Son söz niyetine...

Paris’te öldürülen 3 PKK’lının cesedini isyan bayrağına dönüştürmek istediklerinde, biliyorsunuz “hay hay” demiş ve Diyarbakır’ı bölücülere “tahsis etmişti” devlet.
“Bildiğiniz gibi” yapın demişti.
O gün, orada özerk bir devlet vardı sanki uzakta;
Ankara’nın polisi, askeri zinhar alana girmeyecek; PKK’lılar “kendi huzur, güven ve asayişlerini” kendileri tesis edecekti!
Dün güya bu “hata” tekrar edilmedi;
“Devlet”, Nevruz’un alet edildiği “kalkışma” alanına gitti.
Ve...
“Biji serok Apo” sloganları eşliğinde BDP’lilerle hopidi hopidi halay çeken karakol komutanı rezaletinin üzerine tüy dikmek ister gibi;
“Dağda ölen teröriste ağlayamayan insan değildir” vecizesinin sahibi Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven PKK’lıların çayını içti!
Misafir gibi!
PKK ev sahibi;
Devlet misafir!


***


“Devlet” PKK’nın çayını içerken, “memurları” da alanın girişine kurulan “güvenlik noktaları”nda “güya” arama yaptı;
Türk polisinin herkesi tek tek aradıktan, zararlı gördüğü alet edevattan arındırttıktan sonra “gir” izni verdiği alana;
En başta İçişleri Bakanı Muammer Güler’in “asmak suç” dediği Öcalan posterleri girmişti!
Alt tarafı birkaç bin tane; gözden kaçtı herhalde!
Hadi kalabalığın elinde sallandırdığı Öcalan’lar (Bu arada sallandırmak ne kadar yakıştı değil mi Öcalan’la aynı cümleye!) gözden kaçtı; ya günlerdir inşa edilen Öcalan’lı sahne?
“Gece-kondu” mu?
O polis noktalarından;
“Öcalan’a özgürlük” pankartları,
“Kürtlere statü” dövizleri,
“PKK paçavraları”,
“PKK’lıların fotoğrafları”,
Hepsi geçti.
O alana giremeyen bütün bunların giriş iznini veren devletti!
Bir tek kendini sokamadı, dağdan gelenin dahi elini kolunu sallayarak girebildiği o alana!


***


Şöyle bir temsili resim canlandırın gözünüzde mesela:
Ana haber bülteni spikeri promterden akan metni okuyor:
“Diyarbakır’daki Nevruz’u kana bulamaya hazırlanan teröristler son anda yakalandılar sayın seyirciler... Teröristlerin üst aramasında çok sayıda örgütsel doküman ele geçirildi.”
Ve ekranda şöyle bir görüntü belirir:
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi yazısı altına kurulan bir masada “suç aletleri” teşhir ediliyor:
Türk bayrağı...
Bir gencin yakasından düşmüş Atatürk rozeti...
Çantasından çıkmış bir “Nutuk” belki...


***


Adettir bizde;
Böyle durumlarda çıt çıkmaz;
Gözüne far tutulmuş tavşan gibi öööyle bakakalınır sadece;
En fazla efkarlı efkarlı bir “Sözün bittiği yer” patlatılır...
Gerisi yok, böyle işte üç nokta...
Orada kalınır.


***


Tamam;
“Hainler”i, “Alçaklar”ı, “Kahpeler”i, “Köpekler”i, “İtler”i, “Çakallar”ı, “Çapulcular”ı, “Şerefsizler”i, “Katiller”i, “Caniler”i, “Vampirler”i, “Küstahlar”ı savururken çok cömert davranmış ve en ağır sıfatların bile anlamını tüketmiş olabiliriz belki;
Ama bunlar olabilir mi “devletler kuran” bir milletin son sözleri?
“Devletler kurtaran” bir milletin son eylemi, “hakaretler savurup” sonra “oh be” ferahlamışlığında, dönüp arkasını gitmek olabilir mi?
“Devlet” tamam PKK’nın çayını içiyor belki, ya “millet” ?
“Son söz”ü tarihin her döneminde o söylemedi mi?
Şahin Bey, Sütçü İmam, Kubilay, Hasan Tahsin, Nene Hatun, Topal Osman... Hani bir uyuklama halinden sıçrayışın, sıçratışın timsali olan “Ne mozaiği ulan” kükreyişi var ya;
“Türk Milleti’nin çözüm sürecinin”, “Bismillah”ını bulursun onda!
Diyarbakır’dan seni tehdit eden güruha dön bir bak ve söyle şimdi;
Sen “Ne barışı ulan” demeden söz biter mi?
Kabul ediyorum;
Biz “kara sevda” çekerken “yari” eller aldı;
Eşkıya geldi dağa kaldırdı.
Vatanı namus bilen bu millet;
“Savulun ulan” deyip, “yari”ni çekip geri almayacak mi yani!
“Helal” edebilecek mi!


***


Çok affedersiniz ey halkım ama sormak zorundayım;
Kafayı mı yedin!
Dünyanın hiçbir coğrafyasında, hiçbir milletinde, hiçbir kültüründe teröristin “Mücadeleden vazgeçmiyoruz, daha yeni başlıyoruz, hedefimize siyasetle ulaşacağız” meydan okumasını “barış” sayıp yalayıp yutmanın, başka bir izahı yok çünkü...


***


Diyarbakır’da 2 milyon kişi mi topladılar;
Yarın 3 milyon ol sen de Bursa’da!
Onlar dört bir yana paçavralarını mı asıyorlar, sen de “bayrak” için buluş İzmir’de!
“Vatan” için koş Adana’ya!
“Birlik” ol Erzurum’da!
“Türkçe” haykır Konya’da
“Kardeşlik” halayına dur Elazığ’da!
Susma, “demokratik hak”kını kullan ve haykır İstanbul’da!
“Kurtar” bahtı kara maderini Samsun’da!
Ve “Türkiye” neymiş göster Ankara’da!
Bu saydığım iller MHP’nin yarından itibaren başlayacak mitinglerinin yapılacağı merkezler. Kullandığım ifadeler de bu mitingler aracılığıyla verilmesi planlanan mesajlar!
MHP evet bir siyasi parti ama, bu mitingleri “siyasi faaliyet” olarak değil toplumsal muhalefeti ayağa kaldıracak bir hareket olarak konumlandırıyor. Dolayısıyla sadece partililerini değil, Abdullah Öcalan’ın “örtülü başkan” haline geldiği bir düzene razı olmayan CHP’lileri, AKP’lileri herkesi davet ediyor meydanlara!
Benim çağrım da basın mensuplarına, “kamunun yararını” yani “milletin menfaatleri”ni gözeten gazetecilere, köşe yazarlarına;
Banu Güven’den, Osman Kavala’ya, Aslı Aydıntaşbaş’tan Fuat Keyman’a “ana akım”ın bütün makbulleri PKK paçavraları altında poz vermek üzere Diyarbakır’a koşuyorsa;
Tarih size de, bugün MHP yapıyorsa MHP ile, yarın CHP şu “akil adamlar” zırvasından vazgeçer ve “millet”le yürümeye karar verirse CHP ile, bu ülkenin her karışını gezmek, millete “razı mısınız” diye sormak ve aldığınız cevabı yazarak, anlatarak, yayarak, “halk da barış istiyor, her şey çok güzel, herkes çok mutlu” diyenlerin yalanlarını yüzüne vurmak görevini veriyor!
Köşelerinizdeki, ekranlarınızdaki son günlerinizi bu “tarihi görev”in ifası için kullanın;
Hiçbir şey değilse evladını bu vatana şehit vermiş anaların duasını alırsınız; o da size iki cihanda yeter zaten!

Yazarın Diğer Yazıları