Soya soya bitiremediler; şimdi de 350 bin euro gitti

Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Fırat Kozok imzalı habere göre, TRT-Türk kanalına “20 milyon 340 bin Avro değerinde” haber programları yapan One Ajans’ın, kurumla yaptığı sözleşmeye aykırı olarak TRT’nin uydu olanaklarını kullandığı, bunun da TRT’yi bugüne dek yaklaşık 350 bin Avro zarara uğrattığı belirlendi.
Kozok, haberine kaynak da gösterdi. Buna göre yolsuzluk Stüdyolar ve Program İletim Sistemleri Dairesi Başkanı Cevat Yayla’nın, ilgili birimlere gönderdiği ve yapılan anlaşmalara aykırı uygulamanın kuruma mali külfet getirdiğini, kurumun uydu bağlantılarında sıkıntılara neden olduğunu bildiren yazısıyla ortaya çıktı.
Fırat Kozok imzalı haberde, TRT’deki son yolsuzluk iddiasıyla ilgili şu bilgilere yer verildi:
“TRT, 2009 yılı mayıs ayında yayına başlayan TRT Türk’e program yapılması için One Ajans ile anlaştı. Anlaşma TRT’nin bu programlar için One Ajans’a üç yılda toplam KDV dahil 20 milyon 340 bin Avro ödemesini ancak yayın masraflarını One Ajans’ın üstlenmesini öngörüyor. TRT ile One Ajans arasında imzalanan sözleşmenin 4. maddesinin ”B“ bendine göre; One Ajans TRT’ye yayını anahtar teslimi hazırlamak zorunda. Anlaşmadaki bu maddeye karşın One Ajans’ın yayın için TRT’nin Türksat 3A uydusundaki frekansını kullandığı, TRT’nin de bu görüntüleri alıp yayına verdiği ortaya çıktı. TRT Yönetim Kurulu’nun belirlediği tarifeye göre uydu kanalının saatlik kirası 600 Avro. TRT’ye ait uydu kanalını haftada 5 gün, günde 184 dakika kullanan One Ajans’ın bugüne kadarki 40 haftalık yayını karşılığında yaklaşık 350 bin Avro’luk mali yükten kurtulduğu belirlendi.”

* * *

Rüya takım kimyasını bozdu
Türk medyasının ‘bilinen’ transfer rekoru hala kırılamayan Mehmet Barlas, Mesut Yar’ın “Başbakan’a soru soracak gazeteciler” listesine giremeyince meslektaşına demediğini bırakmadı
Biz “kadro dışı” kalmaya alışığız. Böyle giderse, mahallede arkamıza takılan çocuklar, bizi görünce, kuyruğuna teneke bağladıkları kedi muamelesi yapıp, “yaş 70, iş PAF takımda müzmin eleştirmenlikmiş” diye tempo tutacaklar...
Ama hem yanaka hem de baş yazar olanlar için kabus olmalı.
Koyun kendinizi Mehmet Barlas’ın yerine; Hem 900 bin TL’lik transfer ücretine layık görülmüş olacaksınız, hem kaç sene geçti, kaç gazete kuruldu, el değiştirdi; buna rağmen rekorunuz, bırakın kırılmayı egale dahi edilememiş olacak, hem Başbakan’dan makas alma ayrıcalığına sahip olacaksınız, devletlüleri evinizde ağırlayacaksınız...
Hem de... Medyada “kültür mantarı” gibi biten “dünkü çocuk”lardan bir tanesi çıkacak, “Ben Başbakan’a yanak, amaaan, çanak soru soracak gazeteciye gazeteci demem, ille de muhalif isterim” deyip, sizin kadro dışı kaldığınız bir “rüya takım” kurmaya cüret edecek...
Hem yediniz, hem yedirdiniz... Hem içtiniz, hem içirdiniz... Hem okşadınız, hem okşandınız...
Barlas’ın yerinde olsanız siz ne yapardınız. “Aferin oğlum Mesut, hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” mı derdiniz?
Sizi bilmem ama Barlas hiç de öyle dememiş, hatta sözünün üstüne söz söyleyen Yar’a vermiş veriştirmiş. Bakın nasıl:
“Bazıları ”Böyle mi soru sorulur“ çizgisinde başlayan eleştirilerini ”Başbakanı susturamadılar“ noktasına taşıyorlar.
Bazıları da ”Çanak sorularla bu kadar olur“ benzeri eleştiriler seslendiriyorlar.
Aslında gazeteciliğin ve televizyon haberciliğinin amatörleri olan bu izleyicileri anlamak kolay.
Onlar futbolun izleyicisi olan ”Taraftarlar“ gibi.
Dünkü Posta’da televizyon programlarını eleştirmekle görevli, kendisi de bir televizyon programcısı olan Mesut Yar, cuma akşamı Show TV’de yayınlanan ”Siyaset Meydanı“nı değerlendirmişti.
Mesut Yar’ın ”Rüya takımı“ konusunda tabii ki söz söyleyemem.
Sıraladığı isimler benim de tanıdığım, kendilerine özen gösterdiğim meslektaşlarım.
Ama söz konusu programa katılan ve benim de aralarında bulunduğum meslektaşları ”Seçilmiş gazeteciler“ diye nitelemesi, en azından ayıp değil mi?
Karşılaştığında ”Ağabey“ diye hitap ettiği meslektaşlarına karşı hangi vücut salgısı ile posta koymayı denedi acaba?
Bence Posta gazetesinde spor yazıları da yazmalı Mesut Yar.
Havalimanlarındaki taraftarların ruhlarına hitap ederdi... ”
Barlas kendisini savunurken, (bir suç yoksa, neden savunma gereği duyduğunu da anlamak güç ya) “soruların arasına yerleştirdiği eleştirileri” seslendirdiğini söylemiş.
Madem öyle, programdan benim aklımda kalan, neden hep soruların içine yerleştirdiği yol haritaları oldu acaba?
Hatta o kadar ki, bir ara Barlas Başbakan’ın yanağından bir makas daha alıp, “Bak bu soru öyle değil, böyle cevaplanır evladım” diyecek diye korktum vallahi...
Boşuna kızıyorsunuz Sayın Barlas...
Bu performans sizin oyunculuk kariyerinizi noktalayıp, teknik direktörlüğe geçme zamanınızın geldiğini gösterdi; yeni kariyeriniz hazır zaten... Cepte yani...

* * *

‘Karşıma çık ey muhalif!’
Siyaset Meydanı Özel’de (Show TV) seçilmiş gazetecilere Ulusa Sesleniş tonunda açıklamalar yaptı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Dolayısıyla alıştığımız meselelerin dışında bir demeç çıkmadı ağzından. Meslek büyüklerimiz de riske hiç girmedi zaten...
Yine de ben, o heybetli ve korkusuz haliyle, yardımcısı Bülent Arınç’ın dediği gibi “Civanım” Başbakan’dan, “Çık karşıma ey muhalif medya” demesini beklerdim... Önceki akşam demedi. Belki önümüzdeki günlerde gazetecilerin almadığı riski o alır ve kurar karşısına bir rüya takımı... Kimler olsun derseniz, kare asım şudur; “Yılmaz Özdil, Umur Talu, Bekir Coşkun ve Sabahattin Önkibar”. Öyle ya, Başbakan hepimizin Başbakanı! l Mesut Yar / Posta

* * *

Basının görevi yağcılık değil
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, televizyonda gazetecilerin sorularını yanıtlarken gazetelerin kendisine haksızlık yaptığını, “yatırımlar ve açılışların gazetelerde yeterince yer almadığını” söyledi.
Oysa çok partili siyasi yaşama geçtiğimizden beri hiçbir dönemin hükümeti arkasında bu kadar büyük bir basın desteği bulmamıştı.
Bu süre içinde muhalefetin kendi söylediklerine yer verilmemesinden ne kadar çok yakındığını da hatırlayalım.
İktidarın ilerleyen dönemlerinde hükümetin, kendisine yakın bir medya yaratma çabalarını, ülkenin ikinci büyük grubunun hükümete yakın bir iş adamına satılması için Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın bizzat devreye girdiklerini de unutmayalım.
Hükümeti eleştiren yazarların bulunduğu basın kuruluşlarının da nasıl susturulmaya çalışıldığı da bir başka gerçek.
Yani sorun basının hükümetin icraatlarını aktarmasında değil, hükümetin basında başka bir ses duymaya tahammülü olmamasıyla ilgili. Başbakan, kendisine yönelik en küçük bir eleştiriyi bile “haksızlık ve hakaret” olarak algılıyor.
Başbakan, demokratik bir ülkenin seçimle iş başına gelmiş bir yöneticisi olduğunu hatırlar ve basının görevinin yağcılık değil, eleştirmek olduğunu kabul ederse bu sorun çözülür. l Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

* * *

Bizim de moralimiz bozuk kardeşim!
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1960’ların başlarında siyasete atıldığı zaman siyaset tam bir kaynayan kazandı. Ve sadece sivil siyasetin değil “askerin içi” de karışıktı. Orduda gizli ya da açık cuntalar cirit atıyordu. Askerle ilişkiler işin en sıkıntılı, en zor tarafıydı. Zaten bu ilişkiler yüzünden de başına gelmeyen kalmadı. İki kez askeri darbeyle iktidardan uzaklaştırılmış olması bir yana... Görev süresi dolduğu halde görevi bırakmak istemeyen genelkurmay başkanı mı istersiniz?.. Ardı arkası kesilmeyen sıkıyönetimler mi?.. Dünyada sivil ikidar-asker ilişkileri açısından Demirel kadar deneyimli bir başka kişi yoktur. İşte bu deneyimin sahibi Demirel, bugün önemli bir şey söylüyor. Diyor ki:“Askeri yönetmek bir sanattır.” Ve bir uyarıda bulunuyor: “İktidar askerle kapışmamalı.” Asker sivil otoriteye bağlı olduğuna göre askeri yönetmek de sivil otoriteye düşer. Size bağlı bir kurumla kavga ediyorsanız her şeyden önce onu yönetemiyorsunuz demektir. Üç gün önce Türkiye’de çok önemli bir şey oldu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir Genelkurmay Başkanı, Org. İlker Başbuğ, başkomutanı olduğu Silahlı Kuvvetler’in moralinin bozuk olduğunu söyledi.
Şimdi... Bu söz hiç söylenmemiş gibi davranmak ne kadar mantıklı bir tavırdır? Genelkurmay Başkanı, ordunun moralinin bozuk olduğunu söyledikten sonra, bunun ne anlama geldiğini umursamadan, “Ne yapalım kardeşim, herkesin morali bozuk” diye konuya yaklaşmak, ne kadar gerçekçi bir tutumdur? Morali bozuk bir ordudan, kendisinden beklenen görevleri gereği gibi yerine getirmesi beklenebilir mi?
Bir ülkede ordunun morali bozuksa, o ülkede herkesin moralinin bozuk olması gerekir. Ordunun ve herkesin moralini düzeltmek de herkesten önce siyasal sorumluluk sahibi olanların görevidir. l Hikmet Bila / Vatan

* * *

GÜNÜN SÖZÜ
Elazığ Valisi Muammer Erol, “1 milyon lira için hazır duran Başbakan istemiyorum. ’One Minute’ diyen başbakan istiyorum” demiş.
Biz de yalakalığı onursuzluk sayan vali istiyoruz... l Fahrettin Fidan

* * *

Taş işçilerine döndüler
Fehmi Koru, ikinci yüzü, pardon yüzsüzdü resmi; ikinci kimliği olan Taha Kıvanç imzasıyla dün son kez Hindistan’dan bildirdi.
Gezi boyunca, “Cumhurbaşkanı ile başbakan arasında herhangi bir sorun bulunmadığını bir kez daha açığa vurma fırsatı verdikleri için”, bazı meslektaşlarına teşekkür etti.
“Sağ olsunlar, var olsunlar” dedi.
Yazdıkları “iki satırlık değerlendirme”yle Türkiye’nin gündemini değiştirdiklerini itiraf eden Koru’ya göre, yarattıkları tartışma ortamı, Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nın “etle tırnak misali” uyumlarının sürdüğünü göstermiş oldu.
Yandaş medyada köşen mi var derdin var...
Parası, pulu iyi güzel de, ağır iş yahu.
Baksanıza adamlar “zemin döşemek” ten taş işçilerine döndüler. Onca zemin malzemesini taşımaktan, beyin fıtığı olacaklar yakında...

* * *

‘Üstat’la tanışıklık nereden?
Vakit yazarı Hasan Karakaya, Necip Fazıl hayranlığı herkesçe bilinen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün davetlisi olarak katıldığı Hindistan gezisinde, kendisinin de tam bir Necip Fazıl hayranı olduğunu açıklamış.
Üslubuna bakınca, pek de öyle şairane bir yan çarpmıyor insanın gözüne ama, vardır bir hikmeti...
Bir gün, Başbakan’ın uçağında “Akif’e de hayranım” derken de rastlayabiliriz kendisine.
Resimlerine baktım da, Hasan Bey de öyle civanım delikanlı değil; yaşı epey var hani... Belli ki üstadın devrinden haberdar; ucundan kenarından yetişmişliği var.
Vakit’in “din düşmanlarına” korku salan kalemi,
Necip Fazıl’ı “Batakhaneye içtimai inceleme yaparken” kumar baskınına uğradığı günlerden mi tanıyor acaba?

* * *

Komşu kapısı yaptı
AKP’nin inşa ettiği polis devletini güçlendirmek amacıyla kurulacak olan Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı’na ilişkin birimler Bakanlıklar’daki eski Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği binasına yerleşmeye başlamış bile. Müsteşarlık her ne kadar İçişleri Bakanı’nın başkanlığına bağlanacak olsa da şimdiden binaya en çok ilgi gösteren, gidip gelen bakanın da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç olduğu söyleniyor. l Işık Kansu / Cumhuriyet

* * *

MİNİ YORUM
Anlayanlar anlamayanlara anlatsın

Bazı okuyucularımız “tam sağ-sol kalmamışken, yeniden düşmanlık filizlenmez mi” diye kaygılanmıştı. Dün Star Gazetesi’nde bir başlık vardı: Hamido ve Üçok suikasti, kopya cinayetten farksız. Sağ ya da sol; hepsinin aynı katil tarafından öldürüldüğünü ve aslında bütün mağdurların aynı tarafta olduğunu anlayanlar, anlamayanlara anlatırsa, bu günler yeni düşmanlıkları değil, nihayet akıl, mantık ve vicdanda bütünleşmeyi doğurur...

Yazarın Diğer Yazıları