“Savaşın ustası, barışın efendisi…”
Özenle yazılmış yedi sayfa... Üzerinde Atatürk’ün el yazısı... Bu sayfalar, 29 Ekim 1933 günü Cumhuriyet’in Onuncu Yıldönümü’nde Ankara’da, Hipodrom’da liderin milletine yapacağı konuşmayı içeriyordu. Atatürk, milletine geçen yılların hesabını verecek ve hedefleri belirtecekti. Bu yedi sayfayı gece yazmıştı. Birinci sayfa: “Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız” sözleriyle başlıyordu.
Son sayfada, son cümleden önce, Atatürk’ün sesinden duymadığımız, ancak kâğıda yazdığı şu sözler duygu yüklü, hüzünlü bir vedanın kâğıda dökülmüş gözyaşlarıydı: “Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden (Türk Milleti’nden) ve bütün medeni beşeriyetten (uygar insanlık âleminden) dileğim şudur: Beni hatırlayınız!” Milletinin lideri, aslında hatırlanmak istiyordu. Ama bir şartı vardı: “Bu söylediklerim gerçek olduğu gün…” 85 yıl geçti, hiç yanılmadığı görüldü… Atatürk, taslak olan konuşma yazısını düzeltirken, bu cümleye geldiğinde duygulanır. O anda, yanında bulunan Yusuf Hikmet Bayur’un da etkisiyle, bu mutlu günde milletine veda anlamı vereceğini düşünerek bu cümlenin üzerini çizer. 29 Ekim günü, Hipodrom’da törende okumaz.
On beşinci yıldönümü
törenine katılamaz
8 Haziran 1938 günü doktor çağrılır. Hastalık kötüleşmiştir. Bu arada, Hatay’a Türk askerinin giriş tarihi kararlaştırılır. Hatay, O’nun son davasıydı, ancak kendisini de bitirmişti. Hatay denildiğinde; mükemmel stratejik öngörüsü, kararlı, onurlu ve son derece istikrarlı dış politikası ile Atatürk akla gelir. Tek kurşun atmadan, Hatay Türkiye’ye katılır. 5 Temmuz 1938 günü, Türk askeri Hatay’a girer. Milletinin lideri, Türk askerinin Hatay’a giriş zaferini kutlamak için çocuk coşkusuyla küçük bir motorla boğazda gezintiye çıkar. Ateşi 39 dereceyi aşmış ve artık yatağa düşmüştü.
5 Eylül 1938 günü vasiyetine son şeklini verir… Cumhuriyet’in on beşinci yıldönümü törenlerine katılmak ve Ankara ile son kez kucaklaşmak arzusundaydı. Belki, beş yıl önce Onuncu Yıl kutlamaları konuşma metninde üzerini çizdiği, “Beni Hatırlayınız” sözlerini bu kez okuyacaktı. Fakat, ne yazık ki yolculuk yapması mümkün değildi.
28 Ekim 1938… Atatürk, Sabiha Gökçen’i kabul eder: “Yarın bayram değil mi Gökçen? Bugünü halkımla, halkımın içinde kutlamak isterdim. Beni Cumhuriyet Bayramı'nda halkımdan uzak tutan bu hastalığa lanet ediyorum.”
İsyan eder… Savaş meydanlarında bile bu ölçüde çaresiz kalmamıştı…
Türk gençliğine emanet ettiği, en büyük eseri Cumhuriyet’in on beşinci yıldönümünde çok sevdiği milletiyle birlikte olamıyordu. Sayılı günleri kaldığının farkında mıydı bilinmez ama tarihin akışını değiştiren lider için büyük bir ıstıraptı
Hüzünlü veda
İsmet İnönü, eski Özel Kalem Müdürü Vedit Uzgören’le Atatürk’e bir mektup gönderir. İsmet Paşa, Başkomutan’ı ziyaret etmek istemektedir. Atatürk, Uzgören’e şunları söyler:
“Yakında ben Ankara’ya geleceğim; orada görüşürüz. Bu nedenle zahmet etmesin. Ankara’da kalıp istirahat etsin ve doktorların tavsiyelerine harfiyen riayet etsin. Bunları bir emir olarak, teşekkür ve selamlarımla kendisine söylersiniz.”
Lider Başkent ilan ettiği, İstiklal Savaşı’nın karargâhı Ankara’ya gideceğini düşünüyordu. Ancak, ne yazık ki bu özlemi gerçekleşemeyecekti…
***
5 Kasım 1938… Başbakan Celal Bayar’ı kabul eder ve devlet işleriyle ilgili bilgi alır. Bu, Celal Bayar’ın Atatürk’ü son ziyareti olacaktı… Lider, milletine son görevini yapıyor, devlet işleriyle uğraşarak veda ediyordu…
6 Kasım 1938… Kardeşi Makbule, Afet İnan ve Sabiha Gökçen’i kabul eder. Sevdikleriyle son görüşmesini yapıyordu… İnce, kemikli elini son kez öptüklerinin farkında olmadan ayrılırlar… Hüzünlü bir vedaydı bu…
7 Kasım 1938… Lider, karnında toplanan suyun alınması için ısrar eder. Doktorlar, istemezler. Hiddetlenir:
“Niçin tereddüt ediyorlar, olacak olur.”
Altı litre su alınır. Son kez su alınmıştı…
8 Kasım 1938 Salı, saat 18.30 suları...
Atatürk, fenalaşır. Yatağın içinde doğrulur. Midesi bulanıyordu. Bu sıkıntıyla söylenir:
“Hay Allah kahretsin!”
“Saat kaç” diye sorar.
Hasan Rıza Soyak: “Saat 7.00 (19.00) efendimiz.”
Dr. Neşet Ömer Bey, Atatürk’e seslenir:
“Dilinizi göreyim efendim!”
Atatürk, dilini yarıya kadar dışarı çıkarır.
Neşet Ömer Bey tekrar seslenir:
“Biraz daha uzatınız efendim.”
Atatürk, Neşet Ömer Bey’e bakar.
“Vealeykümüsselam!” diyerek kendinden geçer.
Muzaffer Başkomutan, ağır, ikinci ve son komaya girmiştir.
***
10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 8.00…
Dr. Mehmet Kâmil Berk ve Dr. Nihat Reşat Belger, Atatürk’e serum verirler.
Saat 9.00 olduğunda, göğsü hızla inip kalkmaya başlar.
Hasan Rıza Soyak, büyük bir üzüntüyle Kılıç Ali’ye seslenir:
“Kılıç bak, koskoca bir tarih göçüyor!”
Evet, gerçekten Savaş Tarihi’nin önünde büyük saygıyla eğildiği Başkomutan, savaş meydanından ayrılıyordu… Tarihin kıskandığı Muzaffer Başkomutan, son beş dakikasında, dünyaya veda ediyordu…
***
Saat 9’u 5 geçe…
Atatürk, birden deniz mavisi gözlerini açtı. Sonra, askerce selam verircesine, başını sağa çevirdi ve sonsuzluğu karıştı.
Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak hıçkırarak diz çöktü, sağ elini yüzüne gözüne sürdü, ellerinin arasına alıp öptü.
Soyak’ın ardından, Muhafız Birlik Komutanı İsmail Hakkı Tekçe de aynı eli öptü ve yorganın içine koydu.
Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Atatürk’ün açık gözlerini kapattı. Doktor Berk, çenesini bağladı.
Nöbet Defteri’ne şu son sözler yazıldı:
“Saat 9’u 5 geçe, Büyük Şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir.”
Atatürk’ün yaveri Salih Bozok, bilinçsizce sarayın merdivenlerinden aşağı koşar. Alt katta boş bulduğu odaya geçip kapıyı kapatır. Az sonra, odadan tek el silah sesi duyulur. Odaya koşanlar onu kanlar içinde bulurlar. Kalbine sıktığı tek kurşunla devrilmişti.
Cenaze namazı
16 Kasım 1938, Çarşamba…
Atatürk'ün na’şı, Tören Salonu'nda saat 10.00'da halkın ziyaretine açılır. Ziyaret, 18 Kasım günü saat 24.00'e kadar sürecektir. Halk Dolmabahçe’ye akın eder.
Aşırı yoğun kalabalıkta, 11 kişi yaşamını kaybeder, yaralı sayısı 40’tır. Üç gün içerisinde, Atatürk'ün na’şını yaklaşık 600 bin kişi ziyaret eder. Kalabalıkta, bayılanlar da ciddi sayıdadır.
Atatürk'ün cenaze namazının bir camide kıldırılması düşünülür. Ancak, na’şının ziyareti sırasında oluşan izdiham nedeniyle, Atatürk’ün silah arkadaşı ve Cenaze Tören Komutanı Fahrettin Altay Paşa, Başbakan Celal Bayar'a şu öneride bulunur:
“Cenaze namazını mutlaka bir camide kılma zorunluluğu yok. İslam dini müsait, sarayda da kılarız…”
Cenazenin bir camiye götürülmesinin dinen şart olup olmadığı, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Rıfat Börekçi’ye sorulur.
Rıfat Börekçi, Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanı olmuştu. Cenaze namazı için şu sözleri söyler:
“Onun cenaze namazı, tertemiz hâle getirdiği bütün vatanda, her yerde kılınabilir.”
Atatürk’ün cenaze namazı, 19 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nın tören salonunda, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Ord. Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. Cenaze namazından sonra, Atatürk’ün tabutu Dolmabahçe Sarayı’ndan alınarak top arabasına konuldu ve Ankara’ya uğurlandı.
Atatürk’ün naaşının bulunduğu top arabasına 3 çifte atın yanında generaller eşlik etmekteydi.
Düşmanının o’nun
önünde saygı duruşu
Mustafa Kemal, savaş meydanında iki kez ölümden dönmüştü. 10 Ağustos 1915’te, 34 yaşındadır, Çanakkale’de Conkbayırı’nda düşman mermisiyle yaralanır. 12 Ağustos 1921 Sakarya Meydan Muharebesi aşamasında kaburga kemikleri kırılır.
General Birdwood, Çanakkale’de Mustafa Kemal’in karşısında savaştığı İngiliz generaldir. ANZAC Komutanı olarak iyi savaşmasıyla ün kazandı. Mareşalliğe kadar yükseltildi. Birdwood, 21 Kasım 1938’de, Ankara’daki Atatürk’ün cenaze törenine ayağı şiş olduğu halde, doktorların karşı çıkmalarına rağmen katıldı. Atatürk’ün na’şını, üniformasıyla selamlar. Savaşta yendiği düşmanının O’nun önündeki saygı duruşu tarihte bir ilkti… Savaş Tarihi’nin hüzünle tamamlanmış melodisinin, esen o iniltili sesin selam duruşudur bu… Bir İngiliz mareşalinin, yenildiği düşman komutanına karşı muhteşem bir saygı duruşudur bu…
Çanakkale’de Mustafa Kemal’in karşısında yenilen İngiliz generali, daha sonra mareşalliğe yükseltilen 73 yaşındaki William Birdwood Atatürk’ün cenaze törenine ayağı şiş olduğu halde, doktorların karşı çıkmalarına rağmen mareşal üniformasıyla katılarak selam durdu.
***
Büyük Taarruz’da, Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından esir alınır… Yunan General Trikopis, Atatürk’ün sonsuzluğa uğurlanışından sonra ömrünün sonuna kadar, her Cumhuriyet Bayramı’nda Atina’da Türk Büyükelçiliğine gider ve Atatürk resminin önünde saygı duruşunda bulunur. Tarihin, böyle bir örneği kaydetmediği bir saygı duruşudur bu…
Dönemin Yunanistan Başbakanı Venizelos, 12 Ocak 1934’te Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterir.
***
Asaf İlbay, İtalya’dan dönerken, Atatürk’ün vefatını duyar. İlbay, derhal İstanbul’a hareket eder. İstasyonda bir Türk vatandaşı, bir İtalyan gazetesinde İtalyan profesörünün Atatürk için yazdığı yazıyı tercüme eder: “İskender, Sezar, Napolyon ayağa kalkınız, büyüğünüz geliyor.” Atatürk’ü gerçek makamını anlatan yedi sözcüktü bu… Atatürk’ün dünya savaş tarihinin en iyi komutanı olduğu, bu yedi sözcükle anlatılmıştı. Aristo’nun öğrencisi, kendi döneminde dünyanın yarısını fetheden Büyük İskender; dünya tarihinin en etkili ismi Sezar; 62 savaş gören Napolyon kıskanmışlar mıdır bilinmez ama iyi komutan olduklarından, İngiliz Mareşal Birdwood gibi Atatürk’ün önünde büyük saygıyla eğilmişlerdir.
En yakın arkadaşı kitaptı
ağacı çok severdi
Okumak, O’nun vazgeçilmez bir parçasıydı. Yaşamında, yaklaşık beş bin kitap okudu. Bu sayıya çeşitli kütüphanelerden ödünç aldığı kitaplar dâhil değildir. Bu büyük işleri nasıl başardın, diye soranlara: “Ben fakirdim, çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini kitaplara vermeseydim, şu anda yaptığım işlerden hiç birisini yapamazdım.” cevabını vermişti.
Ağacı severdi, çevreciydi. 1930 yılı Haziran ayında bir gün Yalova Köşkü’ne geldiğinde, ulu bir çınar ağacının köşke zarar veren dallarını kesmek üzere kendisinden izin isterler. Atatürk, ağacın dalının kesilmesini reddeder ve köşkün kaydırılarak ağaçtan uzaklaştırılmasını emreder. Çalışmaları bizzat takip eder ve 8 Ağustos 1930 günü saat 15.00 sularında Köşk raylarla yürütülür. Bina, üç günde 4 metre 80 santimetre kaydırılır ve ağaç kurtarılır.
Kadına haklarını verdi
29 Ekim 1923’te, Cumhuriyet ilan edildiğinde kadın nüfus sayımında sayılmıyordu. Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını 1934 yılında verdi. 1935’te 18 kadın milletvekili meclise girdi. Bulgaristan ve Fransa 1944’te; İtalya ve Japonya 1945’te; İsviçre 1971 yılında kendi kadınlarına seçme, seçilme özgürlüğünü verdiler. 8 Şubat 1935’te kadınların milletvekili seçilme hakkının verildiği ilk milletvekili seçimlerinde 383 erkek, 18 kadın milletvekili seçilmiştir. Bu %4,8’lik oran, 2007 yılına kadar kadınların mecliste temsil edildiği en yüksek orandır.
Evliliği fırtınalı denizde bir yolculuktu… 29 Ocak 1923’te, Latife Hanım’la nikâh kıyılır. Vatandan, milletten başka sevgili bilmeyen Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün evliliği 5 Ağustos 1925’e kadar iki buçuk yıl sürer… Atatürk, bir gün kardeşi Makbule’ye şöyle diyecektir:
“Beni iki kadın çok sevdi, biri yalnız ben olduğum için, o Fikriye’dir; öteki de mevkiim için o da Latife Hanım’dır.”
Ve Mustafa Kemal’in iki yenilgisi oldu: Birincisi, evliliği; diğeri, hastalığı…
Tarih nankör değil
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: ¨Eşsiz kahraman Atatürk! Vatan sana minnettardır¨ diyerek, Atatürk’ün hizmetlerini bir cümlede anlatır.
Başbakan Celal Bayar’ın 12 Aralık 1938’de söylediği şu sözler, Atatürk’ün ölümsüzlüğünü kanıtlar gibiydi: “Atatürk seni sevmek Türk milleti için millî bir ibadettir.”
***
Osmanlı Devleti’nin 1683’te başlayan geri çekilişini ve felaketle sonuçlanan toprak kaybını, 238 yıl sonra 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi’nde durduran Savaş Tarihi’nin en büyük strateji ustası ve komutanıdır Atatürk. Mücadelesi sadece ulusunun değil, tüm ezilmiş milletlerin kaderine damgasını vurdu. Ve gerçekleştirdiği mucize devrim, yaşadığı çağa yön verdi.
Hindistan’ın kurucusu Mahatma Gandi, "Mustafa Kemal İngilizleri yeninceye kadar, Tanrı'yı da İngiliz zannederdim” der.
***
Mustafa Kemal Paşa, kendisine düzenlenen İzmir suikast girişimiyle ilgili, 18 Haziran 1926’da şunları söyler:
“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır.”
Atatürk, 10 Kasım 1953’te Anıtkabir’de toprağa verilişinde, Cumhurbaşkanı Celal Bayar, duygulu bir konuşma yapar:
“Atatürk! Sen bizdendin. Seni halife yapmak, padişah yapmak isteyenler oldu, iltifat etmedin. Millî irade yolunu seçtin. Hayat ve kişiliğini, milletinin hizmetine adadın. Türk’ün imrendiği, sevgiyle andığı, övdüğü ve övündüğü niteliklere sahiptin, bütün bu erdemlerinle Türk’ün ta kendisiydin…
Bil ki: Gerçek yerin, daima inandığın ve bağlandığın Türk Milletinin, minnet dolu yüreğidir. Nur içinde yat!”
Atatürk, hayatı boyunca Meclis’e ve Millî İradeye dayandı.
***
Lider, manevi mirasını açıklar:
“Ben, manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, bilim ve akıldır… Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.”
1937 yılında, bugünleri görmüş gibi, uyarıda bulunur:
“Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur.”
Ölümsüz liderin milletine tavsiyesi de vardır:
“Aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!”
Ve tarih nankör değildir, bir hizmeti asla unutmaz…
Atatürk; akıl, bilim, tam bağımsızlık, antiemperyalizm ve umut demektir... Ve Atatürk, bu milletin ebedi lideridir...
Savaşın ustası, barışın efendisi… Tarihin kıskandığı lider… Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk…
-----------------
Kaynakça:
Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, AAM, 2015; Hikmet Bayur, Atatürk’ten Anılar, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1998.
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 1981.
Hikmet Özdemir, Atatürk’ü Yeniden Düşünmek, 2008.
Bilal N. Şimşir, 10 Kasım Günlüğü, 2014; Bilal N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2011.
Sabiha Gökçen, Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Hazırlayan Oktay Verel, 1982.
Yüksel Mert, Bilinmeyen Atatürk, 2010.
İ. Güntürkün Kalıpçı, Her Yönüyle İnsan Atatürk, 2004; Esprileri ile İçimizden Biri Atatürk, 2007; Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, 1.Cilt, 2014.
Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Düşünce ve Davranışları ile Atatürk, 2009.
Asaf İlbay, Çocukluk Arkadaşım Atatürk; Milliyet.com.tr, 28.10.2010.
Naim Babüroğlu, 22 Gün 22 Gece Sakarya, 2020.
Naim Babüroğlu, Kemalyeri, 2017.
Naim Babüroğlu, Tarihin Kıskandığı Lider, 2021