Seçmeli 'Kürt milleti(!)' olmayı öğrenme dersi
Milli Eğitim Bakanlığı’nın “üniversitelerin Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerindeki öğretim üyeleri ile Talim Terbiye Kurulu pedagoji uzmanlarına” hazırlattığı Kürtçe ders kitaplarında “zaman” kavramını öğretirken kullanılan takvim sayfalarında Yılmaz Güney resimleri varmış.
Kış mevsimi “kartopu oynayan poşulu çocuklar”la anlatılmış.
Çocukların Şemmamme eşliğinde egzersiz yaptığı yazıyormuş...
Olgun erkek figürleri kara ve gür bıyıklıymış...
İyi tarafından bakarsak; demokrasiyi de “taş atan çocuklar”la anlatmaya kalkmadıklarına şükür tabii!
Aman yanlış anlaşılmasın “her poşuluya PKK sempatizanı” muamelesi yapan kafadan gelmiyorum; her yörenin kendine has giyimi, kuşamı, ezgisi, deyimi, sözü olur elbet;
Ege’nin, Trakya’nın, Karadeniz’in yok mu?
Rahatsız edici olan herhangi bir objeyi “etnik kimlikle özdeşleştirme”, “sembol” haline getirme gayreti.
“Seçilmiş” kimi isimleri yeni nesil Kürtler için “ikon”a dönüştürme çabası.
Bir “milli tipoloji(!)” yaratma yolunda atılan adımlara “devlet” in alet edilmesi!
Atkı ve bere ile kartopu oynayan Kürt çocuğu yok mu yani?
Veya her Kürt çocuğunun “kahramanı” Yılmaz Güney olmak zorunda mı?
“Resimdeki şahsın” kim olduğunu nasıl anlatacaksınız; “Sinemacı, oyuncu, yönetmen, sanatçı ve hatta aydın” mı?
Bir hukuk adamını katleden, kadınların kafasının üstüne bardak koyup atış talimi yapan bir kanun kaçağı mı?
Bu “rol model”le mi çocuk yetiştiriyor artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin eğitim kurumları?
***
Seçmeli Kürtçe dersi için hazırlanan kitaplarda yer alan fotoğraflara bakarken kendi çocukluğuma döndüm, İngilizceyi nasıl öğrendiğimi hatırlamaya çalıştım.
This is a pencil...
This is a table...
İngiliz veya Amerikalı öğretmenlerimiz hiç bir takvim yaprağının üstüne, “iyi eğitimli, yakışıklı, kibar görünümlü, karizmatik ama en nihayetinde katil olan Theodore Robert “Ted” Bundy”nin fotoğrafını koymuşlar mıydı acaba;
“Ted Bundy was a handsome and charismatic American serial killer, rapist, kidnapper, and necrophile!..”
Yoo hiç böyle bir metin hatırlamıyorum ders kitaplarımda.
En fazla Mr. and Mrs. Brown ile tanıştık işte!
Bir de annemin portakal kabuğu rendelenmiş vanilyalı kekinin yerini “cheesecake” aldı; özendik tabii!
İyi de onlar “yabancı dil” değil “anadillerini” öğreniyorlar diye celallenenler olacaktır;
Celallenmeyin!
Bu yapılanın “dillerini öğrensinler” meselesini fersah fersah geçtiğini kabul edin.
“Kürtçe” öğretmiyor, doğal, geleneksel yahut genetik değil üzerinde çalışılarak oluşturulmuş, suni bir “Kürt kimliği” dayatıyorlar; “toplum mühendisliği” nin daniskasını yapıyor, tek tipleştiriyorlar.
Hâla mı görmüyorsunuz bütün bunlar “devlet”leşebilmenin ön şartını yerine getirmiş olmak; “milletleşebilmek” adına...
Evlatlarınızın ayakta tutabilmek için her gün can verdiği “milli devlet”i “milletleşerek” bölüyorlar hem de “devlet”in himayesinde!
+++++
Çok kötü bir haber aldım dün.
Banu Güven, içinde kendisinin de yer alacağı yeni bir televizyon oluşumundan bahsetmiş.
Kaçın;
Eeeeeee...
Aaaaaaa....
Iııııııııııı....
Hımmm.....
Ve yazıya dökemediğim envai çeşit inleyen nağme geri dönüyor hayatımıza!
Malala'lar ülkesi...
Pakistan’da, okuldan dönerken Taliban militanları tarafından başından vurulan 14 yaşındaki Malala Yusufzay’ın yarattığı etkiyi anlatan dokunaklı bir yazı yazdı dün Ertuğrul Özkök;
“İşte böyledir.
Bir gün 14 yaşında bir kız çıkar...
Kız bile değil, bir kız çocuğu çıkar...
Bir bakışı yeter.
Sadece duruşu, üç-beş cümlesi yeter. Ne süper güçlerin süper ordularının, ne tankın, ne tüfeğin yapamadığını yapar.
İslam adına İslam’a en büyük kötülüğü yapan Taliban’ın karşısına dikilir.
Ve dronların, pilotlu, pilotsuz uçakların, özel kuvvetlerin dağıtamadığı Taliban’ı darmadağın eder.
Taliban’ı, ta(li)bansıza çevirir.
Müslüman’ım diye ortada gezen o korkak soytarıyı tek kurşun atmadan tam vicdansızlığından vurur”
***
Öyle midir gerçekten; bir gün “vuruldu” sandığınız bir çocuk çıkar ve devletlerin, siyasilerin, askerlerin yapamadığını yapabilir mi?
Bir çocuğun “Benim sokağa çıkma hakkım var. Okula gitme hakkım var. Şarkı söyleme hakkım var...” demesi terör inlerini darma dağın eder mi?
Dünyanın başka coğrafyalarında belki coşkuyla, umutla karşılanabilir ama daha 2 ay önce PKK’nın saldırısında katledilen 1.5 yaşındaki Almina’yı “gömdüğümüz” bu ülkede bütün anlamını kaybediyor Özkök’ün “samimiyetle” yazıldığından şüphe duymadığım satırları.
Biz Almina’yı gömdük ve başarabildiğimiz tek şey unutmak oldu çünkü!
3 yaşındaki Süleyman’ı gömdük ve unuttuk!
11 yaşındaki Sevgi’yi gömdük ve unuttuk!
***
Malala için bütün Pakistan’ın, bütün dünyanın ayakta olduğunu belirterek “O kız çocuğunun adını bir tarafa yazın” diyor Özkök;
“Çünkü o isim, dünyanın her yerindeki zulme, gaddarlığa, adaletsizliğe, teröre karşı direnişin sembolü olacak...
Bir millet uyanıyor.
O milletin adı, kız çocuklarıdır...
İşte o millet şimdi ayağa kalkıyor.”
Beyaz kundağına kırmızı kanlı delik açılan bebeklerin ülkesi burası; ve bakın sağınıza, solunuza; kim var, kaç kişi var ayakta?
Hani?
Bu toplumun vicdanından kaç “Malala” geçti gitti...
Gidin bakın mezarlıklara;
Burası 30 yıldır, 3’ünde, 5’inde, 7’sinde, 10’unda kurşunlanan, bombalanan, taranan, yakılan Malala’lar ülkesi...
Ve...
30 yıldır “bir millet” oturuyor.
30 yıldır “ayakta” olduğu tek yer cami avluları; ki musalla taşına kadar; sonra “çöküyor” .
Siniyor...
Susuyor...
Unutuyor...
Malala’nın adını bir kenara yazalım tamam da;
Malalar ülkesinde kaç gün duracak ki silinmeden!
Neydi PKK mermisiyle göbeği delinen o bebeğin adı?
“Bir tarafa yazan” çıktı mı?
Kimse bilmiyor!