Soyundan sopundan utanma
Birkaç gündür Bekir Coşkun’un Türkiye’deki demokrasi için mücadele konusundaki gerçekçi yazılarını okuyorum. Ne yazık ki yazdıkları doğru ama hangi kulaklara.
-Hükümetten bir ihale daha kapmaya çalışan işadamlarına mı?
-Tartışma yeri olması gereken Üniversitede sesini yükselttiği için okuldan uzaklaştırılan öğrencilere mi?
-Atatürk devrimleri ile ötekilerden çok önce haklarını kazanmış olup bugün kendi eliyle bu hakları geri veren Türk kadınlarına mı?
-Tamamı hükümetin eline geçmiş olan sarı işçi sendikalarına mı?
-Artık bir siyasi gücün silahı haline gelen hukukçulara mı?
-Polis gücünden bile güçsüz hale düşürülmek istenen silahlı kuvvetlere mi?
-Halkın hakkını korumak için kurulan ama halkı susturmak için delil yaratan bir kısım polise mi?
-Çoğunluğu siyasi gücün borazanı haline gelen basına mı?
-Dinsiz sayılıp dindarlaştırılacak ilkokul çocuklarımıza mı?
-İktidarın önlerine attığı konuları geveleyen muhalefete mi?
-Hakkı olan paranın küçük miktarına bile sevinen memur ve emeklilere mi?
İşte yukarıda saydıklarım ve daha saymayı unuttuğum nicelerinin ne yazık ki cepleri açık ama kulakları tıkalı. Bu kulaklara seslenmek de uyandırmaya yetmiyor, bağırmak lazım.
Amerika’ya geldiğim ilk yıllarda yalnızca bizim yaşadığımızı sandığım ama daha sonra çok sayıda göçmenin de yaşadığını öğrendiğim gerçek bir olayı anlatacağım. Bu kıtadaki ilk yıllarımızda çocuklar ilkokula gidiyordu, küçüktüler. Ancak çocuklar ortaokul ve liseye geçtiklerinde sorun netleşti. Çocuklar, bizlerin yani göçmen ana ve babalarının okullarına gelmesini istemiyorlardı.
Başlangıçta konunun derslerden kaynaklandığını sandık. Sonra sorunun bizim yabancı oluşumuzun anlaşılması olduğunu fark ettik. Kendileri aksansız İngilizce konuşmayı becermişlerdi. Evde bizimle Türkçe konuşma koşulu getirmiştik. Çocuklarıma herkesin kendi soyu ve sopu ile övündüğünü, soyu ve sopunu bilemeyen siyahların da kendilerini Afrika gibi bir kıta ile tanımladıklarını anlattım. Bizim herkesten farklı bir başka dil daha bildiğimizi İngilizcemizdeki aksanımız ve soyumuzdan utanma değil övünmeleri gerektiğini söyledim. Önceleri kulaklarını delip geçen bu sözlerin sonra akıllarında kaldığı ortaya çıktı. İşe yaramıştı.
Bu durum bizim gibi bu kıtaya gelen birçok göçmen arkadaşın ailesinde de görülmüş. Bu ailelerden bir kısmı İngilizceyi daha iyi öğrenme uğruna çocukları ile Türkçe değil İngilizce konuşuyor ve Türkçelerini unutuyordu.
Bu çelişkili durumu bazı gazeteci arkadaşlarımızda da gördük. Çevrelerine İngiliz aksanı ile konuştuklarını göstermeye çalışıp komik olanların sonradan ülkelerini, arkadaşlarını, meslektaşlarını ne kadar kolay ve çabuk sattıklarına, tarikatlarla çalışmaya başladıklarına tanık olduk. Onlar bizleri iyi İngilizce bilmemekle suçladılar ama ne yazık ki konuşmaktan sakındıkları Türkçeyi unutma yüzünden yaptıkları tercümeler bile Türkçe değil tercüme kokuyordu.
Lafı çok dolaştırdım biliyorum. Bekir haklı; artık toplum birbirini ikna edecek sınırı çoktan geçti. Artık bu iş konuşmakla çözülecek boyutta değil. Karşınızdaki sizinle hangi dilde mücadele ediyorsa sizin de aynı dili seçmeniz lazım.
Gelelim esas ana noktaya. Bugüne kadar soyu ve sopu ile övünmeyenlerin soyunda ve sopunda bir tuhaflık ve saklamak istedikleri bir utanç olduğunu gördüm. Ayrıca bu kişiler soyları sopları tartışılır diye demokrat veya özgürlükçü de olamaz. Benim ana tarafım da, baba tarafım da bu toprakların kurtuluşu için kanlarını akıtmış kişiler. Bu yüzden bizler atalarımız, soyumuz ve Türklüğümüzle gurur duyarken onlar sustular, kendi soydaşları yerine başkalarını kardeş tuttular. Hâlâ onlardan Türkiye ve Türkler için doğru bir şeyler bekleyenlerin de zekâ düzeyinden kuşku duyarım. Buna demokrasi ve özgürlük de dâhil.