’ya saldırmak ’Engellerin aşılması... Hataların sorgulanması’dır.
Bölücü mihrakların sözcülüğünü yapmakla gerçek gazeteciliğin birbirine taban tabana zıt iki olgu olduğunu bu işle ilgilenen herkes bilir. Sonuçta Hasan Tahsin de gazeteciydi.