Seher Gitti
Gönül düşürmelerin, tetik düşürmeden zor ve beter olduğunu en çarpıcı biçimde anlatan bir aşk romanı okudum, adı: Seher Gitti, yazarı: Ahmet Türkay (Berfin Yayınları). Türkay’ın daha önce “Yaralı Gönül İniltileri” adlı öykü kitabını anlatmış ve tanıtmıştım size, belki hatırlarsınız. Türkay’ı da tanıtmıştım o yazımda, bir Bulgaristan Türk’ü olduğunu, isim değiştirme operasyonuna karşı çıktığı için, 1989’da Türkiye’ye gelmek zorunda kaldığını, işçi olarak çalışıp 2004’te emekli olduğunu yazmıştım. Türkay, şimdi bir romanla çıkıyor karşımıza. Seher Gitti’den, Seher’in gitmesinden, ziyadesiyle etkilendim; ilgiyle, kana kana, sürüklene sürüklene, hayıflana hayıflana okuyup bitirdim bu romanı. Bitirince yadıma “seher” li türküler düştü. Ne de çokmuş, bir yazı bile olabilirmiş seherli türküler. Önce bu türkülerden birkaçını hatırlatayım, sonra yine romana dönelim.
Erzurum-Şenkaya’dan seherli bir türkü. Gençliğimde çok söylenirdi, çok söylerdim: “Seherde bir bülbül öter yarin bağında/O kaş, o göz, o dil, o diş, gül açmış yanağında/Yanarım, ağlarım, on üç, on dört çağında/O kaş, o göz, o dil, o diş, ballar var dudağında”. Bir “Seher Yıldızı” türkümüz vardır, sözleri Karacaoğlan’a ait, ayrılığın, ayrılık acısının resmi, tecessüm etmiş hâlidir sanki: “Nazlı yardan bana bir haber geldi/ Eğer doğru ise büktü belimi/ Dediler ki yâri yâd eller aldı/Kadir Mevla nasip eyle ölümü/ Seher yıldızı ayırdı bizi/Perişan eyledi yar ikimizi”. Sözleri Azerbaycan’ın büyük şairi Nebi Hezrî’ye ait olan bir Azerbaycan Türküsü vardır. Nicedir ki söylenmez olmuştur bizim radyo ve TV’lerde. 23 Ocak’ta AZ-TV, Nebi Bey’in 1. ölüm yıldönümü dolayısıyla bir program yayımlıyordu. Hezrî’nin bestelenmiş şiirlerden de örnekler verildi ama “Seher seher” söylenmedi. Doğa lirizminin söz ve ezgiden oluşan bir anıtı olan bu mahnının sözleri şöyledir: “Aşık men getirem kalem defteri/Sen de al sazını çal seher seher/Uca kayalara duman gelende/Dağların seyrine dal seher seher./ Nebi nağmesini desin ürekten/Sesi iti (keskin) keçsin esen külekten/Bizim dağlardaki gözel çiçekten/Şairin etrini (kokusunu) al seher seher”.
Şairin etri ne güzel değil mi? Edebiyatın etri hep güzeldir zaten. Türkay’ın romanı da öyle. Ayıpları yenen, tutkuları gemleyip öteleyen, aşkları arkadaşlığa kurban eden, sağlam ve çıkarsız bir dostluk görüyoruz bu romanda. Dostluğa ve sevgiye teşne olan insan. Bulunca doya doya içen, içince mest olan, sonra unutan, yadsıyan, tekmeleyen, ama sonra kendini yenip kendine dönen insan. Türkay, roman kahramanlarının iç dünyalarındaki hava ve yol durumunun gözlemlerini ve tahminlerini iyi yapıyor. Mekân ve dış betimlemeler de ustaca. Bulgaristan; doğası, kent ve köy yaşamı, insan ilişkileri ve üretim ilişkileriyle de romana çok iyi işlenmiş. Ölümün ansızınlığı, kabullenemezliği, hele hele sevdalılardan birinin, birden bu dünyadan gider oluşu, ne yazık ki bu dünyada kalanlara selam olmuyor, bu olguyu ve gerçekliği de bütün çıplaklığıyla yüzümüze çarpıyor yazar.
Bu romanda hoşuma gitmeyen tek şey, anlamdaş sözcüklerin bir arada kullanılmasının anlamsızlığıdır (bunu çok yazıyorum, siz de bıktınız, ama ne yapayım, görmezlikten gelemiyorum). Türkçe’ye egemen bir yazar olarak gördüğüm Türkay’a bunu yakıştıramadım. 23. sayfada “Saygı-Hürmet” , 77. sayfada “Gayret-Çaba”, 135. sayfada “Özen-Titizlik”, araya “ve” bağlacı da konularak birlikte kullanılmış. Bu sözcüklerden birini karalayınız, hem de hemen...