‘Size zorla Kürtçe öğretselerdi...’(!)

Uzun yıllardır ‘Ana dilde eğitim’ başlığı altında Kürtçenin resmi bir dile dönüştürülmesi talebi dillendiriliyor, terörün bitmesinin en önemli ayağının bu meselenin halledilmesine bağlı olduğu, bir takım bölücü çevreler tarafından gündeme
taşınıyordu.
Bölücü unsurların gündeme taşıdığı bu talep, zamanla İslamcı, liberal ve sosyalist kesimlerin de desteğini aldı ve kamuoyuna oldukça masum bir talep gibi sunuldu.
Kürtçe ile ilgili talep ‘Ana dilde eğitim’ hakkının resmen tescili ile sınırlandırılmadı. Özellikle gündemde olan anayasa değişikliği için gene aynı çevreler, Kürtçenin ikinci resmi dil olarak anayasada tescil edilmesini de ‘barış’ sürecinin önemli bir şartı olarak ortaya
koydular.
En son BDP’li Selahattin Demirtaş partililerine hitaben yaptığı konuşmada ‘Sen Kürtçeyi öğreneceksin. Kürtçe konuşmazsan bu okula gelemezsin, sınıf geçemezsin denilseydi ne yapardın? ‘Biz bunu kabul edelim’ der miydin? Yoksa benim ana dilim Türkçedir ben Türkçe öğrenmek istiyorum mu derdin. Bunun cevabını samimiyetle ver. Sen, ne diyorsan biz kabul ediyoruz. Ama bunun cevabını samimiyetle ver. Biz de çocuklarımıza zorla Türkçe eğitim verilmesini kabul edeceğiz. Ama yok ben böyle bir şeyi kabul edemem diyorsan, ben buna asla müsemma gösteremem, izin veremem diyorsan, o zaman bir Kürdün de duygusunu anlaman lazım’ diyerek, Başbakan R.Tayyip Erdoğan’a seslendi... İlk bakışta ne kadar masum ve insanî duruyor değil mi? Aslında Demirtaş’ın ağzında gevelediği, direkt söyleyemediği; ‘bağımsız devlet olmak istiyoruz, gel şunu güzel güzel ver’ demekten başka bir şey değil.
Eğer birisi size mevcut resmi dilin yanında ikinci bir dilin olması gerektiğini söylüyorsa, talep ettiği o ikinci dili konuşanların nam-ı hesabına devletin hükümranlığını paylaşman gerektiğini söylüyordur.
Dil, bir devletin hükümranlık sembolüdür. O devlet bütün vatandaşları ile o dil vasıtası ile temas kurar. Bir dil resmi hüviyet kazanmışsa, o artık bir kültürün ya da etnik bir yapının unsuru olmanın dışına çıkmış, devletin bütün vatandaşları ile temas kurabilmesinin aracı olarak siyasî hükümranlığın en önemli parçası haline gelmiş demektir.
Resmi dil Türkçe’nin, eğitim ve öğretiminin mecburi olmaktan çıkarılmasının pratik sonucu, fiilen bölünmedir.
Artık bir tek resmi dil olmadığı için okullar, hastaneler, ordu, emniyet, adliye teşkilatları ve aklınıza gelecek devlete ait bütün kurumlar, farklı bir dille hizmet vermek mecburiyetinde kalacağından dolayı ayrılacak, o dili konuşan ve anlayanlar tarafından var olan kurumlara ikincileri eklenecektir.
Ordusu, emniyeti, adli teşkilatları, okulu ve diğer devlete ait kamu unsurlarına sahip olan bir yapının varlığı demek, aynı zamanda bir başka devletin varlığı anlamına gelecektir. İş bu aşamaya geldikten sonra bağımsız bir ‘Kürdistan’ için hiçbir engel kalmamış olacaktır.
Hükûmetin bölücübaşı ile masada müzakere ettiği şey de tam olarak budur.
Selahattin Demirtaş’a ve onların paralelinde düşünlere bir hatırlatma yapalım; Eğer bir devlet vatandaşına resmi dilini öğretmekten vazgeçmişse, o devlet aynı zamanda hükümranlık haklarından da vazgeçmiş demektir.
Müzakere sürecinin nasıl işleyeceğine ve masada hangi konuların görüşüleceğine dair hükûmet kanadından bir bilgi verilmedi ama görünen o ki bölücübaşı tarafından masaya getirilecek en önemli gündem maddesi, bu konu olacak.
Bu sürecin sonucunu hep beraber yaşayıp, göreceğiz... Canımızla, kanımızla bedel ödeyerek kazandığımız topraklarımızı, tarihte çokça yaptığımız gibi müzakere masalarında terk mi
edeceğiz?..

Yazarın Diğer Yazıları