Şehitler diridirler; ölen “AKP Devleti”

Sen, gizli gizli gittiğin siperde özel fotoğrafçına “dimdik” mişsin pozu versen ne olur!
Senin gizlice gittiğin vatan toprağında elini kolunu sallaya sallaya “at koşturan teröristler”, dün 24 defa diz çöktürdüler en tepesinde oturduğun “AKP Devleti”ne!
Roketatarla saldırdılar İbrahim’e...
Dayanamadı gencecik bedeni, düştü toprağa...
O düşerken Elmas Anne’nin Murat’ına uzattı belki bayrağı; tam doğrulacakken Murat, kurşun yağdırdılar üzerine... Tıpkı şehadetini öğrenen annesi gibi o da yığıldı kaldı öylece...
Ali’ydi, Mehmet’ti belki diğerleri...
Şahin’di...
Alper’di...
Bildiğimiz, siperde “dik dururmuş gibi yapmak” yerine, kendilerini vatana, millete, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne “siper ettikleri” ...
Şehitler diridirler;
Cumhuriyet ilelebet...
Dolayısıyla dün Kekliktepe’de tam 24 defa kalbi duran “AKP Devleti”ydi...
Suni teneffüs çabaları beyhude, millet son sözünü söyledi:
“Hükümet istifa” !


Söylesene kimden intikam alacaksın
Bir de geçmişsin milletin karşısına “intikam alacağız” diyorsun...
İyi de kimden?
Başbakan’ın ifadesiyle “görevini yapan!” terör örgütünden mi?
“Görevini yapmayan AKP Devleti”nden mi?
Kime keseceksin bu acının faturasını?
“Sıfır terör” ortamında iktidar olup “Kürt sorunu” icad edenlere mi?
Kandil’den gelip “pişman değilim” diyen teröristi “barış gönüllüsü” olarak sokağa salanlara mı?
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün yetkilerini tırpanlayanlara, askeri “kışlasına” hapsedenlere mi?
Güroymak’a “Norşin” deyip, “Güroymak’ı Norşinleştirmek” isteyenleri cesaretlendirenlere mi?
Abdullah Öcalan’la “gizli pazarlık” yürütenlere mi?
Milleti “mozaik”leştirmeye çalışanlara mı?
Yolunu, ABD’li CIA ajanlarının hazırladığı “yol haritaları”na bakarak bulmaya çalışan “açılım”cılara mı?
“Türkiye Milleti” diyen Leyna Zana’nın “Türk Milleti” dediğine şahitlik edenlere mi?
“Pişman olduğumdan değil, kırmızı diple mumla davet ettiğinden geldim...” diyen PKK’lıdan intikam alma hakkını tam iki yıl önce dün, Habur’da kurduğun çadır mahkemesinde kaybettiğine göre, söylesene kimden alacaksın intikamını?


Kendilerine alan açma yarışındalar
Bir günde 24 şehit verince hepimiz sarsıldık tabii; yandık, kavrulduk...
Ama 24 gün arka arkaya birer şehit verdiğimizde de “aynı ateş”te kavrulanlar vardı bu ülkede...
“Aman terör amacına ulaşmasın” diye, hiç yaşamamışlar gibi öldükleri gizlenen evlatları doğuranlar, büyütenlerden bahsediyorum. Onlar bugün bütün milletin tek yürek olarak dahi taşıyamadığı bu ağır hüznü tek başlarına sırtlamaya mahkum edilirken ne yapıyordu dün bir anda “intikam”ı hatırlayanlar?
Neredeyse şehidinin ardından gözyaşı dökmeyi bile yasaklamayacaklar mıydı bu millete; sözüm ona “provokasyon” olmasın diye!
“Şehitler ölmez” demeyi yasaklamayacaklar mıydı, “aman tahrik olmasın” diye?
Mehmet’ler sessiz sedasız, birer birer yolcu edilirken, ay-yıldıza sarılı tabutlarında evlerine, onlar siper pozu yarıştırıyordu;
Diz boyu siperin gerisinde diz çöken Başbakan mı, omuz hizasındaki siperin arkasında ayakta duran Cumhurbaşkanı mı?
Allah zeval vermesin, buydu işte “AKP Devleti”nin en “mücadeleci” halinin resmi!
Taraf’ın eski komser yazarı Emrullah Uslu şöyle yazıyordu dün:
“Açılım bakanı Beşir Atalay’ın maalesef yanlış ve öngörüsüz stratejisi nedeniyle devlet Ankara’da açılım yaparken PKK da bölgede alan açmakla meşguldü. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir barış süreci götürülmedi. Devlet bölgeden elini çekerken PKK bölgeye yerleşti.”
Köşesinin adı dahi “açılım” olan eski polis, “açılımcı” eski İçişleri Bakanı’nı tahmin edin niye batırıyor yerin dibine?
PKK’yla mücadeleye katkı sağlamak istediğinden mi?
Hayır!
PKK’yla müzakerenin koşulları, “onun taraf”ın arzsusuna göre tanzim edilsin istediğinden!
Öyle anlaşılıyor ki, “AKP Devleti” PKK’ya karşı sarf etmesi gereken enerjiyi, kendi içindeki fraksiyonların “alan kazanma” yarışında eritti.
Habur çadırındaki bayraksızların sonu
Strateji en başından beri belliydi.
Ne kadar çok şehit, o kadar çok isyan, o kadar çok korku, o kadar çok yılgınlık...
Ne kadar çok şehit, o kadar çok taviz.
Ters tepti...
Millet sinmedi...
Kapılarına dikildi...
“Şehidimin kanıyla yazdırmam” dedi Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet”ine transfer sözleşmesini!
Öyle ya;
Bu ülkenin “ruhen ve bedenen mücadeleye hazır” bütün güçlerini, askerini, gazetecisini, akademisyenini “Kaos Planı” hazırlamakla suçlayıp, “esir” ederken...
“Aslında” yaptıkları;
“Ruhen ve bedenen müzakere”ye hazır hale getirilmiş olanlara alan açmak değil miydi?
Gerçek “Kaos Planı” düne kadar sahneledikleriydi:
Çocuklarımız ölecekti; önce birer birer, sonra ikişer, üçer, beşer.
Biri çıkıp da “Yeter artık, analar ağlamasın” diyene kadar...
Sonra bir başkası çıkıp “100 gencin ölmesi mi, Öcalan’ın ev hapsi mi” sorusunu ortaya atana kadar...
“Madem çocuklarımız, vesayet rejiminin hataları yüzünden ölüyor, madem Türkçü devletin asimilasyon politikasının bedelini ödüyoruz, o zaman yok sayalım geçmişi, temiz bir sayfa, boş bir levha, Tabula Rasa açalım ve üzerine sadece şöyle yazalım:
İyi şeyler olacak!” sözleri kulaktan kulağa fısıldanır hale gelene kadar...
PKK görevini yapacaktı.
Kamuoyu “Yeni Anayasa”nın “aciliyetine” ikna olana kadar kan akacaktı.
Olmadı...
“PKK görevini yaptı” ama “görev” amacına ulaşamadı, bu ülkenin insanları “teslim bayrağını kaldırmadı”.
Askere bir dakikada kimyasal reaksiyonla kendiliğinden ısınan yemek temin etmeyi “devlet olmak” sananlara ibret olsun:
Türk Bayrağı’nı dikemedikleri Habur çadırında doğan “AKP Devleti”i Kekliktepe’de meşruiyetini yitirerek; son nefesini verdi.
Yaşasın şehit kanlarıyla kurulan, şehit kanlarıyla kurtulan Türkiye Cumhuriyeti!



BASINDAN SEÇMELER


PKK ile “dikensiz gül bahçesi”

AKP’nin sadece son dönemde değil, daha Abdullah Gül’ün başbakanlığı döneminde bile Öcalan’la müzakere yaptığı ortaya çıktı!
(...) AKP, 2003 yılında Topluma Kazandırma Yasası’nı hazırlamaktadır. ABD, yasanın kapsamının genişletilmesini, PKK’lı yöneticilerin Norveç’e gönderilmesini, diğerlerinin de affedilmesini ister. Öcalan, 23 Haziran 2003’te, avukatlarına sürgüne hazır olduğunu söyler: “Mesela benim çıkışıma ‘Kamuoyu hazır değil’ diyorlarsa, sürgün formülü de olur. Ben dahil PKK yönetimi bu fedakarlığı da yapabiliriz. Eğer Türkiye kamuoyu bizi ve KADEK yönetimini kabul etmezse, biz gönüllü olarak geçici bir süre için ABD ve NATO’nun güvencesinde sürgüne razıyız. Geriye silahlı adamların adım adım gelmesi kalıyor. Cezaevindekiler çıkarılır. Bir cezaevinden 500 kişi çıkar, bir dağdan 500 kişi gelir. Böyle adım adım gelişir. Bu süreci 2005’e kadar yol haritası olarak ilan ediyorum.”
Ancak TSK, bu pazarlıklara izin vermez! Hem Abdullah Gül hem de ABD’nin Ankara Büyükelçiliği geri adım atar ve bu yönde bir plan ve hazırlık olmadığını “ açıklar. AKP iktidarının PKK ile dikensiz gül bahçesinde pazarlık yapabilmesi için TSK’nın aşılması ve Ergenekon soruşturmasının başlaması gerekecektir!
Mehmet Ali Güller / Aydınlık




Ellerinde yine bebek kanı...

Terör örgütü, seri katil disiplini içinde cinayetlerine devam ediyor. (...) Çünkü PKK hiçbir nedenle devletin müzakereyi sürdürmekten vazgeçmeyeceğini biliyor.
Ve masaya otururken elleri ne kadar kanlı olursa istediğini almakta o kadar güçlü olacağını sanıyor.
Güngör Mengi / Vatan



Teröre “anlaşarak” çözüm bulacağımızı umduk. Şu anda “anlaşma”nın tek bir yolu var ki o noktaya da “silah bırakmamış bir terör örgütü ile, terör baskısı altında masaya oturarak” gelindiği ortadadır, o da “Özerk bölge” ve diğer taleplerinin kabul edildiğinin açıklanması..
Ruhat Mengi / Vatan




Gördünüz mü şimdi nasıl “uzlaşacakları”nı

Bize dediler ki;
Doğmamış çocuğa don biçiyorsunuz...
Ortada fol yok, yumurta yokken bunları yazmak paranoyaklık...
Çok sabırsız davranıyorsunuz...
Hele bir bakak, görek!..
Oldu mu şimdi...
Gördünüz mü?
Tayyip Erdoğan, planının “uzlaşmış gibi yapıp uzlaşmamak” olduğunu açıkladı:
“İlk 3 madde dahil kritik maddeler sona bırakılacak, uzlaşılamayan maddeler mevcut anayasadaki gibi kalabilir. 10 madde için anayasanın tümü feda edilemez!”
Akşam Gazetesinden Ebru Toktar Çekiç’in haberine göre AKP’nin Kızılcahamam Kampı’ndan çıkan “Yeni Anayasa Stratejisi” şöyle:
“- Uzlaşma Komisyonu’nun çalışma usullerini belirlemek üzere bir Alt Komisyon kurulmalı.
- 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumla kabul edilen 26 maddelik Anayasa değişikliklerine dokunulmamalı.
- Anayasada yer alması istenen tüm teklifler konuşulmalı. En ters öneri bile müzakere edilmeli. Masadan kalkan taraf, hiçbir zaman AK Parti olmamalı. İlk üç maddeye ilişkin tekliflerde bile her türlü farklı görüşün dillendirilmesine izin verilmeli.
- Anayasa görüşmelerine uzlaşılacak maddelerden başlanmalı.
- Görüşmeler oylama değil, müzakere ile madde yazımı biçiminde yapılmalı. Böylece, üzerinde uzlaşılan maddeler için oylama bile gerekmeyebilir.
- Oylamalar, kritik maddeler için söz konusu olabilir. Bunların sayısı 15’i geçmez. Bu kritik maddeler, müzakerenin son aşamasına bırakılmalıdır.
- Üzerinde uzlaşılamayan kritik maddeler için dört partinin liderleriyle liderler zirvesi seçeneği devreye sokulmalı.
- Liderler zirvesinden de sonuç çıkmazsa, kritik maddeler için her partinin teklifini seçenekli yazıp, referanduma sunabiliriz. Ancak bu yöntem, toplumda yeni gerilimlere neden olabileceği için zorunlu olmadıkça tercih edilmemeli.
- Hiçbir şekilde uzlaşma sağlanamayan 5-10 madde, 1982 Anayasası’ndaki haliyle bırakılabilir. ”
Neymiş?
Demek ki AKP, üzerinde ihtilaf olmayan maddeleri tıkır tıkır geçirecek, ‘bakın gül gibi geçiniyoruz’ algısı yaratacak ve “ilk 4 madde” ile “vatandaşlık tanımı” konusunda “kırmızı çizgileri” olan partileri iş “devletin kimliği ve bütünlüğü”nü tartışmaya açmaya gelene kadar masada tutacakmış...
Biz “AKP tezgah kuruyor” dediğimizde “paranoya” diyenler, bizi “biraz makul” , “biraz iyi niyetli” düşünmeye davet edenler şimdi ne diyecekler?
Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerini “değiştirmeyi” teklif etmek Anayasa suçu işlemek değil midir?
Peki o “suçun işleneceği” nin ilan edildiği bir masada oturmak?

***


“Liderler Zirvesi” ne gelince...
57. Hükümet döneminde AB Uyum Yasaları’nın “kritik maddeleri” nde uzlaşılamadığı vakit yaşananların tekerrüründen fazlasına yaramayacaktır...
Umarım o zaman “Ecevit’siz ve Milliyetçi Hareket’siz bir siyaset” tanzim edilmeye çalışıldığını anlayana kadar “kan kusup kızılcık şerbeti içtim” demek zorunda kalan siyaset adamları, bu kez “kızılcık şerbeti” maskesiyle sunulanın “Yeni Anayasa” olduğunu görür ve Türk Milleti’ne “kan kusturmaya” hazırlananların kurduğu oyun masasını bozar!..

Yazarın Diğer Yazıları