Seçimle gelen tarihi fırsat!
Türkiye, bir seçimi daha arkada bırakırken, Suriye, Libya ve Yemen’de “İslam katliamı” durmuyor.
Ne yazık ki, global güçler, bütün hınçları ve kuvvetleriyle, çoğu İslam ülkelerinin üzerine saldırıyor.
Güya, saldırılan ülkelere “demokrasi” getirme oyunu bu arada, kardeşi kardeşe vurduruyor.
İki ateş arasında kalan biçare halk günler boyu kayıplar veriyor.
Tabii ki, Libya ve Suriye’deki mevcut yönetimlerin, her türlü yasal olmayan girişimlerine acilen son vermeleri de gerekiyor.
Bu arada, şayet isyancıların yönetimi ele geçirmeleri durumunda, o ülkelerde demokrasinin geleceğini ummak veya beklemek, ham hayalden öte geçmiyor.
Özellikle, şimdilerde Libya, Suriye ve Yemen’de sözde demokrasi uğruna kan dökme yoğunlaşıyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, sürecin bir demokrasi ve özgürlük “istemi” olmadığı derhal anlaşılıyor.
Çünkü yaklaşık yarım asırdır, demokrasi dışı yönetilen bu ülkelerde, rejimi hemen değiştirmek mümkün olmuyor.
İslam ülkelerindeki eylem ve isyanların, her şeyden önce, petrol kaynakları ve yollarının denetim altına alınmasının sağlanmasından ötürü, ortaya çıkarıldığı artık görülüyor.
Bu arada, hareketlerde harcanacak silah miktarının da, ekonomileri çıkmazda olan Batı ülkelerinde büyük faydalar sağlayacağı hesap ediliyor.
En az yirmi-otuz yıldır susup, birdenbire “demokrasi havarisi” kesilen ABD’nin hedefi meşhur projesini devreye sokmak, Batı’nın asıl niyeti ise bundan pay almak olduğu da yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor.
Bu arada, komşularıyla sözüm ona “sıfır anlaşmazlık” politikasıyla yola koyulan AKP iktidarının dış politikasının “iflas” ettiği gerçeği pek yazılıp konuşulmuyor.
Oysa, Türkiye’nin tam bir “tarafsızlık” politikası güderek en azından daha fazla “kardeş” kanı dökülmesini önlemesi bekleniyordu.
Ne acıdır ki, Türkiye’den Libya’yı vurması istenirken, Suriye’ye de, askeri girişimde bulunması bekleniyor.
Türkiye’nin çeşitli girişim ve davranışları, özellikle Libya, Suriye ve Mısır’ın iç işlerine karışmışa dönüşmesinin faturasının daha sonra mutlaka ödeneceğini öne sürenler çoğalıyor.
Kısacası, böyle bir “kanlı bahar”ı kimse istemiyor.
Sözüm ona “hür dünya” bu isyanları barışa döndürmenin acil yollarını bulma yükümlülüğünü ve sorumluluğunu taşıyor. Seçimden çıkmış bir Türkiye’nin özellikle Suriye ve Libya’ya karşı olan tutumunu düzeltip, “tarafsız” konuma girmesi aynı zamanda büyük bir fırsatı değerlendirme anlamına da geliyor.
Seçimin gerçek galibi
Kim ne derse desin, hatta çeşitli analizler doğrulumasa bile seçimin asıl galibinin MHP olduğu görülüyor. Ne var ki CHP’nin de beklenilenin altında bir performansla hayal kırıklığı yarattığını belirtmek gerekiyor. Bu arada AKP’nin özellikle Erdoğan’ın istediği tam hedefe ulaşmadığı da açıkça anlaşılıyor. Her şeye rağmen halkımız, demokratik bir sınavla ufukta görülen bazı tehlikeli girişimleri sağduyusu ile durdurmayı sağlamış oluyor.
Anlaşılan odur ki, hala Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi ve koruyucuları bulunuyor.
Gerilen sinirler, meydanlarda atılan nutuklar, öfke hatta kin şimdi yerini galiba yeni bir döneme bırakıyor. Türkiye’de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bilincine de yavaş yavaş varılıyor.
Bu gün herkese ve her kesime düşen görevlerin başında, serinkanlı bir şekilde seçim sonuçlarını sindirme geliyor.
Tabii ki, seçimlerin hem siyasi, hem ekonomik, hem de sosyal atmosferi etkilemesi “kaçınılmaz” olarak değerlendirmek icap ediyor.