Sistemin çağdaş köleleri
ABD’nin derin ideologları Türkiye’deki solu ve sağı yeniden tanımlayarak, yarattıkları emperyalist sistemle sorunu olmayan ideolojiler imal ediyorlar; ulus devletler ve İslam
ABD’nin mevcut ekonomik ve siyasal sistemi öteki yani amansız hasım üzerine kuruludur. ABD hasımsız yapamaz, ABD çarkları ötekisiz dönemez. ABD sistemin devamı için dünyadaki tüm hasımları yok olsa bile hasım imal etmek zorundadır. ABD’nin entegre siyasal ve toplumsal düzeni, kapitalist çarkı oksijen gibi, hava, toprak, su gibi hasma ihtiyaç duyar. ABD’nin derin ideologları yeni hasmı çoktan tanımlamışlardır: Bu hasım ulus devletler ve İslam’dır. İslam coğrafyasının ABD çıkarlarına göre yeniden tanzim edilmesinin etkileyici adı da GOP, yani Genişletilmiş Ortadoğu bir diğer söylemle Büyük Ortadoğu Projesidir. İslam coğrafyasındaki diktatörlerin tasfiyesiyle demokratikleştirilmesinin iki uygulama alanı olarak adlandırılan Irak ve Afganistan’da yaşananlar proje hakkında yeterli fikri fazlasıyla vermektedir! Geleceğin tarihçileri, işgali, yağmayı, tecavüzü demokratikleşme, özgürleşme olarak alkışlatmayı ABD laboratuarlarında fazla mesaiye kalan post modern toplum mühendislerinin parlak başarısı olarak kaydedeceklerdir.
Sığırlar gibi(!)
Sözün burasında dünya görüşleri nedeniyle bir araya gelmeleri, uyuşmaları olanaksız siyasal anlayış sahiplerinin aynı platformlarda buluşup ortak bildirilere imza atmalarının, benzer görüşleri savunup, birbiriyle tamamen örtüşen yaklaşım sergilemelerinin nedenlerine gelebiliriz. 12 Eylül öncesi birbiriyle kanlı bıçaklı kimi sağcılarla solcular, bazı siyasal İslamcılarla sekülarizm savunucuları, tekelci sermayenin sözcüleriyle kimi eski Marksistler niçin farklı üsluplarla aynı söylemlerde bulunmaktadırlar? Gece kapitalist sistemi alaşağı edip proletarya diktatörlüğü kurmak düşüyle yatağa girip sabah sivil toplumcu olarak uyanmak nasıl izah edilmelidir?
Ayrı havuzlarda aynı yemle beslenen çiftlik balıkları olsun, ayrı kümeslerde aynı besinle yetiştirilen piliçler olsun, meraya çıkarılmadan ahırda katkılı yemlerle doğal gelişimi beklenmeden kilo aldırılıp şişirilen sığırlar olsun lezzet, damak tadı olarak birbirinin aynısıdır. Kadın, gençlik, sendikalar, Siyasal İslamcı, sol, liberal yapılanmalar yani değişik havuzlar içinde fonlanan sivil toplumcular da bir süre sonra farklı platformlarda aynı algıya, benzer davranışa yönelerek tıpkı balıklar, tavuklar, sığırlar gibi üretim standardına uygun hale gelerek tekdüzeleşmektedirler. Tavukları, balıkları, hayvanları suni ortamda, hormonlu besinlerle doğal gelişim seyrini kısaltarak yetiştirip piyasaya süren yatırımcının amacı ürettiğinin sağlık, lezzet açısından mükemmel olması değildir. O en kısa zamanda, en ucuz şekilde pazara arz edip paraya dönüştüreceği ürünün peşindedir.
Kimlik kavgalarıyla ötekileştirme
Kilo, verim, karlılık açısından piyasa standardına uygun hormonlu ürün konusunda alınan olumlu sonuçlar, benzer yöntemlerle standarda uygun insan yetiştirerek güdümlü toplum yaratma konusunda emperyalistlere fikir vermiştir. ABD ve AB yukarıda anlatılanların topluma uygulanması sonucu özüne, halkına, ulusal çıkarlarına yabancılaşıp sistemin sorunsuz işleyişine katkı verecek, farklı siyasal havuzlarda aynı şeyleri söylediği halde kendisini solcu, liberal, demokrat, çağdaş, dinci sanacak suni insan yetiştirmenin formülünü bulmuşlardır. Sistemin çıkarlarının devamı, emperyalist çarkın sorunsuz dönmesi için fonlu ürünleri ulus devletleriyle, ulusal çıkarlarıyla kavgaya kurgulanmaktadır. Emperyalist laboratuarların hormonlu sivilleri aracılığıyla ulusu ayrıştırıp ötekileştirecek kimlik kavgalarını tetikleyecek konular sivilleşmenin olmazsa olmazı olarak ayrışma gündemine sokulmaktadır.
Güdümlü oluşumlar
Yaşanan sürecin iyi anlaşılabilmesi için ABD’nin NED-Ulusal Demokrasi Fonu- başta olmak üzere devlet güdümlü birçok kurumla, hedef ülkede Demokrasi Projesi veya sivilleşme olarak adlandırdıkları yapılanmalara bakılması gerekmektedir. AB ve AB üyesi kimi devletler de sivil toplumculuk olarak tanımlanan güdümlü oluşumlar için bütçelerinden fonlar akıtmaktadırlar. Bu fonlarla, sendikalar, meslek örgütleri, üniversiteler, eğitim kurumları, gençlik ve diğer kesimler arasında uluslarına yabancılaştırıp, kendilerine yakınlaştırdıkları kümeler oluşturmaktadırlar.
Fonlu oluşumlar sivil makyajlı demokrasi tutkunları olarak pazarlansalar da gerçekte arkadaki emperyal gücün stratejik hesaplarının aktörü olarak verilen görevi yapmaktadırlar. Birbiriyle uzlaşmayacak ölçüde farklı dünya görüşlerinden gelenler bu nedenledir ki, demokrasi projeleriyle sivil örümceğin ağına takılıp fonlu eğitiminden geçtikten sonra aynı sözleri söylemeye, aynı değerlendirmeleri yapmaya başlamaktadırlar. Sistem ürettiğini tüketecek çağdaş köleler imal etmektedir. Bu nedenle emperyalizmin piyasa arz ettiğinin talepçisi, tüketim kölesi olmayı elinin tersiyle iterek başlamak gerekiyor işe. İnsanlığın onurunu savunmak için insanlaşmak gerekiyor öncelikle. İnsanlaşmak için de sistemin havuzundan beslenen hormonlu ürüne dönüşmeyi reddetmek!
* Av. Hüseyin Özbek
İstanbul Barosu Genel Sekreteri
***
Emperyalizmin düşmanıyım
Ülkemdeki dışardan desteklenen ve finanse edilen kuruluşlara ve bu kuruluşların organize ettiği faaliyetlere baktığımda, toplumların kültürlerini, bakış açılarını nasıl değiştirmeye çalıştıklarını görüyorum. Turgut Özal’ın dediği gibi; benim memurum işini bilir, gemisini yüzdüren kaptandır, sen de becer sen de zengin ol... Yani kısaca “Sen kendini kurtar da gerisi ne olursa olsun” diyen acımasız bir toplum yaratmak emperyalistlerin işine geliyor. Toplumların kültürlerini değiştirerek, sömürünün olağan olduğu düşüncesini yayıyorlar. Günümüzde bir takım solcular bile liberalizmi, kapitalizmi hoş görür hale gelmiştir.Özelleştirmelerin destekleyicileri olmuşlardır. Üstelik bu tür faaliyetler özgürlükler adına yapıldığı söylemleriyle yürütülmektedir. Bu oyunu “Sarı Devrim, Turuncu Devrim” vs. adı altında emperyal güçlerin finanse ettiğini anlamak gerekir. Kültürleri ve bakış açılarını değiştirmenin çeşitli yolları vardır. Özgürlük adına bu tür etkinliklerin özellikler gençlerde oluşturduğu olağanüstü değişikliği görebiliyorum.
* Davut Koç
***
Adana Türkiye’ye
bağlı değil mi
Başbakan, Brezilya’da yaptığı konuşmada aynen şöyle dedi:
- Türkiye’nin sınırları etrafında nükleer silah var ama Türkiye’de nükleer silah yok. Benim bildiğime göre Amerikalılar’ın Adana’daki İncirlik üssünde nükleer silah var. Başbakan Adana’yı Türkiye’nin dışında mı kabul ediyor.
* İlhan Turalı
***
Değişimin
alfabesi
İnsanlık bu efendilerin aklına uyup dünyanın her tarafında birbiriyle etnik ve dinsel boğazlaşmalara girince sanırsınız ki her yerde ‘demokrasi’ gülleri açacaktır. CIA laboratuarlarında üretilmiş, süslü sözcüklerle soslanmış sözüm ona “bilimsel” sonuç bildirgeleri yayımlarlar... Etnik kimliklere, mezheplere özgürlük; başörtüsü; din ve inanç özgürlüğü; demokrasi ve insan hakları; tarihimizle yüzleşmek; askeri vesayet, kullandıkları kavramların en başlıcalarıdır. Sanki çok yakın geçmişe kadar en büyük Kürtlük ve Alevilik düşmanlığı yapanlar kendileri değildir... Sanırsınız ki Kahramanmaraş, Çorum, Sivas ve benzeri katliamlarda, Malatya olaylarında hiçbir sorumlulukları olmamıştır... Ülkemize yapmadığı bir soykırım yalanını kabul ettirmek adına tarihle yüzleşme görevi yüklemeye çalışan bu şaşkınlar; tarihle yüzleşmek adına kendi geçmişlerindeki katliamlarla, provokasyonlarla yüzleşme gereğini de hiç duymazlar nedense... Toplantılarına akıl hocalığı yapan CIA ajanlarına da hiç önermezler bu “tarihle yüzleşme” işini. Üstelik onların yüzyıl öncesine, çok geçmişe gitmelerine gerek de yok. Birlikte toplantılar düzenledikler bu ABD görevlilerine bir sorsalar bakalım, Irak’ta, Afganistan’da kaç milyon Müslüman’ı katletmişler... Demokrasi ve insan hakları konulu Toplantılara gelmeden önce ellerindeki kanları hangi sabunla yıkamışlar?
* İrfan Tuna
***
Kemal’den, Kemal’e...
Ve devam etti ışıklar içindeki Kemal;
- Bak!.. Ben de bir 19 Mayıs!ta yola çıktım; sen de bir 19 Mayısta yola çıkmaktasın!..
- Ben yola çıktığımda da ülke işgal altındaydı, seninkinde de durum farklı değil.
- Ben yola çıktığımda ülke paylaşılmıştı, sen yola çıkarken de Sevr artıkları iş başında.
- Ben yola çıktığımda mütareke basını en büyük oyunbozandı, sen yola çıkarken de...
- Ben yola çıktığımda, ülkede şeyhler, dervişler, müridler ve meczuplar söz sahibiydi, şimdi de cirit atmakta!.. Korunup kollanmakta, Mahkemelerde, üstüne gidenler sorgulanmakta, sorgulanmakla kalmayıp, zindanlarda yatmakta..
- Ben yola çıktığımda ordu dağıtılmış ve bütün silahları elinden alınmıştı, şimdi de saygınlığının elinden alınması için kozmik odalarına kadar girilmekte, ağır silah ithal izni bile kendisine çok görülmekte.. Ordusunun komutanları “hain” görülmekte..
- Ben yola çıkarken de emperyalizme karşı çıkan ulusalcı ordu mensupları, gazeteciler ve aydınlar zindanlara atılmaktaydı, yine tarih tekerrür etmekte!..
- Ben yola çıkarken de eğitim, medreselerde yapılıyordu, şimdi de Üniversiteler medreseleşiyor..
- O gün de kadınlarımız kızlarımız kara çarşafın arkasında hapisti, bugün o günlere dönülmüş!.. Üstelik bu “eylemin” adı da bireysel özgürlük konmuş!..
- O gün de tevhi-i tedrisat yoktu;
bugünde yok!..
- O gün de “Ulemalara” soruluyordu, bu gün de durum değişmemiş!..
- O gün de tek kişinin iradesiyle fermanlar buyruk oluyordu, bugün de tek kişinin iradesiyle buyruklar kanun oluyor. TBMM niçin kuruldu!.. Benim 19 Mayıs’ımda Halkın Meclisi yoktu; Bugünde “yok” hükmünde olsun isteniyor..
- O gün de ülkenin bir bölümünde Aşiret devletleri kurulmak isteniyor ve bu amaçla isyanlar hüküm sürüyordu, bu gün de benzer durum hükmünü sürdürmekte!..
- O gün de ülke açlık ve sefaletin pençesindeydi, bugün de sanki o günlerin tekrarı görülmekte!..
- O gün de devlet Düyun-u Umumiye borçları altında inlemekteydi, bu gün de!.. Devlet o günleri arar noktaya gelmiş.. Borç neredeyse Devletin gayri safi milli hasılasına (kısaca yıllık toplam gelir) ulaşmış.
- O gün de devletin tuzuna tekeline el koyan yabancılar kendi alacaklarını tahsil etmekteydi, bugünde devletin tekel’i toptan satılarak onlara olan borcun yalnızca faizi ödenmekte..
(...)
Tam da burada haykırır gibi yükseltti sesini ışıklar içindeki Kemal!..
- “Gaflet, dalalet, hatta hıyanet!... Gücüme gidiyor!...”
* Mehmet Halil Arık / Denizli
***
Akif’in ‘kader’e cevabı
Tayip Erdoğan diyor ki, “Yeraltında ölmek madencilerin kaderidir.”
Böyle düşünenlere, Mehmet Akif Ersoy bakın nasıl cevap veriyor:
“Kadermiş” Öyle mi? Haşa, Bu Söz Değil Doğru;
Belanı İstedin, Allah da Verdi...
Doğrusu Bu.
“Çalış” Dedikçe Şeriat, Çalışmadın,
Durdun, onun Hesabına Bir Çok Hurafe Uydurdun!
Sonunda Bir de “Tevekül” Sokuşturup Araya, zavallı Dini Çevirdin Onunla
Maskaraya!
Bırak Çalışmayı, Emret Oturduğun
Yerden, yorulma, Öyle ya, Mevla Ecir-İ
Hâsır İken!
(...)
Ya Sen Nesin?
Mütevekkil!
Yutulmaz Artık Bu!
Biraz Da Saygı Gerektir...
Ne Saygısızlık Bu!
Huda’yı Kendine Kul Yaptı.
Kendi Oldu Hüda;
Utanmadan Da “Tevekkül” diyor bu Cür’ete, Ha?!..
* Fazlı Köksal
***
Akgenekon, satgenekon
Şerden hayır dedikleri bu olsa gerek!!!
(...)
Bundan sonra korku sırası hırsızlık, arsızlık yapan, milleti soyan, inin inim inletenlerde...
AKGENEKON, SATGENEKON, SOYGENEKON, ÇALGENEKON, davaları yakında başlar merak etmeyin!!!
(...) AKP’li yetkililer Sayın Kılıçtaroğlunun kurultayda söylediği her şeye bir cevap bularak karşılık verdiler ama ne yazık ki, hala KALPAZAN sözüne yanıt veremediler!!!
Acaba bilerek mi susuluyor, yoksa okkalı bir kaset ile, yanıt mı hazırlanıyor, belli değil.
Yoksulluk, yolsuzluk, Cumhuriyetin bütün birikimlerini satma ve yandaş kayırmacılığı...
Kemal Kılıçdaroğlu’da, usta bir boksör misali hep aynı yere vuruyor!
(...)
Sayın Erdoğan’ın Sayın Kılıçdaroğlu’na söylediği; “Manşetle gelenler, manşetle giderler!” sözü, “Hapisten çıkarak iktidara gelenler, hapse girerek iktidardan uzaklaşırlar!” gerçeğine dönüşemez mi?!...
Neden olmasın ki?!...
Kadere inancınız yok mu?!...
* İmdat Aslan
***
Dengeli konuştu
Ben Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyetin temel değerlerine yeterince vurgu yapmadığını düşünmedim. Halk en birinci derdinin laiklik olmadığını seçimlerde göstermişti zaten. Baykal’ın konuşma tarzını sürekli eleştiriyordum. Neden kısa cümlelerle, net, halkın günlük dertlerine dönük neden konuşmaz derdim. Kılıçdaroğlu tam da bunu yaptı. Bence dengeliydi konuşma metni. Tabii konuşma metnini halkın ilgilerini, kapasitesini izlemeye çalışan biri olarak değerlendiriyorum. Hepimizin ortak paydası, AKP iktidarına bu ülkenin bir dönem daha tahammülü olmadığı...
* Gülay Alıcı
***
MİNİ YORUM
Taş atan çocuk
Çocuk elindeki kocaman taşı pencereye fırlattı. Şangırrrr... Bir hafta içinde aynı sahneye üçüncü kere şahit oluyorum. Ev aynı, çocuk aynı, pencereye koşan kadının feryadı aynı: “Türkçe konuşuyorum çocuğum anlamıyor musun?” Küçücük çocuğun yüzünde zerre mahçubiyet yok: “Anlamıyorum, ben Kürtçe anlarım”. Nasıl bir oyunun kuklası olduğunu anlamıyor belli. Peki o taş dördüncü sefer de o kadının kafasına gelirse veya cam kırıkları sokakta oynayan çocuklardan birini yaralarsa ne olcak. Taş atan çocuğun “oyun”una mı vereceğiz?