Sizin çocuklarınız oldukları için utanacaklar!
Barzani’nin (Elbette Talabani’nin de) Türk siyasilerle temasındaki emektar(!) köprülerden Cengiz Çandar “Tayyip Erdoğan ile Mesud Barzani-Şivan Perwer arasında gerçekleşen Diyarbakır buluşması, ‘geri döndürülemez’ sonuçlar üreterek, tarihe geçti ve ‘tarihi’ oldu. (...) Evet. Bu, bir ilk idi ve tarih kaydına geçti” diyordu dün.
Tarihe geçen tek şey bahsettiği “buluşma” değil. O “buluşma”ya dair yazılan, çizilenler, seçilen pozisyonlar, tutulan taraflar, konulan ve konulmayan tavırlar da “tarihe” geçti.
Mütareke basınına rahmet okuttular!
Mesela;
Hürriyet, 16 Kasım 2013’ü “coşkulu gün” diye etiketleyen ve adını “Çözüm Baharı” koyan manşetiyle,
Milliyet, Barzani’nin “Türkçe barış” istediğini ileri sürmesi ve “cezaevlerinin boşalması” taahhüdünü “tarihi mesaj” diye nitelendirmesiyle,
Sabah, “Tarihi buluşma” diye yere göğe koyamaması ve bütün olan bitenin üzerini “Biz Kardeşiz” lafıyla örtmesiyle,
Posta ve Akşam “düet”e vokal yarışına girişmiş gibi attıkları Kürtçe “Bijî Aşitîû Biratî” ve “Megri Amed” manşetleriyle,
Habertürk, Radikal, Vatan, Taraf, Cumhuriyet “Cezaevleri boşalacak” sözünü alkış tutar gibi yaldızlı puntolarla duyurmalarıyla,
Zaman, dershane küskünlüğünden sebep küstüm oynamıyorum dediğinden manşetten duyurmasa da “genel af müjdesi(!)”ne kayıtsız kalamamasıyla,
Bugün, aynı şekilde “Af Sinyali”yle,
“Yeni Türkiye” ye uyum sürecinde “Yeni Türkiye”ye dönüşüp ilk iş Türk bayrağından kurtulan(!) propaganda bülteni “Çözüm sürecinde yeni bir sayfa... 2. Diyarbakır Açılımı” diye kutlamasıyla,
Star, Kürtçe “Biji Bratî” notuyla attığı “Yaşasın kardeşlik/ Erdoğan’ın Diyarbakır devrimi” narasıyla,
Takvim, meşe dallarından üzerinde güle oynaya oturan zevatın fotoğrafının üzerine “Mahşere kadar kardeşiz” yazmayı sindirebilmesiyle,
Özgür Gündem, “Söz yetmez” deyip icraata çağırmasıyla,
Milli Gazete, yaptırdığı mescidin derdine düşüp değil mescid yapmak, alnını secdeye değdirecek “kirlenmemiş” tek karış toprağının kalmayacağı süreci es geçmesiyle,
Güneş, skandal kolajı “Yeni Türkiye” diye sarıp sarmalamasıyla,
Ülkede hedef göstermediği kişi-kurum kalmayan Yeni Akit “Mahşere kadar kardeşiz” ironisiyle,
Yeni Asya, “Mazlumların Ümidi İslam Dünyası” diye katilleri mazlum ilan edişiyle,
Yeni Milat, bu ülkede oluk gibi akan kanın üzerine “Elhamdüllillah” çekebilmesiyle,
Tarihe geçti.
Ve yazık ki eli-vicdanı bu manşetleri atmaya varabilenlerin hiçbiri “tarihte ilk” değildi! Bu ülke, bu millet ihaneti perdeleme yarışına giren kalemşorlara hiç yabancı değildi! Vaktiyle, “Müdafa-i Milliye mensupları tutuklanmalıdır”, “İdam, idam, idam Mustafa Kemal cezasını bulacak”, “Yunanlılara kayıp verdirmek bizim için hayırlı bir şey değildir”, işgalcilere aşkla “Ankara Türkiye’yi dostlarından boşaltmak istiyor”, Kurtuluş Savaşı için “Milleti öldürerek mi milletin hakkını savunacaksınız” diye yazmak neyse; yukarıda okuduklarınız da o.
Türkiye işgal edilmiş bir ülke olsaydı, her bir gazetenin matbaasında bir işgal komiseri görevlendirilmiş olsaydı, yazarların, muhabirlerin, yayın yönetmenlerinin, editörlerin başlarının üzerinde “düşmanın” giyotin tezgahı sallanıyor olsaydı ancak bu kadarını yazarlardı!
Ve fakat...
Ah bir de ibret alınmayan tarihin tekerrüre mahkum olduğunu idrak edebilseler... Ah bir de o başlıkları atanların son nefeslerini nasıl bir yokluk, yoksulluk, yalnızlık -ve ihtimal dahilindedir ki- pişmanlık içinde verdiklerini; nasıl arkalarına bakmadan kaçmak zorunda kaldıklarını, sürgünlerini hatırlayabilseler... Bu devranın bir gün döneceğini... Ve er geç her işbirliğinin diyet gününün, bedel gününün geleceğini...
Vicdanları susturdular...
Rüzgar “nereden” estiyse artık medyaya; sair zamanda Diyarbakır’daki rezalete asla “barış” demeyecek, asla “çözüm” demeyecek asla allayıp pullayıp zehiri ballı börek tabağında servis etmeyecek isimler bile sus(turul)muşlar. Evet, tamam, kabul şakşak kuyruğuna girmemişler ama aksi yönde de tek satır yaz(a)mamışlar.
(Ki Güngör Mengi gibi bütün bu olup bitenin ne anlama geldiğini idrak tecrübesine sahip olup da, çareyi “Barışa inanç kaybolmamalı” orta yolculuğunda aramaktan daha iyidir hiç yazmayarak, sahnelenmesine mani olmadığın bu tiyatronun dışında kalmak...)
“Ötekiler” mi?
“Kürdistan” için şükran ritüeli
Nagehan Alçı-Rasim Ozan Kütahyalı çifti bir tür “şükran ritüeli” yle başlamışlar mesela Kürdistancıların “düğün-bayram” ettiği güne. Alçı “Sabah erkenden Rasim’in çaldığı Ahmet Kaya parçalarıyla uyandım. 16 Kasım 2000’de, ülkesinden uzakta, ani bir kalp kriziyle keder içinde hayata veda etmişti Kaya. ’Keşke dedik’sesi kulaklarımıza çalınırken, ’keşke bugün, 13. ölüm yıldönümünde Amed’de o da olsaydı’...” yazdı dünkü Milliyet’te.
“2005’te Mesud Barzani Kürdistan bölgesi başkanı seçildiğinde Erbil’deydim. Barzani’den ilk röportajı alabilmek için tam bir hafta bekledim” deyip peşmerge başıyla yan yana fotoğrafını paylaştı köşesinde; çorbada kendi tuzunun da olduğunu kanıtlamaya çalışır gibiydi!
Ve elbette bağlılıklarını bildirme seremonisini es geçmedi:
“Kim ne derse desin... Tayyip Erdoğan çok büyük bir lider!”
“Barışın resmi”ne zamandan beri “kan” rengi
“Akil” Hilal Kaplan’ın yazısının başlığı Kürtçeydi. Yüz yıl önce cetvelle çizilen sınırların geçerliliğini kaybettiğini ilan etti.
Hiç sormak aklınıza geldi mi:
Acaba “yeni sınırlar” neyle çizilecek ve nereden geçecekti?
Hilal Kaplan gibi Yeni Şafak yazarı olan Süleyman Gündüz de okura Kürtçe seslenmeyi tercih etti. Gazetenin başka bir köşesinde ise Ergün Yıldırım Erdoğan’ı “Kürt siyasetinin de lideri” olarak takdim etti.
Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi sıkça yaptığı gibi “gazeteci” olduğunu unutup kendisini siyasi iktidar kadrolarıyla özdeşleştirerek, birinci çoğul şahıs ağzıyla haykırdı:
“Barışın resmini yaptık!”
Sahi “barış” nasıl bir şeydi?
Cennetlik bildiğimiz şehitlerimize kabir azabı çektirmek mi?
Mezarlarında ters döndürmek mi?
Sızım sızım sızlatmak mı kemiklerini; ruhlarını huzura erdirmemek mi?
Neydi “barış”ın rengi?
Milletin gözünü “kan kırmızısı” boyayarak nasıl yapılabilirdi “resmi” ?
Anaların gözyaşları üstünde düğün yaptılar
Bugün’ün, “kızlı-erkekli gayrimeşru yaşayan”larla dava arkadaşı olup, omuz omuza “akillik” yapan muhafazakar-demokratı Ahmet Taşgetiren çocuklar gibi şendi:
“300 gelin, 300 damat. Bilinmiyor kaç gelin Kürt kaç gelin Türk. Sevmişse Türk Kürt’ü kim engel olabilir ki gönül gönüle buluşmalarına?
Cıvıl cıvıl bayramlık-düğünlük elbiselerini giymiş binlerce Kürt-Türk kadını. Babalar, anneler, bacılar, kardeşler... Cıvıl cıvıl çocuklar.
Ya da Diyarbakır’da bir meydan. Bayrak bayrak coşuyor.
Onların arasında Türkiye’nin Başbakanı. Kuzey Irak Kürt yönetiminin lideri.
Yüzler gülüyor.
(...)
Türk Başbakan, Kürt Başkan, terör tuzağında can vermiş bir gencin arkasından ağlamak için oluşturulan bir yas töreninde buluşmuyorlar artık, düğün bu, bayram bu.”
Ve ben bir nebze tanıyorsam mensubu olduğum bu milleti; azıcık hissedebiliyorsam “ana yüreği”nden geçenleri; Diyarbakır’da her tokmak inişinde bir davula, Trakya’nın, Anadolu’nun bir şehrinde, bir köyünde, bir kasabasında bir ananın bağrı deşildi. “Ağlamayacak” denilen analar, evlatlarının kanlarının “Kürdistan’a feda edildiğini” gördüler ya; kanlı gözyaşları sel oldu, aldı götürdü “Allah zeval vermesin” dedikleri devlete olan güvenlerini, “sağolsun” dedikleri vatanlarına aidiyetlerini. Mezara girdi her biri diri diri; şehit analarının, babalarının, şehit eşlerinin, şehit öksüzlerinin-yetimlerinin selasıydı vokal yaptıkları düetleri!
İlk Kurşun Şehitlerinin kemikleri sızladı
Star’ın rektör yazarı Sedat Laçiner’e göre “çözüm sürecine hayat öpücüğü”ydü, Sabah’tan Mahmut Övür’e göre “barış ve kardeşlik manifestosu”...
“Yeni Türkiye”nin akil Yıldıray Oğur’u rövanşistlere has hazzı gizleyemiyordu:
“İşte dün o aşiret reisi denen Barzani ve o muhtar bile olamaz denen Erdoğan’ın günüydü. 21 Martta Öcalan’ın herkese yeniden hatırlattığı ” Zamanın ruhu “ böyle olmasını istedi...”
Yeni Şafak’ın başındaki İbrahim Karagül “Bu aşamadan sonra ilk kurşunu atan hepimizin suçlusudur. Akacak kanın suçlusudur. Tarihin suçlusudur. Artık el ele tutuşulabiliyorsa o eli bırakan suçludur.
Geçmişin ve geleceğin tüm günahlarından sorumludur.” dedi.
Oysa biz vatan toprağına göz dikenlere ilk kurşunu attığı için bu kadar sevmiştik Hasan Tahsin’i; onun için abîdeleştirmiştik; sokak sokak, meydan meydan ölümsüzleştirmiştik ismini!
Bunun için sevmiştik Güney Cephesi’nin direnişini başlatan Dörtyollu Mehmet Çavuş’u!
Anladınız mı şimdi Balyoz’un kime, neden indiğini
Ve itiraflar itirafları kovaladı:
Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş “Erdoğan’ın “Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını inşallah göreceğiz” sözü, belki de günün en önemli sözüydü. Cezaevleri herhalde sadece KCK tutukluları için boşalmayacak? Herhalde Başbakan, hepimiz için yeni ve daha özgür bir Türkiye’nin inşasından söz ediyor. Herhalde gazeteciler milletvekilleri, avukatlar, haksız yere cezaevinde bulunan herkesi kastediyor. Erdoğan’ın bu ifadelerini cesur buldum. Sadece Kürtler değil; İzmir adına, Antalya adına, Gezi’de demokratik hak mücadelesi verenler adına da umuda kapıldım. Mustafa Balbay adına umuda kapıldım...” yazdı.
Fehmi Koru’ya göre Erdoğan’ın konuşması “Yazarlar, düşünürler, sanatçılar, gazeteciler için cezaevlerinin kader olmaktan çıktığı bir ülke olacağı müjdesi”ydi.
Cengiz Çandar “Yani, gelecek farklı olacak, dağdakiler inecek, cezaevleri boşalacak. O gün geldiğinde, dün Diyarbakır’da Şivan’ın İbo’yla birlikte söylediği ‘Megiri’ (Ağlama) şarkısı, gerçekten bir ’barış ve mutluluk konçertosu’olarak, Kürtleri ‘büyüleyecek’. Diyarbakır’da dün yaşananlar ‘tarihi’ idi gerçekten; geri dönüşü yok. ‘Umuda yolculuk’başlamış gibiydi...” dedi.
Ömrünü PKK’yla mücadeleye adayan kahraman Türk askerlerinin, gazilerimizin, bu iktidarın terör örgütüyle yürüttüğü pazarlığı deşifre eden gazetecilerin, siyasilerin, sonunun nereye varacağını, “gizli ajandaları”nı anlayın diye yazan, çizen, konuşan aydınların neden bir bir “kafeslendiğini”, neden “müebbet” lere mahkum edildiğini anladınız mı şimdi?
***
Hepsi tamam; yap-bozun bütün parçalarını yerli yerine oturtuyorum ama düşünüyorum taşınıyorum, kafa patlatıyorum yine de bir tek şeyi anlayamıyorum ben hâlâ:
40 bine yakın insanın katlinden sorumlu bir caniyi, kundaktaki bebeklerin bedenlerinde kurşun delikleri açanları, gencecik kızları, kadınları lime lime doğrayanları, senin evladını, ötekinin kardeşini, diğerinin eşini, berikinin ağabeyini, bir başkasının amcasını, dayısını ama her birimizin mahallesinden, sokağından, evinden bir canı hain pusularda, kalleşçe, alçakça bizden alan, koparan katilleri affettikten sonra nasıl bakacaklar kendi annelerinin, babalarının, eşlerinin, çocuklarının suratına; daha fenası devran döndüğünde çocukları onların adını, onların kanını taşıdıkları için ne hissedecek acaba!
Talimatlı medya bayram yaptı muhalif gazeteler sert çıktı
Medyanın büyük bir bölümü dün aynı elden çıkmış gibi manşetleriyle, dedesi, babası, çoluğu-çocuğu, kendisi, defalarca hedeflerinin Türkiye’den de toprak kopararak “Büyük Kürdistan”ı kurmak olduğunu söyleyen Barzani’nin Diyarbakır’daki “gövde gösterisi”ne alkış tutarken, muhalif gazeteler “durdukları yere göre” eleştirel bir tutum takınmayı tercih etti. Evrensel, Barzani açılımının “seçim yatırımı” olduğunu söylerken, BirGün “tutarsızlık” suçlamasında bulundu. Ortadoğu “Türk’ü sildiler ihaneti kutladılar” diye tepki gösterirken, Sözcü “Bugün elini veren yarın kolunu kaptırır” uyarısında bulundu. Aydınlık “PKK’ya af sözü”, Yurt “Seçim Kozu”, Yeni Mesaj “Nereden Nereye”, Sol ise “Barış Değil Boru” manşetlerini tercih etti.