Savcılar neyi bekliyor
Savcılar neyi bekliyor
Kardeşi kardeşi kırdırmak için Kürt gençleri ölüme çağırıyorlar.
Diyarbakır’da İran, Suriye ve Irak’tan da çok sayıda akademisyen ve dil bilimcinin katıldığı bir Kürt Dil Konferansı düzenlenmiş...
Düzenleyenler; Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve Kürdi-Der’miş...
DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk, BDP Van Milletvekili Özdal Öçer ve BDP Bitlis Milletvekili Hüsamettin Zenderlioğlu da oradaymış...
Katılımcılar; bu tür toplantılarda âdet olduğu üzere saygı duruşunda bulunmuşlar...
Ama hep yapıldığı gibi Atatürk ve Cumhuriyetimizin kurucularının aziz hatıraları için değil... “Gerillalar” (!) için!
Sonra da İstiklal Marşı yerine, “Kürt Marşı” olarak kabul ettikleri “Ey Rakip” i okumuşlar...
Ahmet Türk susmayı tercih etmiş ama Özdal Öçer ve Hüsamettin Zenderlioğlu haykıra haykıra bu sözde marşı okumakta hiçbir sakınca görmemiş...
Ey Ragip (Rakip) isimli bu sözde marşın sözleri de aynen şöyleymiş:
***
Ey düşman, dinle düşman, Kürt halkı hâlâ yaşıyor.
Top ateşinden ve felaketlerden hiç yılmayacak.
Kürt gençliği aslan gibi şahlanıyor.
Sarsılmaz cesaretiyle, hayat tacını kanıyla kazanıyor.
Kim söyleyebilir Kürt’ün yok olduğunu!
Kürt yaşıyor, bayrağı yeniden dalgalanacak.
Biz ki Medler’in ve Key Hüsrev’in çocuklarıyız.
Kürdistan’dır daima inancımız ve yaşamımız.
Devrim çocuklarıyız kızıl renkle kutsandık.
Korkmuyor musun ey düşman, kanlı geçmişimizden?
Kürt gençliği daima kurban vermeye hazır.
Ölüme hazır, ölüme hazır.
***
Bu ülkeden kopmayı akıllarına koymuş, kanlı geçmişleriyle gurur duyan etnik ayrılıkçıların Türkiye Cumhuriyeti ile tek bağlantıları şu anda “devletten aldıkları para” lar ve Meclis’e soktukları vekiller...
Tek dertleri, kendi küçük etnik devletlerini kurmak!
Kahramanları (!) hazır, bayrakları (!) hazır, meclisleri (!) hazır, başkentleri (!) hazır; görüyoruz ki “ulusal marşları” da hazır!
Tek eksikleri; kurmayı umdukları o ülkenin “vatandaşları...”
Şimdi bunun için gençleri daha fazla gaza getirmeye çalışıyorlar!
***
Adamlar göz göre göre; hem de her gün binlerce suç işliyor...
Devletten maaş alıp, milletin meclisinin ayrıcalıklarını dibine kadar kullanıyor... Lüks arabalara binip, yaz tatillerinde Bodrum’da zamparalığa çıkıyor...
Ama... Kardeşi kardeşe kırdırtmak için gençlerimize, “Kurban olmaya hazır olun, ölüme hazır olun” diye marş okuyor...
En acısı da...
Görevleri cumhuriyet devletini korumak olan Cumhuriyet Savcıları ise bunları görmezden gelip, afiş asan, yumurta taşıyan, kitap okuyan yurtsever çocukların, kitap yazan aydınların yakasına yapışıyor...
İktidar sahipleri tarafından sindirilmiş yargının, ülkeye verebileceği en büyük zarardır bu...
***
Ey bu ülkenin gençleri:
Sakın kimselere kurban olmayın...
Gözünüzü açın, gözünüzü açın, gözünüzü açın!
Mustafa Mutlu / Vatan
AKP’ye dönük eleştirilerini sürdüreceklerini belirten ve
“kimse vazgeçilmez değil” mesajı veren Zaman yazarından
çok ağır sözler: Gevşek markaj dindarlar
Kendi asli fıkıh geleneklerini unutmuş bu “eski İslamcılar” , muhafazakâr demokrasiye intisap etmiş “gevşek markaj dindarlar” , bir metnin siyak ve sibakı olduğu gibi, her toplumsal hadisenin de geçmiş ve geleceği olan bir bağlamı olduğunu yeterince hesaba katsalardı, o zaman yangına odun taşımazlardı.
(...)
İktidar olmanın maliyeti vardır. Kibir yapar, dünyevileştirmeye kapı aralar, yandaşlarını kayırır, ideal politiği reel politiğe feda eder vs. AK Parti iktidarına destek veren dindar çevreler, cemaatler ve tarikatların başka kaygıları olmalı. O kaygı, 300 yıldır düştüğümüz bu yerden nasıl ayağa kalkabileceğimiz konusudur. Onlar da iktidarın günahlarına ortak olurlarsa sadece inandırıcılıklarını değil, meşruiyetlerini de kaybederler, bu tehlike vâriddir.
Biz iktidara destek vermeye devam edebiliriz, ama eleştireceğiz de. İktidar bundan hoşlanmıyor, nitekim eleştirenleri usulüne göre kenarda tutarak etkisizleştirme yolunu seçiyor, bazen “Sen bana güvenmiyor musun, eleştirerek beni zayıflatıyorsun” diye aba altından sopa da gösteriyor. Hoşlansın hoşlanmasın, yapıcı olarak ve referanslarımızdan hareketle eleştirilere devam edeceğiz. Müslümanlar asli dava ve ideallerini unutmamalı, iktidarlar gelip geçicidir, her zaman “olan” dan “daha iyisi” vardır.
Ali Bulaç / Zaman
Zeytinyağı oranı yüksek
Ergun Babahan, 28 Şubat sürecinde “andıç” manşetini atan kendisi değilmiş, kendisi o günlerde bırakın Türkiye’ye, gezegenimize çooook uzak diyarlarda, mesela Plüton’da filan yaşıyormuş gibi yazmış:
“Son günlerde yaşanan tartışmalar, medyanın kamuoyunu bilgilendirmek, iktidarı halk adına denetlemek gibi görevlerinin dışına çıkıp kendi kendini zenginleştirme aracı haline geldiğini ortaya koydu.
Medya yönetici ve yazarları kalemlerini patronların kişisel çıkarlarının hizmetine sundu ve bu çıkarın karşısında duran ve durmaya çalışan herkes, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den Bakan Bahattin Şeker’e kadar medya gücüyle terörize edildi ve susturuldu.
Bu sayede dünyanın başka bir ülkesine olmayacak, olamayacak bir gelişme yaşandı ve kimi medya patronları imkanlarının çok ötesine zenginlik sahibi oldu.
28 Şubat dönemi medya gücünün kişisel zenginlik aracı olarak kullanılması yolunu sonuna kadar açtı.”
Zeytinyağı gibi üste çıkma hali bundan iyi örneklenemez herhalde.
Yazı devam ediyor:
“Bütün ahlak anlayışını yargı eliyle yenileyemeyiz.
Zenginlik kadar ahlakı da amaç haline getirmek ve buna medyadan başlamak gerekiyor. Ahlaki değerlerini kaybetmiş bir medya kültürü topluma doğru yön veremez açıkçası.
Ahlakı yozlaştıran, tek hedefi binlerce dolarlık şarap içme haline getirten, 20 yıllık yakın çalışma arkadaşını bir kalemde satmayı mubah sayan anlayışın temsilcileri tasfiye olmadan da bu gerçekleşmez.”
Böyle bir durumda ilk taşı en günahsız olan kişinin atması beklenir...
Peki mevzu ister “medya gücünü kişisel zenginliğe dönüştürenler” olsun, ister “çalışma arkadaşlarını bir kalemde satanlar” Babahan ilk taşı atabilecek kişi mi!
Kapatıyoruz büyüyoruz...
Simge kondurarak “Türk Lirası”na dünya çapında itibar ve haysiyet kazandırdığımız gün, Türkiye’nin en zengin işadamı açıklandı... TL’den bahseden yok, üç milyar “dolar”ı
varmış!
*
Dünyanın hangi gelişmiş ülkesine giderseniz gidin, o ülkenin en zengin insanı, mutlaka ve mutlaka “üreten” işadamıdır... Bizim en zenginimiz, malını mülkünü “satan” işadamı.
*
Ki...
Türkiye’nin en zengin işadamı, hayatındaki en büyük hatanın
“almak” olduğunu söyledi.
Bi defa yatırım yapmış.
Alma gafletinde bulunmuş.
Acayip zarar etmiş.
“Satınca” kurtulmuş.
Hatta kurban kesmiş.
*
“Açınca” zarar eden, “kapatınca” köşeyi dönen işadamının ticari başarı sırlarını anlattığı saatlerde... Rize’de “Kapatıyoruz” ismiyle “açılan” mobilya mağazasında kuyruk oldu.
*
Bayram tatilinde bile açığız diyenlerin şakır şakır iflas ettiği, onların yerine Kapatıyoruz’ların açıldığı dakikalarda... Televizyonda şu ekonomi haberini verdiler:
“Büyüyoruz...”
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Kürecik kumarının ucunda intihar var
Birinci Dünya Savaşı sonunda Ortadoğu’da peş peşe yenilgilere uğrayan Türk ordusu, Kudüs’ü de kaybetmiş, bozgun sonrası geri dönüş başlamıştır. Falih Rıfkı Atay trenin durduğu istasyonlardan birinde gördüklerini Zeytindağı romanında şöyle anlatır:
...İstasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
- Benim Ahmed’i gördünüz mü? diyor.
Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolunu gösteriyor:
- Bu tarafa gitmişti, diyor.
O tarafa? Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdad’a mı? Ahmed’ini, buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen ona da soracaksın:
- Ahmed’imi gördün mü?
Hayır... Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. Allah’ın, Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü.
Şimdi Anadolu’ya Batı’dan, Doğu’dan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor. Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi, İstanbul’a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor. Anadolu Ahmed’ini soruyor... Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek...
Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik!.. “
***
Suriye, İran, Kürecik derken Türkiye yeni bir kumara hazırlanıyor... Daha doğrusu Rus ruletine... Ucunda sadece intihar görünen bir tür kumar...
Melih Aşık / Milliyet
Tecavüzcü gazeteci kim
Dünya, 104 gazetecisini cezaevine atan (Doğan Yurdakul’un sağlık nedenleriyle tahliyesinin ardından sayı 104’e düştü) Türkiye’yi konuşuyor. BBC World’de yayınlanan HARDtalk programına konuk olan AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Stephen Sackur’un tutuklu gazetecilerle ilgili sorularına şöyle yanıt verdi.
E.B. Mesleği yüzünden tutuklanan gazeteci yok.
S.S. Siz onlara terörist diyorsunuz. Gazetecileri terörist olarak adlandırıyorsunuz.
E.B. Hayır hayır. Gazeteci kimliği taşıyan bazı kişiler var. Birine tecavüz ettiği için yakalanan... Banka soyarken yakalanan... Bu kişiler beğenmediğimiz yazılar yazdıklarından dolayı tutuklanmış değiller. Çok daha kötü yazılar yazmış gazeteciler var ve hâlâ bu haklarını kullanmaya devam ediyorlar.
CHP Milletvekili Melda Onur, Başbakanlık’a başvurmuş, Başbakan Erdoğan’ın 25 Ocak’taki ‘Ateşli silah bulundurmak, patlayıcı bulundurmak, evrakta sahtecilik, cinsel taciz, terör, darbeye teşebbüs... İçerideki gazeteci dedikleri işte bu suç isnatları ile yargılanıyor’ açıklamasında yer alan tacizcinin kimliğini sormuştu. Yanıt yok!
Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel Meclis kürsüsünden ‘Kim bu tacizci gazeteci’ diye sordu. Yanıt yok! Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) 104 kişilik tutuklu gazeteciler listesinde de öyle biri yok ama hepsinin çalıştığı kurum, siyasi iktidarın ve/veya devletin politikalarına muhalif kurumlar. Siyasi iktidar bu gerçeği mi gizlemeye çalışıyor? Acaba kimliğini açıklamaktan çekindikleri o kişi, 2006 yılında İstanbul’da bir çocuğa tacizden tutuklanan ve bir haber ajansına bağlı çalışan T.Ç. isimli kameraman mı? Boşuna yorulmayın çünkü onun adı bizim listemizde zaten yok! Özlem Çelik / Akşam