Sevsinler darbe karşıtlığını
Yandaş medya güya darbeye karşı, güya demokrat... Bu kesimin samimiyetsizliği, 28 Şubat’ta Sincan’da tankları yürüten komutanın Kara Kuvvetleri’ne atanmasına ‘tık’ çıkarmamalarıyla bir kez daha kesinleşti
Yandaş medya ile maskeli faşistlerin ne kadar samimiyetsiz oldukları son Yüksek Askeri Şûra kararları ile tekrar ortaya çıktı. Bu kesim güya darbeye karşı, güya demokrat, güya hukuka saygılı. Her gün adeta işgal altında tuttukları medya organlarından Türkiye’nin değerlerine, çağdaş insanlarına, demokrasi ve hukuka gerçekten bağlı olanlara ağır hakaretler yağdırıyorlar.
Ama gelin görün ki, bir olay bile turnusol kâğıdı gibi bunların rengini ortaya çıkarıyor.
İşte bunun en güzel örneklerinden biri Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilen Orgeneral Erdal Ceylanoğlu konusunda takındıkları tavır.
AKP yandaşı medya ile bu maskelilere göre 28 Şubat bir darbedir. Bu nedenle bu yıl 28 şubat günü gösteriler düzenlediler, darbeyi lanetlediler.
Ama hiçbirinin aklına bunca “darbe soruşturması” arasında neden 28 Şubat komutanlarından hiçbirinin yer almadığını sormak gelmiyor.
Bu gelmediği gibi 28 Şubat’a darbe yakıştırması yapılmasını sağlayacak tek eylemin kahramanının Başbakan Erdoğan’ın sevgisine mazhar olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmesini de sorgulamıyorlar.
Erdal Ceylanoğlu 28 Şubat döneminde Ankara’da görev yapıyordu ve bir sabah tankları sokaklara salarak dönemin iktidarını korkutmaya çalışmıştı.
Eğer Necmettin Erbakan- Tansu Çiller ikilisinde biraz cesaret olsaydı, Ceylanoğlu Paşa daha o tarihte görevinden alınacaktı. Ancak bu ikili tüm uyarı ve önerilere rağmen askere karşı koyamamıştı.
Şimdi bu Paşa AKP’nin tercih ettiği Kara Kuvvetleri Komutanı oldu.
Yandaşlarda ve maskelilerde ise “tık” yok. Sadece biri herhalde vicdanı elvermediğinden olacak “O paşaya emri Çevik Bir vermişti” diyebildi.
Peki güzel kardeşim, o halde Çevik Bir nerede? Demek ki Çevik Bir “darbe hazırlığını ve hatta provasını o yapmış” niye yakasına yapışılmıyor da korunuyor.
Erdoğan Kara Kuvvetleri’ne Ceylanoğlu’nu getirdi, 2013 Genelkurmay Başkanlığı için de tercihini Necdet Özel’den yana yaptı. Onlar da Atila Kılıç’ın hassasiyetine zerre saygı duymadan oturuverdiler koltuklara.
Yeni paşalarımız ülkeye millete hayırlı olsun.
* Can Ataklı / Vatan
+++++
Sakat iktidar, sakat Anayasa, sakat referandum!
1982 Anayasası’nı referanduma sunan “iktidar, sakat bir iktidardı”. Askerlerin bir darbe iktidarıydı. Türkiye’deki demokrasiyi, siyaseti, solu, yargıyı, üniversiteleri, sendikaları, medyayı ezdi geçti: Ülkeyi antikomünist bir ılımlı İslam iktidarına hazırladı. Bu iktidarın hazırladığı “1982 Anayasası, sakat bir anayasaydı”. Vatandaş, devletin karşısında savunmasız bırakılıyor, hükümetin ve devletin işleyişi Cumhurbaşkanının ve başta YÖK olmak üzere, onun atadığı kişi ve kurumların otoriter denetimine veriliyordu. 1982 Anayasası’nın kabul edildiği “referandum sakat bir referandumdu.” Her şey bir yana referandum kampanyası sürecinde “Hayır” propagandası yapmak yasayla yasaklanmıştı. Yani baskı filan değil... Resmen yasa çıkarılarak, demokrasinin ırzına geçilmişti. Zarflar şeffaftı, beyaz renkli “Evet” oyu ile mavi renkli “Hayır” oyu dışarıdan açıkça görülüyordu. Darbe iktidarı, referandumda “Hayır” çıkarsa, askeri yönetimin belirsiz bir süre daha devam edeceğini ilan etmişti. Yıllar sonra bir Taksim Toplantısı’nda konuşmacı olan, eski Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli’ye, bunları hatırlatarak, “1982 Anayasası gayri meşru değil midir” diye sormuştum. Bütün o seçkin dinleyicilerin önünde açıkça “Evet, gayri meşrudur” yanıtını vermişti.
* * *
O sakat iktidar tarafından, sakat bir referandumla, halka dayatılan sakat 1982 Anayasası, bugüne kadar 16 kez değiştirildi. Şimdi 17’nci değişiklikte, sanki daha demokratik hükümler varmış izlenimi verecek bazı anlamsız önlemler araya serpiştirilerek, sakat 12 Eylül Anayasası’nın, vatandaşı devlet karşısında savunmasız bırakan hükümleri daha da kötüye doğru değiştirilmek isteniyor:
Değişiklik önerilerinin Anayasa Mahkemesi ve HSYK’ye ilişkin olanları, yüksek yargıyı iyice sakatlamaktadır.
Ayrıca referandum sürecinde gözlemlenen sakatlıklar kampanyanın demokratik niteliğini bozmaktadır:
İktidarın, devlet ve hükümet olanaklarını Başbakan’ın ve bakanların “Evet” kampanyası için seferber etmiş olması...
Valilerin devletin değil, iktidarın valileri gibi hareket etmesi, MHP’nin afişine, TKP’nin standına idari kararlarla engel olunması... Seçmen sayıları ve listeleri konusundaki tutarsızlık, kuşku ve eleştiriler...
Tarafsız olması gereken kamu kuruluşu TRT’nin açıkça taraf tutan yayınları...
Ve daha birçok baskı, manipülasyon, afişleme ve benzeri olaylar...
Bu referandumun da demokratik meşruiyetine gölge düşürmektedir.
Dilerim bu referandum da hukuk, demokrasi ve tarih karşısında 1982 referandumunun utanç verici durumuna düşmez.
Tabii, AKP’nin ne kadar demokratik olduğu da, bu referandum kampanyası sırasında iyice ortaya çıkmıştır!
* Emre Kongar / Cumhuriyet
+++++
‘Suçum ne?’ diye sormak suç olmuş
Bir mahkemede, sanığın yargıçlara sorabileceği en doğal soru “Benim suçum ne?” Bu soruyu Tuncay Özkan sormuş. İki yıla yakın süredir doyurucu bir yanıt alamadığı için sesini yükseltmiş. Bu yüzden, hakkında suç duyurusunda bulunulmuş. Suçunun ne olduğunu soran Mustafa Balbay hakkında da suç duyurusunda bulunulmuş. Demek ki artık “Suçum ne?” diye sormak suç olmuş. Belki de T. Özkan şöyle sormalıydı: “Efendim 2 yıla yakın süredir, burada devletin karavanasına kaşık sallayarak, yoksul halkın aşına ortak olmanın ezikliği içindeyim, bu süre zarfında suçumun ne olduğunu bile anlayamadım. Bari iki ay aradan sonra yapılan bu oturumda lütuf etseniz de, suçumun ne olduğunu bir açıklasanız, minnettar olacağım.”
* Ali Sirmen / Cumhuriyet
+++++
Biraz empati yapmakta yarar var
Ümraniye Davası’nın tutuklu sanıklarından Tuncay Özkan, mahkeme salonunda yargıca bağırarak konuştuğu için “5 duruşmaya katılmama cezası” aldı. Yargıcın bu kararına elbette bir eleştirimiz olamaz. Ancak biraz empati yapmakta da yarar var. 22 aydır “darbe yapacağı için” tutuklu bir gazeteci söz konusu. Üstelik darbe yapma olanağı olanlar da dışarıda! Sanık suçunun ne olduğunu tam olarak bilemiyor, ısrarla her duruşmada “Bana suçumun ne olduğunu söyleyin” diyor. Böyle bir durumda dünyanın en sakin insanı bile olsanız sinirleriniz bozulur, isyan edersiniz. “Empati kurmak gerekirdi” derken bunu anlatmaya çalışıyorum.
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++++
Başbakan bir gün gazeteci olursa...
Memleketi Rize’de “Siyaseti bırakınca medyaya geçip, siyasete lojistik destek sağlayabilirim” diyen Tayyip Erdoğan’ın, aynı konuşmasında, “Bir kısım medya” dediği basın yayın kuruluşlarını, CHP, MHP ve YARSAV’la biraraya gelip siyasete karışmakla suçlaması, kafaları karıştırdı!..
+++++
Eğlenceli eylem...
Biliyorsunuz, Başbakanlık binasının değil önünde, yakınlarında bile eylem yapmak yasaktır. Eylem tek kişilik dahi olsa çevredeki polisler hemen harekete geçer...
Eylemciyi yaka-paça, kimi zaman da tekme-tokat derdest ederek eylemi önler.
Önceki gün Başbakanlığın önünde yine bir eylem vardı.
Eylemci sadece bir kişiydi.
Eylemini rahatça yaptı.
Elindeki pankartı en küçük bir müdahaleye maruz kalmadan uzun süre rahatça taşıdı, kameralara gösterdi. Ve ilginçtir, Başbakanlık polisleri bu eylemciye müthiş hoşgörülü davrandılar. Neden mi öyle davrandılar? Çünkü eylemci işsizliği, açlığı, Başbakan’ı ya da hükümeti değil;
102 emekli ve muvazzaf asker hakkındaki yakalama kararının kaldırılmasını protesto ediyordu. Yani...
Arkadaş yandaş eylemciydi. Dolayısıyla demokratik hakkını doya doya kullanmasına izin vardı... * Melih Aşık / Milliyet
+++++
‘Bekçi Murtaza’
“Balyoz” davası sanığı, 1. Ordu eski komutanı emekli orgeneral Çetin Doğan, kendisini Bodrum havaalanında yakalayan polis için “Bekçi Murtaza” benzetmesi yapmış... Önce tutuklama, sonra tahliye, tekrar tutuklama kararı verilen Çetin Paşa, kararı duyar duymaz, İstanbul’a telefon ediyor ve avukatına “geliyorum” haberini veriyor, sonra Bodrum’dan İstanbul’a uçmak için uçak bileti alıyor. Uçağa binmek için beklerken, polis kendisini yakalıyor; o da durumu anlatıyor, polis dinlemiyor, bir kere yakalamış, bırakır mı? İşte “Bekçi Murtaza” burada devreye giriyor... “Çetin Paşa” o anı anlatırken şöyle diyor: “Benim havada, uçaktan uçağa geçip, kaçacağımı sanan Bekçi Murtaza gibi bir polis... ”Bekçi Murtaza“ Orhan Kemal’in roman kahramanıdır. Bir pamuk fabrikasında gece bekçiliği yapmaktadır; işine o kadar bağlıdır, öylesine işgüzardır, öylesine kuralcıdır ki, amirlerini bile geride bırakır. Patron köpekliği yapmakta yarışanlarla onun yaptıkları birbirleriyle bağdaşmaz. ”Bekçi Murtaza“nın yaşamı, doğruluk anlayışı, değer yargıları ve görev ahlakı onlardan ayrıdır. İşte Çetin Doğan Paşa da, Bodrum havaalanında kendisini yakalayan polisi, herhalde bu huylarından dolayı ”Bekçi Murtaza“ya benzetmiştir.
* Hasan Pulur / Milliyet
+++++
Çifte standardın net kanıtı
Başbakan son YAŞ’ta masaya yumruğunu vurdu ve ” Ben, hakkında soruşturma açılan adamı terfi ettirmem “ dedi. Oysa yasalar, hakkında soruşturma açılan askerlerin değil, tutuklama kararı bulunanların atanamayacağını yazıyordu. Adları henüz resmileşmemiş soruşturmalarda geçen komutanları, sırf bu yüzden terfi ettirmeyen Başbakan, tüm icraatlarında bu kadar ”titiz“ mi? ”Evet“ diyorsanız, siz öyle sanın... Kendisi birkaç gündür Rize’de. Ama hemşehrilerinin büyük tepkisiyle karşılaşıyor. Çünkü Karadenizli vatandaşlar, Karadeniz’e yapılması planlanan 700 hidroelektrik santraline büyük tepki gösteriyorlar... Bu santrallerin sadece çevre değil, aynı zamanda ekonomik felaketi körüklediğini iddia ediyorlar... İddialarını seslendirmekle kalmayıp, yapımı süren santraller hakkında dava açıyor ve birçoğunu da kazanıyorlar... Ama bu mahkeme kararlarına karşın, santral yapımları tam gaz devam ediyor. İşte; bizim ‘açılan soruşturmalar’ yüzünden komutanların terfisini engelleyen ‘titiz Başbakanımız’, nedense mahkemelik santrali kendi eliyle açmakta hiçbir sakınca görmüyor...
* Mustafa Mutlu / Vatan
+++++
MİNİ YORUM
Tutukluluk hali
Odatv’den Barış Terkoğlu Silivri’deki tutukluların, katlanmak zorunda kaldıkları koşulları yazdı. Keza dün Yılmaz Özdil tutuklu çocuğu olmanın “bedeli”ni... Bir kısmının hâlâ “suç”larının ne olduğunu kavrayamamış halde dayanmaya çalıştığı tutukluluk halinin “ceza”ya dönüştüğü konusunda artık hemen bütün hukukçular hem fikir. Hem de ne ceza; Ümraniye ve kuyruğuna eklenen dava ve soruşturmaların tutuklulukları ‘suçsuz’ olabilme ihtimallerine rağmen suçlulukları kanıtlanmış olan ve “ceza”larını çeken hükümlüler kadar bile hak sahibi değiller....