Silivri’den ‘hayır’ çığlığı
Ümraniye davalarıyla bu dönemin 5 ölümü var... Bu tabloyu “demokrasimiz gelişiyor” diye sunanlara hayır deyin, yargılama cinayetlerine hayır deyin, hukuku intikam aracı haline getirmek isteyenlere hayır deyin...
Siz hiç dört gözle adalet beklediğiniz bir mahkeme salonundaki hukuk ikliminden nefret edip hapishane koğuşunu özlediniz mi?
Silivri’dekiler, duruşma dönemlerinde ayda sekiz kez bunu yaşıyor.
20 Temmuz 2009’da başlayan ikinci davada 4 Haziran 2010’a dek tam 70 duruşma yapıldı.
Bunun anlamı şu:
Türkiye’nin yargılama geleneğinde önemli bir davanın yılda en çok 5 duruşması yapılıyor. Bu istatistikle karşılaştırıldığında tam 14 yıllık yargılamaya bedel bir dönem yaşandı.
Ne kadar yol alındı?
Ne yol alması, tam tersine yol uzadı.
20 Temmuz’dan hemen sonra ikinci iddianame ile üçüncüsü 6 Ağustos’ta birleştirildi. Daha yola çıkarken dava ikiye katlanmış oldu.
10 Ağustos’ta duruşmalar yeniden başlayacak. Yeni davalarla birleştirilir mi? Birleştirilirse hangileri eşleşir? Net bilgi yok, yorum çok!
* * *
Mahkeme salonunda hapishane koğuşunu özlemek ne demek?
Duruşma sırasında bir sanık MİT’le bağlantısı olduğuna ilişkin tartışmalı bir durum ortaya çıkınca, bunun MİT’e mahkeme aracılığıyla sorulmasını istiyor. Mahkeme şu kararı alıyor:
“Bu sanıkla birlikte bütün sanıkların MİT bağlantısının sorulmasına.” Bekleyin 6 ay!
Ankara’da oturan bir sanığa mahkeme üye hâkimi soruyor:
“Çayyolu semtinde tanıdıklarınız var mı?”
Bir kişinin Çayyolu’nda tanıdığının olması suç mu?
Her ay, mahkemenin yükünü neredeyse 6 ay daha uzatacak ek yapılıyor.
Bir ay dava yürüt, altı ay ekle.
Sonra da bu dava bitecek diye bekle!
“Terör örgütü” Genelkurmay’a, Emniyet’e MİT’e sorulurken mahkeme bir karar alıyor:
“Bülent Ecevit’e ait sağlık dosyalarının tümünün getirilmesine...”
’Ümraniye’savcıları, hâkimleri her şeyden anladıkları gibi tıptan da mı anlıyor?
* * *
Kesip sakladığım yazılardan biri 2 Haziran 2010 tarihli Hürriyet’te Ege Cansen’in. Yassıada’dan Silivri’ye başlıklı yazının bir bölümünü paylaşmak istiyorum:
“Yassıada’da oynanan tiyatro beni siyasallaşan hukuktan nefret ettirdi. O gün bugündür, Yassıada benzeri bir mahkeme tarafından mahkûm edilmekten korkarım.
Yıllar önce Yassıada hakkında ne hissetmişsem bugün aynısını ’Ümraniye’ mahkemeleri için duyuyorum. Beşer bin sayfalık kendi içinde tutarsız iddianameler, gizli tanıklar, ifade değiştiren itirafçı şahitler, sahte hahamlar, mülkün temeli adaleti rencide ediyor...”
Ölüm, bir ceza olamaz. O nedenle yakın tarihimizin idamla sonuçlanmış hiçbir davasını hukuki bulmuyorum.
“Ölüm sayısı” hesabı yapıldığında 1960’la 1971 eşit. 1980 onları katlıyor.
Şekli ne olursa olsun Silivri davalarıyla bu dönemin 5 ölümü var. 1960’ı, 1971’i geçti.
Bu gidişe evet derseniz, şüpheniz olmasın 1980 de geçilecek... Bu tabloyu “demokrasimiz gelişiyor” diye sunanlara hayır deyin...Yargılama cinayetlerine hayır deyin...
Hukuku intikam aracı haline getirmek isteyenlere hayır deyin...
* Mustafa Balbay / Cumhuriyet
+++++
AKP tüm ‘yedekleri’ sahaya sürüyor
12 Eylül günü yaklaştıkça, heyecan da artıyor, hareketlilik de. Ve belirli televizyon kanalları da anketler düzenlemeye başladılar. Bu anketlerin sonuçları doğru mudur, değil midir bilemem, ama “hayır” sonuçları çıkmaya başladıkça, AKP iktidarının, gerçekten siniri bozulmaya başladı.
Siniri bozulduğunu da, çok açıkça gözlemliyoruz. Bir kere ilk önce, belirli alanlarda tüm “siyasal ağırlığını” koymaya başladı. Bunun sonuçlarını da televizyon yayınlarında açıklıkla görüyorsunuz. Örneğin devlet televizyonuna bakın. Dünyada hiçbir demokratik ülkede görmeyeceğiniz bir uygulamayı görüyorsunuz. Aynı tür adamlar, iktidar aydınları, inanılması güç bir yanlılık ve sözüm ona “tarafsız, eşit yayınlar”. Öyle ki Yüksek Seçim Kurulu, kararında TRT’yi açıkça belirterek, “yayınlarında tarafsız olma, dürüstlük ve eşitlik” ilkelerini hatırlatıyor. “Bu ilkelere uymak zorundasınız” diyor. Ve TRT aynı yayınlara ve “yanlılığa” kaygısızca devam ediyor.Tabii sorun sadece devlet televizyonu ile de sınırlı değil. Tüm televizyonlara ve yayınlarına bir bakın. Özellikle yüzde doksanına.
Bu hiç kuşkusuz, AKP iktidarının son derece sinirli olduğunu açıkça gösteren unsurlardan biri. Ama dahası da var. İkinci olarak, 12 Eylül yaklaştıkça ve AKP iktidarı, oylamada kaybedebileceğini anladıkça, “tüm yedeklerini de, tüm ihtiyatları da” sahaya sürmeye başladı. Her gün yeni bir örneğini görüyorsunuz. Bir bakın; AKP temsilcilerinin yanında kimleri görüyorsunuz? Sözüm ona liberal aydınlar, yandaşlar, AB kurumları ve temsilcileri, Barzani derken, devreye yeni aktörler sokulmaya başlandı. Kimler mi? 7-8 kişilik yargıç derneklerinden tutun, “eski tonton ve laik siyaset bilimcilere”, “12 Eylül 1980’den sonra, hidayete erip, mensup olduğu partiyi bırakarak, liberal olan gazeteci aydınlara(!)”, “yaptığı kamuoyu anketlerinde yüzde 10-12 yanılan, ama yine de sokağa çıkmaya utanmayan kamuoyu araştırma şirketlerinin sahiplerine” kadar çok kişi. Sinirler bozuldukça, yanlışlıklar da artıyor hiç kuşkusuz. Örnek istersiniz YAŞ’a bakın. Balyoz kapsamında, 102 subay hakkında yakalama kararı çıkarılıyor. Karar CMK’nın 98. maddesine göre alınmış. Yani “kaçak olanlar hakkında” uygulanabilecek bir madde. Pekiyi bu 102 kişi gerçekten kaçak mı? AKP’nin sinirlerinin bozulunca tüm kurumların sinirleri bozuluyor.
* Süheyl Batum / Cumhuriyet
+++++
YAŞ demokrasi: 1 oy, 16 oyu alt etti
Bizim gibi tatlı su demokrasilerinde aslında her oyun eşit olmadığını, aslolanın “Başbakan’ın oyu” olduğunu, önceki gece açıkça gördük! YAŞ ‘Balyoz’ gölgesinde toplandı. Kanun “YAŞ üyelerinin terfi işlemleri ile ilgili konulardaki oy hakkı ve değerlendirme notu eş değerdedir” diyor. YAŞ’ın üyeleri 17 kişi. Sivil üyelerin biri Başbakan, diğeri Milli Savunma Bakanı. Diğer 15 üye ise orgeneral ve oramiraller. Aynı maddeye göre; terfi ya da emeklilik için “oy çoğunluğu”yla karar verilmesi gerekiyor. Milli Savunma Bakanı, 15 asker üye ile birlikte hareket etti ve tartışmalı 13 subayın terfi etmesinde sakınca olmadığını söyledi. Sadece Başbakan, “Hayır, bu komutanlar AKP’ye karşı eylem planı yapmışlar, ben bunları terfi ettirmem” diye diretti. Ve onun dediği oldu! Yani; yasaya göre birbiriyle “tamamen eşit 17 oy” un kullanıldığı bir “demokratik” seçimde, 16 oy, 1 oya yenik düştü! Eğer o 1 oy, 17 oydan üstün oluyorsa, o rejimin adı. Faşizmdir!
* Mustafa Mutlu / Vatan
+++++
YAŞ’ta ‘ikinci Evren’ olayı
Siyasete meraklılar detaycıdır. Bir hafta önce yazdığımız ’Demirel’in, Org. Evren’i Genel Kurmay Başkanı yapma oyunu’konuyu bilmeyenler içindi. Ne demişler ’Tarih, tekerrürden ibarettir’. Yıllar sonra yine bir YAŞ’ta, benzeşen ama daha geniş kapsamlı strateji uygulandı. Başbakan Erdoğan’ın adım adım hazırlandığı gün sonunda geldi. Neticede, pek çok yandaş gazeteci ve entel-dantelin ’Masaya yumruğunu vursun’ taleplerine boyun eğdi. Burada şeytanın uşaklığını yapmakta yarar görüyoruz. Çünkü Bülent Abi’lerinin -Arınç- ’Şükür namazları kılıp’, sevinç gözyaşları döktüğünü tahmin zor değil. Dilini tutamama özelliğinden, en kısa zamanda bunları itiraf edeceğinden eminiz.. ’Türkiye din devleti olur mu’ endişesi taşıyanlara da mesaj vermek gerekiyor. TSK’nın komuta kademesine ’İran’dan atama yapılamayacağına göre’ kısa ve orta vadede tehlike görmüyoruz. Amerikan taktiğiyle böyle bir devleti kolay kolay yıkamazlar. İzin vermeyiz.
* Burhan Ayeri / Akşam
+++++
Devlet imkanlarıyla seçim kampanyası
Hakkında açılan soruşturmalar nedeniyle görevinden alınan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak hakkında seçim kanununa muhalefet nedeniyle 1 yıla kadar hapis cezası isteniyor. “Şüpheli”nin, 2009 yılındaki yerel seçimlerde ruhsatsız ve izinsiz olarak su şişeletip, belediyenin olanaklarını kullanarak değişik seçim mitinglerinde bunları dağıttığı iddia ediliyor. Elbette henüz yargılama bitmiş değil, savcılık iddiasını kanıtlayıp, şüpheliyi mahkûm ettirmiş değil. Dolayısıyla yazacaklarım bu somut dava ile ilgili olarak algılanmamalı. Bizde seçim vakti gelince devlet ve belediye olanaklarının, seçim kampanyaları sırasında fütursuzca kullanılması bir alışkanlık haline geldi.
Mesela Başbakan Tayyip Erdoğan şu anda çok ciddi bir referandum kampanyası yürütüyor. Zaten YSK’nın bununla ilgili olarak ilan ettiği yasaklar, seçimler sırasında uygulanan yasakların aynısı. YSK’nın 5 Eylül’den itibaren uygulayacağı yasaklar içinde makam araçlarının kullanılması, devlet kurumlarının açılış ve temel atma törenlerinde siyasi propaganda yapılması da var. Bu kanunun ruhunun devlet olanaklarının kampanyalar için kullanılmasını yasakladığına kuşku yok. Muhalefet partileri de kendilerine göre kampanyalar yürütüyorlar ve bunu kendi olanakları ile yapıyorlar ama Başbakan dikkat ettiyseniz ya temel atma törenine gidiyor, ya açılış törenine!
Kamu kaynakları sonuna kadar kullanılıyor ve o törenlerle hiç ilgisi olmayan seçim konuşmaları yapılıyor. Kanundaki “zamanlama hatası”, kanunun ruhuna aykırı olarak kullanılıyor ki bu siyaset etiği ile bağdaşmayan bir şey.
* Mehmet Y.Yılmaz / Hürriyet
+++++
13 Eylül 2010 sabahı neler olacak?
Tecrübeli ve temkinli araştırmacı Adil Gür, bu referandum ve önümüzdeki seçimde kamuoyu anketlerinin çok yanılabileceğini söylüyor. Neden mi? “Çünkü, vatandaş, gerçek düşüncesini söylemeye korkuyor.” Yani “fişleneceği”, “iktidarın zulmüne uğrayacağı” korkusuyla fikrini söyleyemiyor.
n Soruyorum: Vatandaşı kamuoyu anketine bile cevap verirken, fişlenme korkusu yaşayan bir “korku imparatorluğunda” demokrasiden söz edilebilir mi? 13 Eylül sabahı, vatandaş bu korkularını atabilecek mi, yoksa bu korkular daha da mı artacak?
* Soruyorum: 13 Eylül sabahı bu ülkede insanlara adil yargılanma hakkı verilecek mi? Hâkim ve savcılar üzerindeki baskılar sona erecek mi? Silivri, yeni bir Diyarbakır Cezaevi olmaktan kurtulacak mı?
* Soruyorum: 13 Eylül sabahı, bu ülkede hükümetin beğenmediği medya kuruluşları üzerindeki baskılar kalkacak mı?
* Soruyorum: 13 Eylül sabahı insanların telefonlarının keyfi biçimde dinlenmesi uygulamalarına son verilecek mi?
* Soruyorum: 13 Eylül sabahı bu ülkede seçim barajının yüzde 5’e indirilmesi için düğmeye basılacak mı?
* Soruyorum: 13 Eylül sabahı hükümet, kendi emrindeki medyanın, bazı insanlar hakkında iddianame dahi yazılmadan linç eylemlerine başlamasına son verdirecek mi?
* Soruyorum: Referandumdan evet çıktığı takdirde, YÖK’te olduğu gibi yüksek yargıya da militan yandaşların sokulmayacağı konusunda güvence verilecek mi?
Eğer birileri bize bu konularda samimi sözler verebilse Anayasa değişikliği yüzde 95’le geçerdi. Söyleyin, “Hayır” diyen herkese “Darbeci” denilen bir ülkede, yüzde 50’yle geçmiş bir sivil anayasa kimin zaferi olabilir?
* Ertuğrul Özkök / Hürriyet
+++++
AKP’de var da CHP’de mi yok?
AKP’ye yakın duran gazete, başlığı atmış. CHP’de demokrasiye tahammül yok. CHP’’li Eşref Erdem referandumda evet dediği için disiplin kuruluna veriliyormuş. Başbakan’dan görüş alsalardı.. AKP’de hayırcı bir milletvekili çıksa ne yapardı!.. Hayır çağrısı yapan bir bakana. AKP’de bırakın ’hayır’ diye konuşmayı milletvekilleri o düşünceyi akıllarından bile geçirmiyor. Neme lazım biri düşüncemizi okur diye. Eleştirelim ama iki tarafı da. Başkası için demokrasi terazisi kurarken, kendimizi muaf tutmayalım. Bu arada ifade özgürlüğü ile parti içi demokrasiyi sınırlarıyla parti disiplini arasındaki ince çizgiyi ayırsak fena olmaz.
* Mehmet Tezkan / Milliyet
+++++
MİNİ YORUM
Ağız dolusu sövmeyen...
Haber bülteni değil de gözümüzden “yaş” getiren “Circus Maximus” sahnelerini izliyor gibiyiz günlerdir. Üniformalı-üniformasız akrobatlar, marifetlerini sergiliyorlar. Yazacak ciltler dolusu isyanı varken insanın, sözün özünü bulması zor oluyor. “Hükümet benzinlikte elinde kibritle dolaşan şımarık çocuk gibi” diyen Hilmi Kayıhan bulmuş: “Yaşadığımız şu günlerde ağız dolusu sövmeden konuşan birini görürseniz; biliniz ki ya haindir, ya korkak, ya da narkozlu...” Sessiz kalabalıklardan umudu kesmek için erkendir belki, belki sadece, ellerinde çürük domatesler selama çıkmalarını bekliyorlardır; olamaz mı?