Şecaat arz ederken...
Memleket içinde bezirgân siyaseti devam ederken Türkiye önemli aşamalar ve asırlarca kendisini etkileyecek gelişmelerin eşiğinde. Nedendir bilinmez bizde usta politikacılık, usta yalancılık ve aktörlükle eş değerde. Oysa kendi uluslarına gerçekleri anlatan liderler öldükten sonra da adlarını ve namlarını tarih kitaplarında yaşatıyor.
Güncel konulardan biri biliyorsunuz, Ermeni soykırımı yalanı. Bu konuda Ankara’da atılan palavra ve tehditleri kimse yemiş görünmüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Philip Gordon, Brookings Enstitüsünde Sabancı için düzenlenen toplantıda konuşurken, övgü sözleri arasına gizlediği önemli uyarılara yer verdi.
Başta Obama yönetiminin Ermeni tasarısının Temsilciler Meclisi Genel Kuruluna getirilmesini önlemek için ortada bir uzlaşma ve anlaşma olmadığını söyledi. Bu açıklama daha önce Ankara’dan yandaş basına sızdırılan tüm haberleri yalanlıyor. Öte yandan Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi de, yeterli desteğe sahip olduğuna inandıkları an tasarıyı Genel Kurula oylamaya götüreceklerini bildirdi.
Biliyorsunuz Başbakan Londra’dan çok da kesin olmayan bir konuşma tarzı ile 12 Nisan’daki Nükleer Enerji ve Silahlar zirvesine katılmayacağını söyledi. Gayet akıllı ve doğru bir hareket ama ben Tayyip Erdoğan’ın bu sözü tutacağına inanamıyorum. Bence Erdoğan bir fırsat yaratıp tekrar Washington’a gelecektir. Erdoğan Washington’u çok sever. Dün bir gazeteci arkadaşım, Tayyip Erdoğan’ın yedi yıl içinde 14 kez ABD’ye geldiğini hesaplamış. Ortalama yılda iki kez yani. Bu ülkeye başka bir ülke lideri bu kadar sık gelmedi.
Öte yandan Büyükelçi Namık Tan’a görevinin başına git talimatı verilmedi. Görüldüğü gibi bu durum Amerika’yı çok da etkilemedi. Geçen gün bir başka Amerikalı yetkili Dışişlerinden James Steinberg, Büyükelçinin Ankara’ya çağrılmasını üzüntü ile karşıladıklarını söyledi. Ben çok da üzüldüklerini sanmıyorum ama adamlar nazik görünmek istiyor gibi.
Unutmadan söyleyeyim, Irak seçimleri, Obama yönetimini cesaretlendirmiş ve Irak’tan birlik çekme operasyonunu hızlandırmaya karar vermişler. Kürt devletine korumalık görevimiz başlıyor demektir.
Başbakanın Londra’dan savurduğu tehditler arasında Türkiye’de kaçak olarak bulunan ve çalışan 100 bin Ermeninin sınır dışı edilmesi sözleri vardı. Acaba, ben mi kanunları bilmiyorum yoksa ülkeden ayrıldıktan sonra yetkililerin sorumlulukları mı değişti. Bir başbakanın kendi toprakları üzerinde 100 bin kaçağın yasa dışı bir şekilde çalışmasına izin vermesi suç değil mi? Bu kaçak göçmen ve işçileri sınır dışı edebilmek için nerede yaşayıp çalıştıklarını bilmek gerekir. Ayrıca bu yüz bin kişi öylesine doktorluk mühendislik gibi elit işler yapmıyor. Ve benim yüz bin işsiz vatandaşımın iş kapısını kapatıyor. İkinci büyük suç da bu değil mi. Aklım hafızam almıyor. Fiilen adam suçunu övünerek söyleyebiliyor. Evet, hani bir atasözü vardır. “Şecaat arz ederken sirkatin söylemek”. Yani en kibar açıklamasıyla, “meydan okurken veya kahramanlık taslarken kendi suçunu itiraf eder” anlamına geliyor.
Bu arada kusura bakmasın ama Deniz Baykal ile aynı görüşte değilim. Dünyanın tüm uygar ülkelerine kaçak girip yasadışı çalışanlar yakalanınca sınır dışı edilir. Bu Amerika’da, Avrupa’da ve hatta Afrika ve Arap ülkelerinde de böyledir. Yalnız Ermenileri değil benim topraklarımda kaçak çalışan, İranlı, Nijeryalı, Sudanlı, Afganlı, Pakistanlı veya herhangi bir ülkeden kaçak işçi varsa sıkı takip edilip çıkarılmalı. Ve yerine benim evine ekmek götüremeyen işsizlerim konmalı. Bunun için de kendisine Türk diyebilen vatandaşları ile kavgalı olmayan bir lidere ihtiyaç var.