Servet Gürcan'a selam!
İlk gençlik yıllarımdan beri ülke sorunlarına ilgi duyuyor; şiiri çok seviyordum. Kırıkkale Lisesi’nden ayrılıp 1964 yılında eğitim için İstanbul’a geldiğimde kendimi fikir denizinin ortasında buldum. Duygularım, Türk milletinin tarihteki görkeminden beslenirken; yoksulun neden yoksul olduğu, varsılın (zenginin) nasıl varsıl olduğu konusu, beynimi hep tırmalıyordu... Ötüken okuyor; Türk Devrim Ocakları’yla ilgileniyordum. Orhun Bengütaşları’nda “Aç olanı doyurdum, çıplak olanı giydirdim” diyen Bilge Kağan bana yol gösteriyor; toplumcu yanım ağır basıyordu. Varsıl karşısında yoksulun boynu bükük olması, dik duramaması canımı acıtıyordu. Dahası; insanın insanı, özelde Türk’ün Türk’ü sömürmesi, beni kahrediyordu.
Evet, şiiri seviyor; ancak iyi şiir yazamıyordum; bunu biliyordum. Ama tanıdığım şairlerin şiirleri, çevremdeki yazarların ürünleri, hep toplumun dertlerini dile getirsin istiyordum. Olmuyordu!
İşte bu gönül burukluğuyla kıvranırken 1971 yılında “Kavgaya Şiirler” adlı kitabıyla Servet Gürcan adlı -Dede Korkut’un deyimiyle- bir er ortaya çıktı! Şiirleri Türk’ün özgürlük özlemini anlatıyor ve “Türkçü devrimcileriz biz” diyor; “Milliyetçi-Toplumcu” kavgadan söz ediyordu... Servet Gürcan’a içim ısınmıştı.
Üç yıl sonra 1974 yılında Ankara’da bir kitapçı vitrininde, kapağında “Maviye Çağrı/Servet Gürcan/Şiirler” yazılı kitabı gördüm. Kitapçının kapısına heyecanla aniden yönelmemle beraber, kapı eşiğine takılıp boylu boyunca yere serildim. Kitapçı ve oğlu sağ kaşım üstündeki yaraya tendürdiyotlu pamuk bastırırken, ben tek gözümle kitabı karıştırıyordum...
Maviye Çağrı; farklı, anlamlı bir sesti; sanki benim çağrımdı... Şair, “Çocuklar doğar toprak damlarda/ve ağlar büyükler topraklarda/dil bilmez, yol bilmez kişilerini bilir misin yurdumun/ ah aslında/ senin bilmezliğin üşütüyor beni/üşüyorum dostum/kardeşim üşüyorum” diyordu. Onun şiirinde çarpık düzen vardı; ’ağalık’vardı; sömürü vardı. Ve yılmadan, ’ölmeden’ uğraşmak vardı. O, “Kazımayıncaya kadar öz yurdumuzda/geri bırakılmışlığın günahını/ahlaksızlığın yüz akı gibi duruşunu/silmeyinceye kadar/yok bize daha ölüm/ölüm yok!” derken, dağ gibi bir kararlılığı öğütlüyordu. Kitabın daha ilk sayfasında “Ne çıkar bütün güçler karşına dikilmişse. Ne çıkar felek kahpe, çağ puşt, dost tanıdıkların dönekse...” diyerek umutsuzluğu ayakları altına alıyordu... Kitabı otobüste eve gidene kadar okudum. Rauf Mutluay Cumhuriyet’te övgü dolu yazılar yazdı...
Servet Gürcan’ı yıllar sonra şahsen tanımak olanağını buldum. TRT’ye girmişti. 1990 yılıydı; beyni yeni bir esere gebeydi. Nitekim kısa süre sonra; “Çırpınırdın Kara Deniz bakıp Türk’ün bayrağına” sözlü şiiri bilinen, ama kendisi tanınmayan; Türk’ün ulu şairi Azerbaycanlı Ahmet Cevat Ahuntzâde’yi, “Çırpınırdın Karadeniz” adını verdiği kitapla Türkiye’ye tanıttı... Ve geçen Ağustos ayında Fuzuli’nin “Aşk imiş her ne var âlemde” mısraından esinlenerek adını koyduğu “Aşk İmiş” ile son şiirlerini sundu bizlere... (Aşk İmiş adlı güzelliğe 542 453 64 98 numaralı telefondan veya metegurcan@hotmail.com e.posta adresinden ulaşabilirsiniz.)
Türk’ün bu coşkun, bu has evladını sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Haftaya buluşmak dileğiyle...