Siz susun canım komutanım!
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in Başbakan’ın ailesine kadar uzanan yolsuzluk operasyonundan sonra yaptığı “Türk Silahlı Kuvvetleri, hiçbir şekilde siyasi tartışmaların içerisinde yer almak istememektedir” açıklaması ve MGK’da Başbakan’a “Komutanlara da aynı kumpas kuruldu” diyerek “yeniden yargılama” talep ettiği iddiası üzerine, Mustafa Önsel’in masamın üzerinde uzun zamandır yayınlanmayı bekleyen mektubunu paylaşmak şart oldu.
Kime dua ediyorsunuz
Balyoz Davası’ndaki cezasının onanmasının ardından mektupları “er” sıfatıyla yazan Kurmay Albay Mustafa Önsel, 29 Ekim resepsiyonundaki açıklamalarının ardından, kendisiyle aynı kaderi paylaşan bütün silah arkadaşları adına bakın nasıl seslenmişti Özel’e:
“Komutanım;
Malumunuz mu bilmiyorum, Yargıtay’ın 9. Dairesi’nin vicdansız ve hukuk dışı kararıyla, aralarında benim de bulunduğum 131’i muvazzaf, toplam 237 personelin cezaları onandı.
Sizin ne diyeceğinizi beklerken öğrendik ki, siz yurtdışı ziyaretindeymişsiniz. Gazetelerde resimlerinizi gördük, dua ediyordunuz. “Kime acaba” diye düşünmeden edemiyor insan. Bu gezinin, bize göre TSK’yı yakından ilgilendiren Balyoz kararlarının açıklanacağı gün yapılması, umarım bilinçli bir tercihiniz değildir. Ama en azından böyle algılandığını bilin!
(...)
Gezi sonrası yurda döndüğünüzde, sizden, bu vicdansız kararla ilgili kamuoyunu aydınlatan bir açıklama bekledik, sadece Hasdal’da söylediklerinizi ifade etseydiniz yeterdi. Ama yapmadınız. Basın bunu sorgulayınca da, “Balyoz”la ilgili ben diyeceğimi dedim” demişsiniz. Allah aşkına ne dediniz?
Kaç kamu görevlisi “öl” emri verebilir
Arkasından da suskunluğunuzun sebebini “Kamu görevlisi olmakla” açıklamaya çalışıyorsunuz. Söylediğiniz doğru da, biraz eksik. Bu ülkede kaç kamu görevlisi astlarına “öl” emri verebilir? Hatırlatayım, siz askersiniz canım komutanım. Bir savaş sırasında, gerektiğinde insanlar, sizin bir emrinizle ölüme koşacak. Bir başka kamu görevlisi örneğin Karayolları Genel Müdürü, böyle bir emir verebilir mi? Peki, bizim düşürüldüğümüz durum ile son açıklamalarınız sonucu, astlarınıza yukarıdaki emri verebilir misiniz? Verirseniz bu emri yerine getirirler mi sizce?
Cevabını biliyorsunuz? Bizi kalleşçe betona gömerlerken, gerçekleri kamuoyuna iletmek amacıyla, bizimle ilgili bir açıklama yapmayı bile, kendisi için risk olarak görüp susan komutana, gerçek anlamda ne kadar güven duyulabilir ve onun emriyle nasıl ölüme gidilebilir?
(...)
Sizin yüzünüzden...
Hasdal’da “Savunmalarınızı kısa tutun. İyi şeyler olacak” dediniz. Bu söyleminiz üzerine çok büyük çoğunluk, savunmasını 1 ila 10 dakika arasında bitirdi. Sonucu hepimiz gördük. Belki iki yıl daha devam edecek dava, sizin bu yanlış yönlendirmeniz yüzünden, süratle sona erdi. Bizden iki yıl önce başlayan çok daha az kapsamlı davalar halen devam ederken, bizim hükmümüz Yargıtay tarafından bile onandı.
(...)
Sizi yanlış yönlendirene değil de neden bize afra tafra yapıyorsunuz?
(...)
“TSK’nın acımazsızca eleştirilmesinden “ yakınmışsınız. Biz de acımasızca cezalandırıldık. Bununla ilgili neden tek kelime etmiyorsunuz. Ayrıca TSK’yı değil, sizin bu tutumunuzu eleştiriyoruz.
“TSK’yı siyasal ortamdan uzak tutuyorum” sözü ne anlama geliyor? Bizi, yani hukuksuzca içeri tıkılan TSK personelini savunmak siyasallaşmak mı oluyor?
“TSK, mutlak itaat ve disipline bağlı bir yapı” demişsiniz. Öyleydi. Ne zamana kadar? Komutanların ‘git’ emriyle gittiğimiz ve düşman hukukunun nasıl uygulandığının şahidi olarak ağır cezalar aldığımız, Balyoz Davası’na kadar.
“Yıkıcı eleştiriler sonucu zafiyet oluşur” sözünü etmişsiniz. TSK’nın onlarca subayı, sahte bir CD ile en ağır cezalarla tasfiye edilecek, Deniz Kuvvetleri’nde neredeyse gemi komutanı kalmayacak, bunu yapan komplocu ihanet odaklarından bir kere olsun söz etmeyeceksiniz, bizim, betona gömülürken yaptığımız haklı eleştirileri, “Yıkıcı eleştiri” olarak kabul edeceksiniz. Vicdanınız bunu gerçekten kabul ediyorsa size ne diyebilirim ki?
(...)
Bir adım ötesi ölüm
“Beni hedef tahtasına oturtursanız, bir süre sonra beni de bulamazsınız”sözünüz de çok dikkat çekici. Ancak bulamayacak olan biz isek, inanın kafanıza takmayın. Çünkü onanandan daha fazla ceza almamız söz konusu değil! Bunun bir ötesi ölüm, o da varsın olsun! Siz böyle şeylere üzülmeyin. Ancak sizden sonrakilere bir güvensizlik algıladım bu sözden. Eğer böyleyse vahameti siz de anlamışsınız demektir. Bu, kişisel olarak bize şöyle ya da böyle yansımaz, çünkü ‘acı patlıcanı kırağı çalmazmış’. Ancak ülkemizin bekası açısından çok kaygı verici bir durum ki, bunun tedbirini alması gereken de sizsiniz...
(...)
TSK’nın adım adım nereye gittiğini görüyor ve üzülüyoruz. Bizi tarih babanın beraat ettireceğini biliyoruz. Siz ne yapacaksınız onun yargısında, işte onu bilemiyorum canım komutanım.
Küçüğünüz olsam da, kabul ederseniz naçizane bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Bence dün yaptığınız gibi bugün de, yarın da susunuz. Çünkü her konuştuğunuzda daha tartışılır şeyler söylüyorsunuz. Bizleri daha da üzüyorsunuz. Sonra da siz üzülüyorsunuz. Siz, TSK’yı “suskun bir kamu görevlisi” olarak mutlu bir şekilde yönetin. Emekli olduğunuzda huzur içinde torunlarınızla oynarsınız. Ben yaklaşık 10 yıl sonra yani 62 yaşında cezaevinden çıkacağım. Ölmez sağ kalırsak, karşılaştığımızda bize diyebileceğiniz bir şey olabilecek mi? Ya tarihe?”
Başbakan “didiklemeye” askeri okullardan başlasın
Başbakan’ın “inlerine gireceğiz, didik didik edeceğiz” sözleri üzerine yazan okurumuz A.D. -Kendisi açık imzasıyla yollamış mesajını ama kamuda görevliyse bu cadı avından zarar görmesin diye kendime saklamayı tercih ediyorum ismini- “Askeri okullardan başlasın” diyor.
“Bu sürecin Türkiye’de birçok şeyi su yüzüne çıkarması çok iyi oldu” diyen A.D. polis kolejlerindeki “kadrolaşma” yönteminin uzun zamandır askeri okullarda da uygulandığını ileri sürüyor:
“Polis kolejlerinde çarşı izinlerini ” belirlenmiş yerlerde/malum evlerde “ geçirmeyenleri iftiralarla okuldan attıran zihniyet, aynı taktiği son yıllarda askeri okullarda da uygulamaya başladı. Bahsettiğim faaliyet içerisinde olmayan, kendi halinde --mütedeyyin veya değil- birçok öğrenci tazminat yükü altına girerek okullarını yarıda bıraktı. Uyguladıkları bu baskı sonucu, geçen yaz liseleri bitirip Harp Okulu başlangıç aşamasında kampa katılan 330 civarındaki öğrencinin neredeyse yarısı kampı terk ederek ayrılmak ve askeri öğrenimlerini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Bu öğrenci açıklarını da, ÖYS’de 300 puanın altında puan alan başarısız ” hizmet “çi müdavimleri ile doldurdular.”
A.D.’nin iddiaları doğruysa Türkiye’yi yakın gelecekte bugünkünden de büyük tehlikeler, tehditler bekliyor demektir. Başbakan’ın “devlet içindeki çete” olarak tanımladığı yapı “emniyet” yahut “yargı”daki kadrolarıyla bir günde iktidarı darmadağın edebiliyorsa, silahlı bir orduya, tanka tüfeğe sahip olduğu gün bu ülkede neler olur varın siz düşünün!
Okurumuz nereden başlaması gerektiği konusunda bir ipucu da veriyor Başbakan’a:
“Gerek öğrenim yılları içerisinde gerekse yaz kampı sürecinde ayrılan öğrencilerin ifadelerine başvurulması, gerçeklerin açığa çıkmasını sağlayacaktır.”