“Sessuzluk” ve “sessizlik!...”
Var oluş davanıza içtenlikle ve “cesaretle” sahip çıkmazsanız, yakın gelecekte “esaretle” yaşamaya mahkûm olacaksınız! “Basra harap olmadan” uyanın!..
Kabullenemediğimiz, hatta isyan noktasına geldiğimiz durum, “sessizlik!”
Konuya bir fıkra ile girelim...
Trabzonspor amigosu Temel, maçtan önce sahaya çıkıyor...
Görevi malum, seyirciyi en iyi şekilde coşturacak...
Ağzında megafon, seyircilere çağrı yapıyor:
“Uşaklar dinleyun penu!.. Sağ elimu havaya kaldirinca bütün dribun ”yaşa“ diye pağaracak. Sol elimu kaldirdiğimda ”Trabzon“ diye pağaracak. İki elimu aynu anda havaya kaldirinca ”sessuzluk“ olacak, tamam mı...”
Tribün hep birlikte Temel’e yanıt veriyor; “Tamammm!”
Temel başlıyor önce sağ elini sonra sol elini kaldırarak seyirciyi coşturmaya... Yeteri kadar tezahürat yaptırdığına kanaat getirdikten sonra, tezahürata ara vermek için, iki elini havaya kaldırıp aşağıya indiriyor...
Tribündekiler hep birlikte tempo halinde başlıyorlar bağırmaya.
“Sessuzluk!... Sessuzluk!.. Sessuzluk!...”
* * *
Ortada kahredici bir sessizlik var!..
Herkes susuyor. Konuşanlar (yazanlar) belli kişiler ve kesimler...
2007 seçiminden sonra, AKP ülkenin ve milletin büyük sıkıntılarına derman olacak, neredeyse tek bir icraatta bulunmadı...
Yatıyoruz kalkıyoruz Ergenekon, balyoz, kafes, ıslak imza, anayasa değişikliği, referandum vs...
Son olarak içlerinde emekli ve muvazzaf generallerin de bulunduğu 102 subayın tutuklanması kararı; hem vicdanları isyan ettirdi, hem de kafaları fena halde karıştırdı...
Adamları İki kez tutukla, iki kez serbest bırak, sonra bir kez daha tutukla(!) Nasıl iştir anlamak olanaklı değil!..
Darbe yapmakla suçlanan komutanlar ve subaylar, üstlerinin haberi olmadan hükümeti yıkmak gibi bir faaliyetin içerisinde nasıl olabilmişler (!)? Bunların üstleri, eğer iddialar doğruysa nasıl komutanlık yapmışlar(!)?
Dönemlerinde darbe girişimleri olduğu iddia edilen, iki Emekli Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Yaşar Büyükanıt, iddia edilen darbe girişimlerinden niçin haberdar olmamışlar?
Her şeye laf yetiştiren Başbakan, bu konudaki sorulara ve sağduyulu vicdanlardaki isyana, neden değinmiyor ve Deniz Feneri davasında olduğu gibi bu zamana kadar tek söz etmiyor?
“Ben kasaptaki ete soğan doğramam” diyen Hilmi Bey; Emekli Genel Kurmay Başkanı olarak, ülkede yer yerinden oynuyor, olanı biteni uzaktan sessizce izliyor. Yaşar Bey, ayni şekilde tatillerde keyif çatıyor, Fenerbahçe maçlarında tribünlerde oturduğu yerden tuttuğu takım adına basına gözü yaşlı fotoğraflar veriyor (!)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu büyük bir suçlamada bulundu. Görevden ayrıldıktan sonra, altına AKP hükümeti tarafından zırhlı ve pahalı bir araba çekilen emekli Genel Kurmay Başkanı Yaşar Bey için...
Yenilir yutulur cinsten değil.
“Büyükanıt ile Erdoğan çıkar işbirliği yaptı.”
Bu ağır suçlamaya karşı her iki tarafın da sessiz kalmış olması neyin ifadesidir, “Sessizlik” yani sukut ikrardan mı geliyor...
* * *
Sonuç:
Gençler sizlere sesleniyoruz.
Bizler belli yaşlara ulaşmış kimseleriz.
Bugün varız yarın yokuz. Ulu Önder Atatürk’ten miras bu vatan sizlere emanet. Var oluş davanıza içtenlikle ve “cesaretle” sahip çıkmazsanız, yakın gelecekte “esaretle” yaşamaya mahkûm olacaksınız!
Türkiye hızla kuşatılıyor!
Dış güçler, içerideki işbirlikçiler sayesinde emperyalist emellerine ulaşmak üzereler. Tarikatçı, şeriatçı yobaz takımı ve “din sömürücüleri”, ülkenin omurgasına “kene” gibi yerleşmiş durumdalar!
Bir kez daha anımsatıyoruz...
“Basra harap olmadan” uyanın!..
Sessiz ve tavırsız kalmayın!
Uyanışınız “hayır”lara vesile olacaktır.
Tarih 12 Eylül 2010.
Referandum oylamasında ilk “hayır”lı uyanışınızın günü, ülkenin uçurumun kenarından dönüş tarihi olacaktır...
“Hayır” da hayır vardır!...
Unutmayın...
* Burhan Özbey
+++++
Bostan tarlasının bile var cumhuriyetin bekçisi yok mu
Kurtuluş Savaşı’nda kaç ordu komutanı, kaç kolordu, tümen ve tugay komutanı esir düşmüştü?..
Cephede görev başındayken kaç orgeneral, korgeneral, kaç tümgeneral, tuğgeneral ve albay tutuklanıp esir kampına gönderilmişti?....
İngiliz işbirlikçisi Damat Ferit’in aklına gelmiş miydi acaba Kuvayı Milliye’nin içinden Kuvayı inzibatiye çıkarmak?..
Kaç general Nemrut Mustafa Paşa Divanı’nın yakalama emrine, idam fermanına uyup kellesini teslim etmişti?..
Mustafa Kemal Paşa ve yurtsever arkadaşları kendileri hakkında yakalama emri çıkartan Nemrut Mustafa Paşa alçağının İngiliz işgalcilerinin emrinde çalışan ve özel olarak kurulmuş bir mahkeme olduğunu bilmemeleri olası mı?..
Bostan tarlasını bile koruyup kollayan bekçisi varken, Atatürk cumhuriyetinin bekçisi yok mu?..
Size verilen görev iyi demokrat olmak mı, yoksa laik cumhuriyete ve bağımsız devletimize uzanan hain ellere karşı demir yumruk olmak mı?..
Emperyalist işbirlikçisi Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kökünün kuruduğunu mu düşündünüz?..
Bu yapılanlar kuşatılmış orduların topluca esir alınması değil mi?..
İşgalcilerin özel mahkemeleri bile bu kadar generali tutuklamaya cesaret edebilir miydi?.. Kurtuluş Savaşı’ndan daha tehlikeli bir dönemden geçtiğimizi görebiliyor musunuz?..
Ey efeler, zeybekler, kaptanlar, seymenler; iş başa düştü. Cumhuriyetin de, devletin de hem sahibi, hem bekçisiyiz..
* Hilmi Kayıhan
+++++
Anlayana kıssadan hisse!
Günün birinde padişahın birisi halkını denemek için, adamlarına, şehrin en işlek yerinde bulunan köprünün girişine bir adam koyarak köprüye girenden 5 akçe istemelerini söyler. Adamları padişahın emrini yerine getirerek köprüye bir adam koyarlar. Adam köprüye gelenden 5 akçe ister. Köprüye gelenler şaşırır. İtiraz ederler. Fakat padişahın emri oldugunu duyunca verirler.
Aradan zaman geçer...
Padişah adamlarını yanına çağırarak ’halkım b+u işe ne dedi’diye sorar. ’Padişahım biraz itiraz ettiler ama alıştırlar’cevabını alınca köprünün çıkışına da bir adam koymalarını, köprüden ineneden de 5 akçe istemelerini söyler. Adamlar şaşırarak padişahın emrini yerine getirirler. Köprüye girerken 5 akçe, çıkarken de 5 akçe vermek halkı ilkin rahatsız etsede çok geçmeden alışırlar.
Padişah aradan zaman geçtikten sonra adamlarını gene çagırır.
‘Köprürün ortasına da bir adam koyun o da köprüye girenleri ortada dövsün ve çıkışa göndersin.’
Adamlar bu duruma çok şaşırsalarda padişahın emrini yerine getirirler. Köprünün ortasına bir adam koylarlar ve adan geleni döver. Halk bu işe çok şaşırıp ve itiraz etse de dayak kaçınılmaz olmuştur.
Aradan zaman geçtikten sonra padişah tekrar adamlarını çağırarak, halkının halinden memunun olup olmadılarını, duruma itiraz edip etmediklerini sorar.
Adamları ‘itiraz etmez olurlar mı hiç padişahım, halk halinden çok şikayetçi’der.
Padişah ‘neymiş şikayetleri’ diye sorunca adamları şu cevabı verir:
- Padişahım, halkınız ‘köprünün ortasında çok sıra oluyor. Padişahımız, acaba bir kaç adam daha koymaz mı diye’ soruyorlar...
* Vural Gündüz / Ankara
+++++
Bu millet biter mi ki ordusu bitsin. Operet generalleri gider gercek komutanlar gelir bir gün...
* Nazan Sezgin
+++++
Tarihte ağlayan hükümdarlar da var
Tarihte ağlayan hükümdarlar vardır.
Endülüs Emevî Devleti’nin son hükümdarı Abdullah-is-Sağîr, memleketini düşmanlara kaptırarak anası ve maiyetiyle birlikte kaçıp Gırnata’dan uzaklaşırken, son olarak şehri ebediyen gözden kaybettirecek bir yol dönemecinde, bir virajda arkasına dönüp, yâd ellere kaptırdığı şehre bir kere daha bakmak arzusunu da yenemedi. Döndüğü zaman o manzarayı görüyordu ki; batmak üzere olan ikindi güneşinin ışıkları muhteşem şehrin altın yaldızlı kubbelerini, Elhamrâ Sarayı’nın saçaklarını tutuşturmuştu. Terkedilmiş koca mâmûre, ışıkla altının, servetle debdebenin kucaklaşması içinde ufka serilmiş, yatıyordu. Bu câzip ve kendisi hakkında tecelli eden hazîn manzara karşısında Abdullah-is-Sağîr gözyaşlarını tutamadı, hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı.
Yıllarca oğlunu gaflet uykusundan bir türlü uyandıramamış olan anası, onun bu gözyaşları önünde isyan etti ve nihâyet târihe mâl olup kalan şu meşhur sözünü söyledi: “Ağla utanmaz ağla. Erkekçesine vatanını, dînini, müdâfaa ve muhafaza etmeyenlere, kadınlar gibi ağlamak yaraşır.”
Bu ağlama seremonisi Başbakan’ın ağlaması ile pek örtüşmese de; iki Müslüman Devletin başındaki beş-altı yüz yıl ara ile ağlama seremonisi ortak diye düşünüyorum.
* * *
Ağlamak iyidir, insanın duygularını boşaltır, ama kime, niçin ağlandığı da önemli. İlk ölüm acısını duyduğumda bir köşeye çekilip, gözyaşlarımı kimseye göstermeden ağladım. Erkekler ağlamaz, derler ama bal gibi de ağlarlar, ağlarlar ama gizli gizli, bazen belli etmeden göz yaşlarını içine akıtarak.
* E. Kurtcebe Noyan / Ankara
+++++
12 Eylül adaleti(!) istiyoruz
12 Eylül darbesini gerçekleştiren Kenan Evren, “Biz sağ ve sol ayrımı yapmadık. Hatta o kadar ki mahkum olanlar, idam cezası alanlar var. Mesela sağdan bir tane mahkumun idamından sonra, bekletirdim. Sonra soldan bir tane idam ettirip, mahkum bekletirdim. Yani bir tane sağdan bir tane soldan adam astık. Sırf denge olsun diye buna dikkat ettik” diyerek, adaletli ve eşit davrandıklarına yönelik kendilerini savunmuştu!
Bugün ise Balyoz soruşturması kapsamında 26’sı muvazzaf, 27’si emekli olmak üzere toplam 53 general hakkında yakalama kararı mevcut.
O nedenle mevcut yönetim her iki tarafa da eşit davrandığını ispat etmek için, en az üst düzey 53 PKK yöneticisi hakkında tutuklama kararı çıkartmalı.
Bununla yetinmeyip adresleri belli olan (KANDİL) bu üst düzey 53 PKK yöneticisini tıpkı generalleri lojmanlarından topladığı gibi gözaltına almalıdır.
Eğer bu gerçekleşmezse, ortalıkta 12 Eylül darbe adaleti kadar bile adalet olmadığının fotoğrafıdır bu.
Unutmamak lazım ki adalet mülkün yani devletin temelidir.
* Engin Balım
+++++
Mini Yorum
Esinlenmenin tavan yaptığı an
Taraf’la ABD ordusunun yediği naneleri ortaya çıkaran Wikileaks’la Taraf arasındaki farkı, Oray Eğin bundan birkaç gün önce yazmıştı. Dün “büyük”çe gazetelerden birinde “Taraf’la Wikileaks arasındaki 10 fark” başlıklı yazıyı görünce, herhalde bir atıf vardır dedim ama maalesef... Aklın yolu birse elbette insanlar aynı konuyu benzer ifadelerle yorumlayabilirler. Ama “geç” kalmışsanız, yaklaşımınız “özgün” dahi olsa, sizden önce topluma mal eden meslektaşınızı anmanız daha etik olmaz mı? En azından “esinlenme” şüphelerini ortadan kaldırmaya yaramaz mı?