Siyaset, erdem şirket vs...
“Şirket devlet” paradigması yeni değil. Yanlış hatırlamıyorsam Özal’da böyle bir şeylerden bahsediyordu. “Devletin şirket gibi yönetilmesi gerekir” gibi bir şeyler söylemişti bir zamanlar.
Mussolini de ömrünü verdiği davası Faşizmin ismini değiştirmek isteyecek kadar devleti şirketleştirme sevdalısıydı. “Faşizm korporatizm diye adlandırılmalıdır” diyordu cehennem-mekân. Gerekçesi de şimdiki şirket-devletçilerinkine benziyordu: “Şirket ve devlet gücünü birleştirir!”. Mussolini’nin şirket devleti başarılı da oldu. Bu modelle milli geliri arttırıp, işsizliği düşürdü. İtirazları duyar gibiyim; “ama adam Faşist ve dahası katil!”.
Doğru. Demek ki iyi bir devlet adamı olmanın yolu “milli geliri arttırmak” tan geçmiyormuş. Eğer öyle olsa idi Hitler’e de büyük devlet adamı dememiz gerekirdi. Hitler “otoban” fikrinin mucidi idi. Sıfır işsizlik, iş adamları için ucuz krediler ve devasa ağır sanayii Hitler Almanya’sının alamet-i farikalarıydı.
Mussoli’nin başarılı korporatizmi, Hitler’in Almanya’nın dört bir yanına döşediği otobanları, Stalin’in SSCB şehirlerini geniş caddeler ve görkemli binalarla doldurması onların tarihin en kanlı katilleri olduğu gerçeğini unutturabilir mi?
Sapla samanı birbirine karıştırmamak gerekiyor. İyi bir şirket yöneticisi olabilirsiniz, ortaklarınızın kârlılığını arttırabilir, şirkete güzel binalar kazandırabilirsiniz lâkin bu sizin iyi bir yönetici olduğunuza delalet etmez.
Evet bayındırlık önemli, lakin her şey değil. Esas olan “iyi adam” olmak ve “fazıl” devleti var etmektir. Aristo’nun dediği gibi “hayat uğruna var olan ve iyi bir hayat uğruna var olmaya devam eden” devleti aramak gerekiyor.
Bunun reçetesi asırlar önce yazılmış. Ne şirket-devlet, ne ceo yönetici, ne de “seçilmiş” patron, Farabi’nin hep vurguladığı şey; “erdem”. Erdemli şehrin belirleyici unsurunun “erdemli yöneticiler” olduğunu söylüyordu merhum; yani ahlaklı, yani kul hakkına riayet eden yöneticiler...
Evet, erdemli yönetici; Farabi bile aradığına göre asırlardır peşinde olduğumuz bir şey. Bulabilene aşk olsun!
***
Ne yazık ki siyasette “insan malzemesi” sorununu çok ciddiye alan bir toplum olmadık.
Hepimiz yönetimi değiştirerek ülkeyi değiştirebileceğimizi zannettik. Uygulamalarda insan faktörünü göz ardı ettik. Koltuk sahibinin değişimi ile muhakkak bir şeyler değişir. Nicedir kaybettiğimiz “erdem” i iktidar yapmayı ahdetmiş kutlu adamlardan oluşmuş bir topluluk ilk kıvılcımı çakabilir: Erdemli bir toplumun inşası yolundaki ilk kıvılcımı.
Yukarıda çakan kıvılcımın aşağılara yansımasının olması lâzım. Milletin kucaklayabileceği, seveceği bir hareketle olur bu. Millete bu inancı aşılayabilecek bir zümre ile. Ne bugün hükümet edenlerin yöntemlerini taklit etmekle, ne de sloganlarla mümkün bu kıvılcımı çakmak. Rasyonel politikalarla, inatçı bir şekilde kendini anlatmakla ve millete ulaşma adına her yolu zorlamakla mümkün.
Ve tabii ki bu iş için niyet etmek lâzım. Siz de takdir edersiniz ki mevcudu muhafaza içgüdüsüyle olabilecek bir iş değil bu, iddia sahibi olmakla ete-kemiğe bürünebilecek bir iş bu.
Siyasetin nihai hedefi idealleri gerçekleştirmektir. Bunun için öncelikle bir ideale sahip olmak gerekiyor. Öyle sadece kabuğu bırakılmış bir idealden bahsetmiyorum, milleti heyecanlandıracak yeni bir şeyler söyleyen bir idealden bahsediyorum. Necip Fazıl’ın tabiri ile “ruh kökünü” unutmadan yenilenmekle mümkündür bu; eskinin kötü bir tekrarcısı olmakla değil.
Hem maddi hem de manevi açıdan daha güzel bir “yarın” heyecanını topluma vermek lâzım. Samimiyetle ve toplumun bütün katmanlarına tabir caizsse sızarak.
Tabi bunun için öncelikle bir niyete ve bu niyeti gerçekleştirmek için “mecale” sahip olmak lâzım. Millete, gözünüze bakınca “evet, bu bir şeyler yapmaya niyetli!” dedirtecek bir mecale. İşte gözünüze bile yansımış bu heyecan kalabalıkları harekete geçirip peşinize düşürür ve erdemli toplumun inşası için çaktığınız ilk kıvılcım bir meşaleye dönüşür.
Aksi takdirde bu filmi seyretmeye devam edersiniz...