Silivri, sistem ve Engin Alan!
“Ben anamdan milletvekili olarak doğmadım. Benim en büyük gurur kaynağım Türk olmaktır. Onun dışında da yaşadım, hapiste de yaşıyorum. Benim için ülkem ve milletimin hayatiyetinden önemli başka bir şey olamaz. Gerisi teferruattır. Bu benim yaşam sebebimdir.
Bu uğurda ödenecek her türlü bedeli de ödemeye hazırım. Bu bedel ölene kadar Silivri’de kalmaksa ona da hazırım. Ancak sözümün arkasındayım. Eğer, sonum Silivri’de olacaksa, buradan yatarak değil cezaevinin kapısının önünde tabutun kapağına tekmeyi vurup ayakta dimdik çıkacağım.
Ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun bugüne kadar baş eğmedim. Bundan sonra da eğmeyeceğim. Son nefesime kadar inandığım değerler için mücadeleye devam edeceğim. Bir adım dahi geri gitmeyeceğim”.
Bu sözler MHP’nin Silivri’de tutuklu milletvekili Engin Alan’a aittir. Sözcü gazetesinde Saygı Öztürk nakletmiş. Bu sözlerin benzerini ben de ziyaret ettiğim sırada Engin Paşa’dan duymuştum. Engin Paşayla kasvetli, gürültülü ve duygu yoğun bir ortamda konuşmuştuk. İtiraf edeyim ki Engin Paşa, yüksek bir belagat içinde buna benzer sözler ifade ettiğinde derinden sarsılmıştım.
İnanmış adamdan daha güçlü silah yoktur. Adanmış insandan daha değerli element de yaratılmamıştır. Her ikisi birleştiğinde ise toplumda toplum üstü erdemlerle mücehhez insanlar doğar. Kahramanlık denilen olgu, böyle bir şeydir.
Kararlı, idealist, hedefe kilitlenmiş çelik bir iradeyi ne endeksli hukuk ne de ölüm yenebilir! Dik durmayı, dik oturmayı ve dik kalmayı kimlik edinenler öldürülebilirler ama diz üstü çökertilemezler. Onlar o veciz deyişle, bir gün konuldukları “tabutun” kapağını tekmeleyerek çıkacaklardır!
Bütün bunların ötesinde tutuklu olanların kişiliklerini, iradelerini, ideallerini ve nihayet duygularını da hesaba katmak gerekir. Bugün artık neredeyse ayağa düşmüş olan “empati”yi bir an onlar için yapmak gerekir. Olgunun insani yönünü bir yana, demokrasiyle ilgili yönünü de diğer yana koyunuz! Bir yanda milletin seçtiği, yargıçların tuttuğu, medyanın yargıladığı bir sistem, diğer yanda içeride eli kolu bağlı kişilikler var.
Ancak şuna yüzde yüz eminim ki içeridekiler, kişisel konumlarından daha çok uğruna fedayı can etmeye ant içtikleri vatanlarında tutuklu olmalarını içlerine sindirememektedirler. Öz yurdunda tutuklu olmak onları derinden yaralamaktadır. Yokluklarında meydanı boş bulanların attıkları iftira, isnat, itham ve iddialarına cevap verememek ise onlar için ölümden beterdir. Sistemin toplum nezdinde onlar için itibar infazı yapmalarından daha çok dostlarının sessizliği onları sarsmaktadır.
Kuşkusuz insanların büyük bir çoğunluğu, olanı biteni adlandırmakta sıkıntı çekmektedir. Hâlbuki konu insanlardan daha çok sistemle ilişkilidir.
Bu ülkenin ’onlar çıkarsa başkaları da çıkar’ diyerek onların tutuklu kalmalarını savunan bir Adalet Bakanı var. Henüz yargılama aşamasında olan, suçlu olup olmadıkları kesinleşmemiş üyelerinin hapishanede tutuklu olarak tutulduğu bir parlamentosu var. Hukukunda “masumluk karinesi” diye yargı kararıyla suçu kesinleşmemiş olan herkesin suçsuz olduğu kabul edilmiş ilkesi olan hukuk sistemi var.Yine bu ülkede içeride tutulan insanlarla ilgili olarak gazete ve televizyonlarda aylar süren, yargısız infazın da ötesinde linç programları yapan medya var. Bu ülkede iktidarının “ileri demokrasi” söylemleri altında yaptığı siyaset var. Ayrıca bu ülkede içeride tutuklu olan milletvekillerinin tamamı kendi partilerinden olan muhalefet var.
Daha ne olsun! Bu şartlar altında dışarıda sistem tarafından eli kolu bağlı olarak “lâ havle” çekip beklemektense içeride adam gibi “tabut” un kapısını tekmeleyeceği günü beklemek daha iyidir.