Şehit cenazesindeki yasaklar
Öteleyemediğim acıları yükleşip sırtıma Kocatepe Camii’ne doğru yürüdüm. Maksadım sancılarımı dindirip, Allah’ın huzurunda O’nun aslanlarını uğurlamaktı. “Diğer kapıdan” uyarıları ile iki defa tavaf ettim koca camiyi... Mescide girmenin yasak olduğuna da ilk kez tanık olurken, yaralı midemin acısı yukarıya, yüreğime doğru yükseliverdi. Elinde
6 yıl önce Cizre’de şehit olan oğlunun çerçeveli fotoğrafı ile bekleyen gözü yaşlı ananın bozkır sıcağı altındaki durumu, asi ruhumu depreştirdi. Kocatepe Camii’ni çepeçevre saran üç binden fazla polis arasından yetkili aramaya koyuldum. “İçeride bomba araması yapılıyor, giriş yasak” diyen genç amire, “Bu memleketin insanı, sağcı, solcu, ateist de olsa camiye bomba koymaz. Senin dediğin sadece iddianamelerde yazar, o da fos çıkar” diyen, elinde ay yıldızlı bayrağı ile şehit uğurlamaya gelmiş 60 yaşlarındaki teyzeyi onaylayarak, hiç olmazsa şehit anası için gölgede bir yer gösterilmesini istedim. Telsizlerden vızır vızır talimat yağıyor ama polis amirlerinin inisiyatif kullanıp yaşlı kadın için öncelik tanımayışı bir saat kadar sürdü. Toplanan kalabalık arasından “bunlar yumruk yemekten korkuyor, ama cami avlusunda yumruk atmak bize yakışmaz” sesleri yükseliyordu. Polis ne yapsın, sonuçta emir kulu, en az bizim gibi bekleyenler kadar onların da rahatsız olduğundan eminim. Tebessüm eden fotoğrafını yakalarımıza iğnelediğimiz Piyade Onbaşı Hüseyin Köksal’ın cenaze namazına Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün katılacağını, yoğun güvenlik önlemlerinin bu yüzden alındığını öğrendik. Sadece Kocatepe’de değil, Türkiye’nin bir çok yerinde şehit cenazelerine katılmış, dahası şühedayı elleriyle toprağa vermiş biri olarak cami avlusuna bile alınmayışım canımı sıktı. Pazar mahmurluğundaki Ankara’da evinde oturmayı tercih etmeyenlerin sayısı giderek artıyor, “Tayyip oğlunu askere gönder” ve “İmralı basılsın, Apo iti asılsın” sloganları yükselmiyordu. İkindi namazına bir saat kala nihayet yasak kalktı. Üç ayrı arama noktasından geçip avluya ulaşabildik ama musallaya yaklaşmak yine yasak. Demir parmaklıklı engeller ve üç sıra polis ile yeni barikat bu defa protokol için kurulmuş. Cenaze namazında saf tutmak isteyen millet ile protokol arasına resmen duvar örülmüştü. Garipsememek dahası isyan etmemek mümkün değildi.
Televizyon ekranlarında gazete sayfalarında protokol görüntülerini izlediğiniz için, en az 50 metre gerisindeki kalabalığı fark etmemiş olabilirsiniz. Hiçbir şekilde davet ve çağrı almadan Kocatepe’de şehide son görevini yapmak için gelen on binden fazla vatandaşın yarısı kadınlardan oluşuyordu.
Ankara’da AKP’nin belediyelerinin Gazze gösterileri için sefere koyduğu otobüslere dün hiç rastlamadım. Gece yarısı metroyu işletip bindirilmiş kıtalarla padişah karşılaması falan da yapılmadı şehit cenazeleri için. Gazze protestolarında meydanları dolduranların hiç birini görmedim Kocatepe’de.
“Hüseyin iki oğlumdan biriydi. On oğlum daha olsa onları da gözümü kırpmadan gönderirdim” diyerek onur abidesi oluşturan Baba Nurettin Köksal’ın elini öpmek için bekleyen on binler protokolün gerisinde polis zoruyla bekletildi. Babalar gününde babalar dişlerini gıcırdattı. “Ağlayıp sevindirmeyeceğiz hainleri” diye gözyaşlarını içlerine akıttılar. Bu arada Tayyip Erdoğan’ın, “taşeronları biliyoruz” sözlerine isyan edip “Doğru siz ihale işlerini iyi bilirsiniz, o zaman müteahhitleri de açıklayın” diyen cemaatin arasında hükümete korkunç tepki vardı. Keçiören’deki fakir gecekondunun çocuğu Hüseyin Köksal’ı haklarımızı helal edip uğurlarken Hüseyin ve tüm şehitlerden bizi affetmelerini talep ettik. Kefenlerinden kan sızan fidan gibi yiğitler bizi duydu mu bilmem. Ama Kocatepe Camii’ndeki cenaze sırasında güvencinler kanat çırpmadı.