Siyasetin sorusu: Temel kızını İdris'in oğluna neden vermemiş?
Anneler günü bugün. Aslında batı dayatması günlerin kutlanmasından hiç hoşlanmam ve de kutlamam. Bunları; kapitalizmin tüketimi-israfı körüklemek için kullandığı araçlardan sayarım. Çoğu da Hıristiyanlık kokar. İtiraf etmeliyim ki; iş, anneler gününe gelince tam bir çelişkiye düşerim. Kutlamamak hiç içimden gelmez. Töremizde anneler ve kadınların yeri büyük ve saygın. Dinimizde de öyle. Türkmen atasözüdür; “Kız yurt, oğul ordu kurar.” Analarımızın kurduğu yurtlar olmasa ordular neye yarar ki?
Türk’ün tüm gazalarına, en son Kurtuluş Savaşına oradan da hala teröre karşı yürüttüğümüz mücadeleye bakın. Hep Türk annelerinin dik duruşunu göreceksiniz. Yıllardır söylerim; Haçlı-Batı zihniyeti yüzyıllarca kanını emmeye çalıştığı ve Anadolu’dan atamadığı Türk’ü yıkmak için aile yapımız üzerinden sinsi operasyonlar yürütüyor. Açın tv’lerdeki rezil dizileri, sabah kuşaklarındaki kavga ettirilen kadınları, seviyeli ilişki adında manken rezilliklerini, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Ama ne yaparlarsa yapsın, ağızları Kur’anlı, eli hamurlu, ocaklarımızdaki dumanı tüttüren analarımızı bozamıyorlar ve bozamayacaklar da. Analarımızla birlikte ocaklarımızı yıkamadıkları için de içimizde ne tür siyasi tezgahlar çevirirlerse çevirsinler, Anadolu’ya ve Türk’ün yurduna orduları ile ayak basmaya cesaret dahi edemiyorlar.
Yarınlarımızın en büyük teminatı olan annelerimizin, “anneler gününü” kutlar ellerinden öperim.
Hafta boyunca yazdığım ağır siyasi konulardan ben de sıkıldım. Pazar günü yazısı olsun diye bugün sizleri biraz gülümsetmeye çalışacağım.
Yıldırım Akbulut ve Tansu Çiller dönemlerini hatırlarsınız. İki dönemin de benzer tipik özelliği söz konusu liderlerin düşüşe geçtiği dönemlerle ilgilidir. Akbulut ve Çiller’in grafiklerindeki başarı çizgisinin aşağı düştüğü günler, haklarında anlatılan fıkrarlarla eş zamanlıdır.
Siyaset ve siyasetçilerle ilgili fıkralar toplumdaki dip dalganın bir nevi işareti olmuştur.
Yıldırım Akbulut ve Tansu Çiller dönemlerinde köşe yazarları, sütunlarında bu fıkraları yazma cesaretini gösterirdi. Şimdi, hak getire. Ama sanal alem farklı. “Sosyal medya” dediğimiz yerde duyduklarını, bildiklerini ve görüşlerini korkusuzca paylaşan insanlar var. Sanal alemden toparladığım fıkralardan bir demet:
- Tayyip Erdoğan, görevi sona erince Başbakanlık konutunu boşaltmış.
Bir sabah yaşlı bir adam konutun kapısına gelip sormuş:
“Recep Bey ile görüşmek istiyorum.”
Kapıdaki koruma polis memuru:
“Recep Bey artık başbakan değil ve burada oturmuyor.”
Yaşlı adam polise teşekkür eder ve ayrılır. Ertesi gün sabah yine aynı yaşlı adam :
“Affedersiniz, acaba Recep Bey ile görüşmem mümkün mü?”
Kapıdaki aynı polis :
“Bakın efendim Recep Bey artık Başbakan değil. Konutu boşalttılar.”
Yaşlı adam sesini çıkarmadan arkasını dönerek uzaklaşır.
Üçüncü gün, yine aynı yaşlı adam aynı taleple polis memuruna başvurunca tepesi atan memur, adama çıkışarak “bakın efendim, bu üçüncü gelişiniz” demiş:
“Size konutun boş olduğunu ve Recep Bey’in artık Başbakan olmadığını her seferinde söylüyorum. Bunu anlamaktan aciz misiniz yoksa?”
Yaşlı adam “Ne münasebet evladım? Bunamış gibi bir halim mi var yoksa?” deyip eklemiş:
“Sadece söylediklerinizi tekrar tekrar duymaktan çok büyük zevk alıyorum.”
***
-Tayyip Erdoğan, Amerika ziyaretinde Obama ile girdiği inatlaşmada ter dökmektedir. En son Obama “Biz ölüyü diriltebilecek noktaya geldik” dediğinde, bizimki altta kalmamak için atlamış:
“Ben ve kabinemdeki tüm bakanlarım 100 metreyi 3 saniyede koşuyoruz.”
İki ay sonra Obama’nın yaklaşan iade-i ziyaretini bekleyen Tayyip Erdoğan çok tedirgindir. En güvendiği danışmanıyla dertleşir:
“Rezil olacağız, mahvolduk!”
Danışman cevap verir:
“Endişelenmeyin sayın Başbakanım. Obama’yı alıp Anıtkabir’e götürün ve Atatürk’ü diriltmesini isteyin. Diriltemezse o rezil olur. Yok eğer diriltirse, siz zaten 100 metreyi 3 saniyede koşarsınız!”
***
-Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olur olmaz Atatürk’ün adının çevresinde bir tartışma başlatır. İktidara yakın basın mensuplarının önünde Atatürk’ün mezarını açmaya karar verirler. Kalkar, giderler Anıtkabir’e. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ı gönderir önden; “Gidin bakın bakalım, ne var içerde?” diyerek. Gül, Arınç ikilisi girip bakarlar ki, Atatürk doğrulmuş, dik dik bakıyor... Tırsıp kaçarlar dışarıya... Erdoğan’a gidip durumu anlatırlar. Tayyip Erdoğan, “Olmaz öyle şey!” diyerek mezar odasına yönelir. Odada Atatürk yoktur ama küçük bir not vardır: “Samsun’a gidiyorum!.. Oradan da Amasya’ya geçeceğim!..”
***
-Bakanımız İsviçre’de kokteyle katılır. İsviçreli mevkidaşı bir başka bakanı tanıtır bizimkine:
“Efendim takdim edeyim, İsviçre Deniz Bakanı...”
“Hı?! Nasıl olur? İsviçre’de deniz mi var ki, bakanı olsun?”
“Olsun, sizde de adalet yok ama adalet bakanı var...”
***
Çocuklarımıza; yani geleceğimizin teminatı küçük yavrularımıza bozuk süt veren “komplocu, darbeci ve devlet düşmanı” inekler yakalanıp Silivri’ye gönderildi. Zehirlenen çocuklar hakkında da “yalandan zehirlenerek otoriteyi küçük düşürmek” suçundan dava açıldı. Dava Ergenekon davası ile birleştirildi.
***
Son bir fıkra. Bu da muhalefet cephesi ile ilgili;
Temel’in kızı Fadime’ye İdris’in oğlu Cevat fena halde aşık olmuş
Ne yapsınlar?
Aile büyükleri toplanıp Temel’in evine kız istemeye gitmişler.
Cevat, evde hiç söze karışmamış, elleri dizinde başı öne eğik mahcup mahcup oturmuş.
Sıcak bir muhabbetten sonra, sıra, Fadime’yi Temel’den istemeye gelmiş.
Usulünce kız istenmiş.
Temel birden sertleşmiş. Başlamış “vermem de vermem” demeye
Onca ısrar... Temel hiç geri vitese takmamış.
İdris ve aile büyükleri çok sinirlemiş. Temel’e “sen bir mutfağa gelsene” demişler.
Sıkıştırmışlar Temeli mutfakta, “Hani bize söz vermiştin. Kızı verecektin” diye.
Temel basmış feryadı;
“Kızı vereceğim vermesine de. Damat, damat gibi oturmuyor ki..”