Sinemada sansür...
Türkiye’de yobaz kafanın sanat üretemediği gibi sanata, edebiyata düşmanlığı da malumunuz. Kendileri yapamadıkları gibi kıt imkanlarla yapmaya çalışanlara da mutlaka kara çalarlar. Geçtiğimiz günlerde üç-beş yayıncı ile derin sohbete daldık. Kültür Bakanlığının yazarlar ve yayın evlerine verdikleri teşvikleri konuşuyorduk. Geçmiş yıllarda sola bulaşıp şimdi neo-liberal olanlardan bir kaçına vermişler. Milyonlarca lirayı bulan ödeneklerden ismi-cismi bilinmeyen, bir tek eseri olmayan yandaşlar faydalanmış. Önce bana şaka gibi geldi. Örneklerini gösterdiklerinde şoke oldum. Dünya klasiklerini basan yandaş yayınevleri canım klasiklerle öyle bir oynamışlar ki uluslararası platforma düşse memleket rezil olacak. Milli Eğitim Bakanlığının 100 Temel Eser arasına almak zorunda kaldığı Dostoveski’nin ölümüz eserlerindeki kahramanlar söz konusu yayınevlerinin bastığı kitapların ortasında hidayete erip, tövbe ederek ibadete başlıyor. Ve bu kitaplara Kültür Bakanlığı bandrol veriyor. Rezaleti duyan var mı?
Gelelim sinemaya... Yurt dışındaki çalışmalar dışında “bu filmde sanat var” diyebileceğimiz yapım sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Milyon sınırını aşna seyircilerin seyrettiği sözde komedi filmlerinde bol miktarda küfür ve seviyesizlik var. Ama ciddi para kazanıyorlar. AKP’nin yemlediği yapımcılara gelince. Milyon dolarlık yapımlarda hem devlet desteği hem de türedi holdinglerin katkıları ve havuz medyasının tanıtımları var. Ancak gişe yapamıyor. Yani seyirciyi sinema salonlarına çekemiyor. Oysa 12 Eylül darbesinin komaya soktuğu sinema sektöründe ciddi gelişme var. Yıllık seyirci sayısı Avrupa ülkelerine yaklaştı. 17-25 Şubat yolsuzluk olayından sonra hükümete yaranmak için derhal çalışmaya başlayanların yaptığı KOZ filminin akibeti ortada. Erdoğan’a suikasti işleyen filme harcanan reklam parası ile 10 sinema filmi çekilirdi. Ama seyirci yemiyor, izlemedi ve vizyondan kalktı. Önümüzdeki günlerde AKP’li belediyelerce ücretsiz gösterilerek Haziran seçimleri için propaganda malzemesi yapılacak.
18 Ekim 2014 tarihinde “Portakal’dan Koza’ya” başlıklı yazımda Nihat Genç’in “Anarşist mizah geliyor, Altın Portakal jürisinin işi zor” yazısına atıfta bulunmuştum. Filmin prodiksiyon amiri olan değerli arkadaşım Koray Berber, yöneteni Levent Özarslan ile ziyaretime gelip, henüz montajı biten eseri dizüstü bilgisayarda izleterek görüşlerimizi almışlardı. Kelimenin tam anlamı ile çarpılmıştım. Türk Sinemasının klasikleri olan Arabesk, Züğürt Ağa gibi ölümsüz eserler arasına gireceğini iddia ettim. Nitekim Antalya film festivalinde 2 jüri özel ödülü aldı. 20 Mart’ta vizyona girecekti. Ancak sinema salonları için sansür uygulandı. İlk etapta bütün yurtta en az 80 salonda gösterime girme anlaşması yapılmıştı ki 5 ilde 25 salona indirdiler. Doğal olarak yapımcı filmi çekip 22 Mayıs’a ertelemek zorunda kaldı. Film baştan sona haber unsuru ama İstanbul ve Ankara’da basına yapılan özel gösterim olağanüstü ilgi görmesine rağmen haber bile olmadı. Çünkü reklam verenlerden korkuldu. Yarın, örtülü sansür ve reklam verenleri yazıp “Oflu Hoca’yı Aramak” filminden sahnelerde buluşmak üzere...