Soğan ye; iyi geliyormuş unutkanlığa

Bir “Kürtçü” olabilir Taraf’ın manşetinde, bir “Ermenici” olabilir pekala... Ama bırakın bir Türkçü’yü, fikri Türk biri dahi asla!
İdeolojik bir hassasiyetten sanmayın ha, sırf “açılım” ikliminde olduğumuzdan. Bir gün özü, sözü Türk olanlar gelsin iktidara; bakın görün ilk bunlar bitecek ellerinde mezuralarla kafataslarımızın etrafında!
Ama bu çağda, hele bir de ön kapakta... Hele bir de manşetten dokuz sütuna! Kıyamet alameti değilse, tek “şart”ı güce biat olan dinlerinden aforoz ediliverirler valla! Bunun paniğiyle olmalı, bir “açıklama” koyma ihtiyacı duymuş Taraf dünkü manşetinin hemen altına:
“Bahçeli Taraf’ın manşetinde yer bulmasını YAŞ’a ilişkin şu sözlerine borçlu: Darbe iddialarını konu alan yargı süreçleri acil sonuçlandırılarak, darbe heveslisi kim varsa TSK’dan temizlenmesi sağlanmalıdır!”
Sanırsın “loca” Taraf’ın manşeti... Medyanın en “havadar” yeri, üfül üfül; hele de bu sıcaklarda millet kapılarında kuyrukta; “bizi de çıkar, bizi de çıkar birinci sayfana”!
Hem pardon “manşete çıkarmak” mı? Tırmanarak değil de yuvarlanarak gidilmiyor muydu oraya! Bırakın “yer bulmak” için didinmeyi, Taraf logosunu gören yolunu değiştirmiyor muydu; taş gelir, çamur sıçrar, lağım patlar kaygısıyla...
Peşin peşin anlaşmalı ki; “Taraf’ın manşeti” meseleyi ister siyasal, ister kültürel boyutuyla ele alsın, ister içgüdüsel bir kabulle, ister teorilerini hatmede ede bu ideolojiye mensubiyette karar kılsın, hiçbir Türk Milliyetçisi’nin kendisine “yer aradığı” bir konumda olabilemez!
Türk milliyetçisi olması da gerekmez, aklından zoru olmayan kim adı “tetikçi”ye çıkan, CIA’nın “gayrı nizami harp ileri karakolu” imajı çizen bir propaganda ortamında görmek ister ki adını!
Deniz Som’um ifadesiyle “dönek oğlu dönek”, Fethi Naci’ye göre “tiksindirici”, Yalçın Küçük’ün bakış açısına göre “küfürbaz”, Uğur Mumcu’nun deyimiyle “liberal tosun, kendi tarifiyle sado-mazohist Ahmet Altan, “genlerinin tarihi”ni de mi bilmezsin ki, hiç utanmadan “demokratlığından” nasiplendirmiş pozu kesiyorsun milliyetçileri!
Şimdi sen, dev aynasının karşısında yazılmış o üç satırlık “açıklama”dan meder umuyorsun ya! Olmaz; o satırlar önce baban Çetin Altan’ın adının altına iliştirilmedği sürece kim-senin boynuna yafta olmaz! Vazgeç, şifanı seni sahip olmadığın cüssede gösteren dev aynalarında arama, onun yerine vur kendini bir manav tezgahına, soğan yüklen çuval çuval gazetenin balkonuna. İyi gelir tam kadro unutkanlığınıza!
Öyle ya...
28 Mayıs 1960 sabahı “Bize bugünleri tattıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışılan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. Bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor; övünüyor, seviniyoruz” diye tempo tutan baban değil mi?
Ya ders alması gerekirken tam tersine 14 Mart 1971 günü “Ve şahmerdan güm diye indi” diyerek bu kez 12 Mart’ı alkışlayan! “Biz feodal gölgeli parlamentoyu değil, Orgeneral Batur’un imzasını taşıyan muhtırayı tutuyoruz” diye yazan!
Diyeceksiniz ki bakalım, bu adam “darbeci oğlu darbeci” mi; babası darbe şakşakçısı diye Ahmet Altan’ın suçu ne ki?
Hay hay, bakalım:
Solculuğun artık alkış almadığını gördüğü anda keskin bir U dönüşü yaparak ‘Boş ver ağabey, bana ne, ben mi kaldım dünyayı düzeltecek?’ diyen ve 12 Eylül darbecilerinin kurduğu düzenin dümen suyuna giren; Özal güzellemeleri düzen, “ekmeğini darbeden çıkaran netekim!”...
Oğul Altan değil miydi?
Ya Ahmet Altan “azizelerin içindeki orospuyu, orospuların içindeki azize”yi aradığı edebiyat şaheserleriyle köşeyi dönerken, bu ülkede hemen her köşe başında ölenler kimlerdi?
Onlar “darbe zengini” olurken... Bu ülkede “idealistler”in değil yalnız ve ancak “dönekler”in kazanmasına elverişli yeni bir sistem inşa edilirken... “Eski tüfekler” bir bir liberalleşir ve filmler, şarkılar, konserlerle “davaları”nı kapitalizmin hizmetine sunarken...
Tabutluklarda ezilenler, hücrelerde işkenceden geçirilenler, idam sehpalarına konulanlar kimlerdi?
Okulunda kan donduran işkencelerden geçirildikten sonra, pompayla hava doldurulan ciğerleri patlatılan ve sonra da pencere camından atılan Dursun belki... 14 yaşında cezaevinde konulan Velican... Dokuz idam sehpasında boyunlarına dokuz yağlı urgan geçirilen dokuz gencecik fidan... Biri 17’sinde idam edilen Cevdet olabilir mi? Veya gördüğü işkenceden deliren Ali Bülent diğeri... 30 yıl sonra riyakar siyasetçilerinin gözyaşlarıyla kirleteceğini bilmeden, gözlerini “Allah yolu”nda öldüğünü bilmenin huzuruyla kapayan Mustafa belki!
Hiç fikrin var mı onlar kimdi?
Onların annelerinin, babalarının, çocuklarının, eşlerinin, sevdalılarının gözlerine baktığında yüzüne tokat olup çarpan o “yara” var ya, hıh işte “darbe” denir ona!
Aslen porno yazarı Ahmet Altan; ağzından düşürmediğin “darbe”nin ne olduğunu öğrenmek istiyorsan, onu bando-mızıka ile selamlayan babana değil binlerce gencini şehit veren; herkes edebiyatını yapmakla meşgulken hala cezaevlerinde ömür tüketen Türk Milliyetçileri’ne soracaksın!
Sormazsan mı; böyle kendi kazdığın kuyunun dibini boylarsın diyeceğim ama, alışıksın değil mi çukurunda çırpınmaya!


Oral Çalışlar “pencere önü çiçeği” gibi

Cuma akşamı... CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın sunduğu Tarafsız Bölge’yi dinliyorum gözlerim kapalı!
Evet evet izlemek yerine dinlemeyi tercih ediyorum. Figüranın yüzü bırakın kızarmayı artık pembeleşmeyi bile unutmuş olsa da, ben utanıyorum onun adına, düştüğü acınası hale baktıkça... Kulaklarım Kemal Burkay’ın zehir saçan sözlerinde değil hemen yanında oturan Oral Çalışlar’ın sessizliğinde o dakikada!
Sanırsın “pencere önü çiçeği”! Şarkıdaki gibi, “porselen bir saksıda süs” niyetine kondurmuşlar onu oraya. Orada öylece bütün kerameti Kemal Burkay’dan menkulmüş gibi otursun diye bir kere daha... “Devrimciler”in yanında oturduğu gibi vakti zamanında; “liberaller”in yanında oturduğu gibi, “siyasal İslâmcılar”ın yanında oturduğu gibi...
Kapatıyorum gözlerimi. Kulağım ağzı açık vaziyette, hayranlıkla Burkay’ı izleyen Çalışlar’ın söyleyemediklerinde:
“Deniz Gezmiş’le Samsun’dan Ankara’ya “Tam bağımsızlık için Mustafa Kemal Yürüyüşü”ne çıkan ben mi duruyorum uğruna Atatürk posterlerinin üzeri örtülen bu adamın “sağ kol” hizasında! Ben mi vokal yapıyorum “federasyon” dediği anlarda. Hem de sırf yeni “yükselen değer” fotoğrafında yer bulabilmek uğruna ha! Yazıklar olsun bana!!”
Ama yok, sessizliğin içinden yükselen çığlığa yol verecek kadar bile yürek yok Çalışlar’da!
Sahibinin vereceği suya, göstereceği gün yüzüne muhtaç bir pencere önü çiçeği gibi; ne kadar da zavallı duruyor karşımızda!.



BASINDAN SEÇMELER


Konuşmayan general için dış güçler çok çabaladı...

Hep merak etmişimdir.
George Soros nasıl biliyor?
Yaman Törüner’in yazısında bu sorunun cevabı şu satırlarla veriliyordu: “Soros’un dünya çapında ülkeleri kapsayan geliştirilmiş bir iletişim ağı vardı. Bu ağ içinde ülkelerin bakanlarından, üst düzey bürokratlarından, siyasi ve ekonomik poltikalarını etkileyecek kişilerden oluşan bir takım bulunuyordu. (!)....Soros’un yardım ağı içinde yer alan Açık Toplum Enstitüleri’nin Türkiye Temsilciliği ” Açık Toplum Vakfı “ adıyla faaliyet gösteriyor. 2001-2006 yılları arasında Türkiye’deki çalışmaları desteklemek üzere 8 milyon dolar ayırdı.... Vakfın desteklediği kuruluşlar arasında TESEV, AÇEV, Tarih Vakfı, Açık Radyo gibi kuruluşlar var... Türkiye’de Vakfın Danışma Kurulu üyeleri arasında Ümit Boyner, Eyüp Can, Can Paker, Neşe Düzel, Eser Karakaş gibi tanınmış kişiler de bulunuyor...”
Soros’un sırrı bu!
Devletin içine giriyor.
Üst bürokrat ayarlıyor.
Bakanları ekibe alıyor.
Bilgileri önceden ediniyor.
Bütün tahminleri tutuyor!
Haliyle çok kazanıyor.
Kazandığından birazını da; “Birinci Cumhuriyetleri İkinci Cumhuriyete dönüştürme amacı ile ” böl ve yönet “ stratejisine hizmet olsun” diye aktarıyor.
Hasdal hapishanesinde tutuklu generalleri Bürüksel’e tayinle sonuçlanan Yüksek Askeri Şura toplantısından bu 7kez “generaller konuşmayacak, siyaset yapmayacak” eğilimi çıktı.
Konuşmayan generallerin üretilmesinde Soros’un parasal destek sunuduğu kuruluş ve kişilerin çok emeği var. Eski Büyükelçilerden Onur Öymen’in Web sitesine koyduğu 95 sayfalık CESS raporunda “Türkiye’de konuşmayan general nasıl üretilir” çabalarını belgeliyor. Ayını kurumlar. Aynı isimler.
Bu raporda; “konuşmayan general üretmek için dış güçlerin de çok emek harcadığını” adım adım, isim isim okuyabilirsiniz.
Necati Doğru / Sözcü



AKP’nin Zihni Sinir projesi

Yazacaklarım satırı satırına gerçek:
Tam dokuz yıldır işsizliğe çare bulamayan AKP iktidarı sonunda muhteşem (!) bir çözüm üretmiş...
Adı; ”ilacı olmayan kellere, kellik merhemi sattırma projesi!“
Olay şöyle:
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, iş bulmada başarısız olmuş üniversite mezunlarını, ”İş ve Meslek Danışmanı“ yapacakmış...
Üniversite mezunu işsizler arasından 2 bin kişiyi, İŞKUR’da ”İş ve Meslek Danışmanı“ olarak çalıştıracakmış...
Böylece 2 bin işsiz, iş arayanlara ” uzman işsiz rehberliği “ yapacakmış...
Yani kendi kellerine bulamadıkları merhemi, başkalarına satacaklarmış...
Bu müthiş projenin mimarı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik... Dünyada bir eşi benzeri daha olmayan eseriyle ne kadar övünse
azdır...
Mustafa Mutlu / Vatan




Cumhuriyet Orhan Pamuk’a etek giydirdi!

Cumhuriyet gazetesinin mizah ekinde yer alan şu satırlar Nobel uğruna “Türkler bir buçuk milyon Ermeniyi kesti, otuz bin Kürdü öldürdü” diyen Pamuk’un “tiraj” uğruna neler yapabileceği konusunda hayli ufuk açıcı:
“Elif Şafak’ın kapağında erkek kılığına girdiği İskender adlı romanının 250 bin satması üzerine 15 dakikalık bir kıskançlık krizi geçiren Orhan Pamuk acilen yayıncısını aradı ve bunun altında kalmamaları gerektiğini anımsattı.
Nobelli yazarımızı telefonda sakinleştiren yayıncısı, kendisinin zaten bu iş üzerinde çalıştığını ve az önce matbaaya verdiği yeni Orhan Pamuk romanının kapağıyla en az 1.5 milyon satışı şimdiden garantilediklerini söyledi.
Bu güzel haber üzerine oldukça rahatlayan Pamuk’a da küçük bir ricada bulundu:
” İstersen kapağın içini dolduracak sayfalar için bişeyler karala yolla, hemen dizgiye verip kitabı piyasaya sürelim. “

Yazarın Diğer Yazıları