Silivri’nin gözyaşları...
Nedim Şener, televizyon ekranlarından ağlayıp, milletin çoğunu ağlatınca medyada köşe başlarını tutmuş olanların yüreği sızlamış!.. Sızlamış diyorum. Çünkü iki-üç gündür Nedim’in anlattıklarını yazarak Silivri gerçeğinin fakına varmalarını da kazanım olarak görüyorum. Oysa Silivri’de zulme uğrayan sadece Nedim değil, binlerce insan var. Nedim bir yıl artı on gün yattı. Ya dört yılı devirenler, üçüncü yıldan gün alanlar... Terörle mücadele esnasında yaralanıp vücudunda şarapnel parçaları olan Levent Göktaş’ı bu sütunlardan defalarca yazmıştım.
Cihazlardan her geçişlerinde başlarından geçenlerle ilgili mizah kitapları yazılan insanlardan yıllardır haberdar olmayanlar, köşelerinden ağlama korosuna katılmışlar. Hamamdan çıplak fırlayarak “Evreka” yani buldum diye çığlık atılışını hatırladım. Üstelik zulüm sadece Silivri’de değil, Hasdal’da da yaşanıyor. Diyarbakır’da, Kandıra’da yurdun dört bir yanından gelen çığlıklar bir türlü medya plazalara ulaşmamış. Allah Nedim Şener’den razı olsun. Nedim olmasa Müyesser’in bir yıldır yalnız başına tecrit edildiğini öğrenemeyecektik. Şu sihirli kutu televizyon nelere kadir... Geçtiğimiz hafta Habertürk televizyonunda digital terörden bahsedip, sahte belgeleri ortaya koymuştum. Yüzlerce e-posta aldım. Sokakta yürürken “Bizim haberimiz yoktu. Sizi seyredince öğrendik” diyen insanlara “Ama bütün bunları Yeniçağ’da yazıyoruz. Kitaplarını bile yayınladık” diyemedim.
Nedim’in güzel kızı işin farkında. Müyesser’in Türkiye’de dereceye giren oğlu İlim annesiyle gurur duyuyor. Ama Ege Engin çok küçük. Dedesinin Silivri’de çalıştığını, kendisine güzel oyuncaklar almak istediğini sanıyor.
Engin Ege henüz üç yaşında, dedesini görebilmek, onun şefkatli kollarında zıplayabilmek için annesi Tülin’e yalvarmış. Açık görüşte anneannesi Nevin Hanım’la beraber Silivri’ye gitmişler. Malum cihazlardan geçerken “Burası neresi? Dedem niye burada çalışıyor” gibi art arda onlarca soru yöneltmiş bebek aklıyla... Ve gardiyanlar Ege’nin elindeki biberonu alıp “İçeri girmesi yasak” deyince kıyameti koparmış. “Bir çocuğun biberonunda ne olabilir ki” demeyin sakın. Anne “Deden odasında sana daha güzelini verecek” yalanıyla susturmaya çalışmış Ege’yi... Torun Ege ile dede Engin kucaklaşmışlar görüş salonunda. Ege etrafa bakıyor, “Dede burada ne iş yapıyorsun? Niye dışarı çıkmıyorsun? Kaç para kazanıyorsun” gibi sorular yöneltince şaşırıyor Dede... Kaş-göz işaretiyle anlıyor torununun derdini. Çok gizli bir makine icat ettiklerini, bu planın dışarıya sızmaması gerektiğini, buluşları sayesinde insanların çok iyi yaşayacağını, o makinenin Ege için de faydalı olacağına dair bir dizi pembe yalan anlatıyor aileye. Merak ve heyecanla dinlemesine rağmen Ege isyan ediyor; “Tamam da dede, ben seni özlüyorum. Başka oyuncak da istemiyorum. Makineyi başkaları yapsın. Ben seninle oynamak istiyorum...”
Terörle mücadelede dağları titreten efsane Komutan Engin Alan’ın, torunu Ege karşısındaki çaresizliğini düşünebiliyor musunuz? Son nefesine kadar eşi Pelin’e “Babam gelmedi mi” diye soran damat Yılmaz Çetin, şimdi toprak altında. Yılmaz ağabeyimin üniversite öğrencisi olan oğlu Aytun, dedesinin milletvekili seçildiği halde Silivri’den çıkamayışına hukuk ilminde sebep arıyor. Yine bu sütunlardan Hasdal’da cereyan eden kapalı görüşü yazmıştım. Camın ardından telefonla babasıyla konuşmak zorunda olan çocuğa da bulaşıcı hastalık olduğu bahane edilmişti.
Bu trajedinin farkına yeni varanlara sitem etmekten ziyade, çağrıda bulunmak istiyorum. İstanbul ile Silivri arası uzak da olsa bir günlerini ayırıp Silivri’ye gelsinler. Duruşma salonunun havasını koklasınlar. Mahkemede savunma yapan tutukluları izlesinler. Bir de seyirci bölümünde umutla oturan yakınlarını dinlesinler... Nedim’in ekrandaki gözyaşlarının orada nasıl da sele dönüştüğüne tanıklık etsinler. Korkmasınlar, çekinmesinler... Birkaç dakika sonra yabancılık hissetmeyecekler. Kendi adıma rehberlik yapmaya söz veriyorum. Sıcak çay servisini de keyifle yerine getireceğim. Yeter ki gelsinler... Bir günde, birkaç saatte meslek hayatları boyunca görüp yaşamadıklarına tanık olurken, tarihe not düşme adına çok şey yapacaklar... Bu çağrım sadece gazetecilere değil. Öğrencilere, akademisyenlere, gerçek anlamdaki aydınlara, sokaktaki adama, esnafa, ev hanımına, emekliye, işçiye kısacası toplumun her kesimine... Esenler otogarından, Yenibosna’dan direkt Silivri Cezaevine belediye otobüsleri kalkıyor. 24 Mart’ta ünlü Balyoz Davası büyük salonda görülecek, küçük salonda Ümraniye... Haydi üşenmeyin... Üstelik bahar geldi. Havalar da soğuk değil. Vicdanınızın sesini dinleyin...