Sapığın hiç mi suçu yok!

Akşam yazarı Özlem Çelik’in İstanbul’da “bayan yanı”nda başlayıp Ankara’da “bay yanı”nda ağlayarak bitirdiği yolculuğun hikayesi iki gündür hayli tartışıldı internet sitelerinde. Akli melekeleri belinden yukarıda işlevsiz hale gelen, bir nevi “özürlü” ama daha çok “sapkın / sapık” kafaların, -herkesi kendileri gibi sandıkları için olmalı- koydukları “bayan yanı yassak” kuralının nasıl bir zulüm, aşağılama aracına dönüştüğünü gelin yaşayanın kaleminden okuyalım:
“Yanımdaki kadın yolcu indi. Ankara’dan Mersin’e devam edecek olan otobüs, yeni yolcularını almaya başlayınca elinde benimkiyle aynı koltuk numarası olan bir delikanlı geldi yanıma. ’Az sonra ineceğim. Siz cam kenarına geçin, ben de eşyamı toplayayım’diyerek kendisine yol verdim. Geçti, oturdu.
O sırada genç muavinin bize dik dik baktığını gördüm. Koşar adımlarla yanımıza geldi. Bana, en ön sıranın boş olduğunu söyledi. ‘Birazdan ineceğim, gerek yok’ dedim. Gazetelerim, kitaplarım, bilgisayarım, telefonum, çantam... Daracık alanda eşyamı toplamaya çalışıyordum. İkna olmayan muavin bu sefer yanımdaki delikanlıya döndü, ‘Sen öne geç!’ dedi. Kendisinden üç beş yaş büyük muavinin sözlerini emir telakki eden delikanlı ayağa fırladı. ‘Lütfen kalkmayın. Burada oturmanızın benim için bir mahsuru yok...’ dedim. Genç çocuk tekrar yerine oturdu. Muavin hala tepemizde dikiliyordu
‘Erkek-bayan yan yana oturtmuyoruz! Ya biriniz ya diğeriniz öne geçecek!’ deyince tepemin tası attı!
‘Ne demek oturtmuyoruz?’
‘Yasak! Erkek-bayan yan yana oturamazsınız!’
Bu buyurgan ses tonunu duyunca ayağa fırladım... ‘Sen kim oluyorsun da benim namusumu korumaya çalışıyorsun? Bu gencecik çocuğa da bana da hakaret edecek cesareti nereden buluyorsun! Biz yan yana 5 dakika seyahat etmekten rahatsız olmuyoruz ama sen bizim yan yana oturmamızdan rahatsız mı oluyorsun? Bu nasıl bir sapıklık yaaa!’

***


O manzara karşısında iyice canım yanmışken arkamdaki ses ipleri hepten kopardı... ‘Hanımefendi, neye karşı çıktığınızı anlamadım. Sizi düşünüyorlar? Niye geçmiyorsunuz öne?’
Yanında annesiyle yolculuk eden orta yaşlı bir adamın benim tavrımı sorgulayan sözleri cinleri tepeme çıkardı.
‘Size sapık muamelesi yapılıyor. Bana ise korunmaya muhtaç aciz mahluk... Ve bundan niye rahatsızlık duyduğumu anlamıyorsunuz, öyle mi? Yazıklar olsun! Bana bakınca insan değil bir kadın gördüğünüz için kızıyorum! Bunları içselleştirdiğiniz için kadınlar tecavüze uğruyor, dayak yiyor anlamıyor musunuz? Uçakta kadınlarla yan yana seyahat ederken namuslu, otobüste namussuz mu oluyorsunuz? Siz sapık olmayı kabul edin ama ben bu muameleyi kabul edemem!’
Homurdanmalar duyuyordum... Yanındaki delikanlıyla 5 dakika seyahat etmek için çırpınan orta yaşlı kadın muamelesi görmeme ramak kalmıştı çünkü kimse ne dediğimi anlamıyordu. ‘İndirin beni’ diye bağırdım... Kapılar açıldı. Otobüsten kendimi dışarı attım ve eşimi aradım. Ağlıyordum... ’Bu firmaya ayrımcılıktan dava açacağım... İnsan olmak, insan muamelesi görmek bu ülkede neden bu kadar zor?”

***


Konu bir tek soruyla “sorun olmak” tan çıkarılabilecekken, “Cam kenarı mı, koridor mu” der gibi, “Bay-bayan yanı fark eder mi” denilerek halledilebilecekken “dayatma”da ısrar edilmesi de göstergesi: Kadını potansiyel taciz objesi olarak gören sapıklar arasında yaşıyoruz! Otobüste yanımıza oturan baydan koruyabiliriz belki de, bizi zihinlerinde tacize mahkum etmiş olan o kural koyuculardan nasıl koruyacağız kendimizi!




Türk sinemasının kronik rahatsızlığı:
AŞAĞILIK KOMPLEKSİ

Anons üzerine anons: Başrollerde Clive Oweeeeeennnn... Naomiiiiii Waaaaatts... Ve..... Haluk Bilginerrrrr! Vizyonda görmemiştim, Star TV’nin günlerdir devam eden ısrarına direnemedim, ‘eh izleyelim bari’ dedim.. Bekle babam bekle ki görebilesin “Hollywood yapımının Türk başrol oyuncusu” diye takdim edilen Bilginer’i. 118 dakikalık filmin, zannediyorum 110. hatta 115. dakikasında filan gördük ilk defa kendisini. Haksızlık da olmasın, kendi yoktu ama adı hep vardı; film boyunca oynadığı “Ahmet Sunay” karakteri üç beş defa telaffuz edildi. Anlayacağınız bir nevi Dedemin İnsanları’ndaki Ezgi Mola gibiydi. Hani hemen her röportajında “konuk oyuncuydum ama filmin kilit sahnesinde oynadım” diyordu ya, o misal işte Bilginer de az göründü öz göründü diyerek çözüme kavuşturalım bu “milli mesele”yi!
Mevzu zaten Bilginer’in ne kadar oynadığı değil. Rolün büyüğü küçüğü olmaz, birkaç saniyelik bir rol ile filmin en akılda kalan sahnesine imza atabilir oyuncunun iyisi! Mevzu Star TV’nin filmi sunuş biçimi! Neredeyse taklalar atıyorlar kaç gündür “Yaşasıııııınnnnn, bir Türk’ü de aralarına aldılar sonundaaaa”. Bir garip “layık görülmenin sevinci” hali! ABD’liler Sharon Stone Kurtlar Vadisi’nde üç saniye göründü diye günlerce reklam yaptı sanki “yuppiiiie bizi de oynattılar” diye! Hep kompleks, yine kompleks.
Ha bu filmden Türk sinemasının “payına düşen” bir şey var tabii. Elin Amerikalısı gelmiş ’İstanbul’da film nasıl çekilir’i göstermiş. Beyazıt’ı, Süleymaniye’yi mimari dehalarını fark ettirecek açılarla görüntülemiş. Bizim filmlerimizde “ayıpmış” gibi duyurmamaya azami gayret sarfettiğimiz “ezan sesi”ni izleyicinin zihnine nakşetmiş! Bunları tecrübeye çevirmek Bilginer’i oynamadığı başrolde oynuyormuş gibi sunup komik duruma düşmekten daha işe yarar değil mi!




Asıl bunları yazarken kızarmalıydı varsa yüzün

Yiğit Bulut’un Habertürk’teki görevlerinden alınmasıyla ilgili yorumlara gücenmiş Fehmi Koru. ’Gazeteci gazeteciye bunu yapar mı’ demeye getiriyor:
“Bir zil takıp oynanmadığı kaldı. Sadece işsiz değil, aç ve açıkta kalmasını istiyor meslektaşları... Ölümüne bir düşmanlık... Okurken yüzüm kızarıyor.”
Bana kalırsa “bir de bana bakın, ben öyle miyim” havasındaki şu cümleleri yazarken kızarmalıydı asıl senin yüzün, varsa:
“Hayatımda hiçbir meslektaşım için kötülük dilemedim. Zararım dokunabilecek durumlarda ya ağzımı açmadım, kalemimi kullanmadım, ya da “Aman, benden yana bir şeycik olmasın “ titizliği içerisinde hareket ettim. Meslekte kendime rakip gördüklerim oldu, ancak rakiplerimi yarışta yenmeyi hedefledim hep; haksız rekabetle ortadan kaldırmayı asla düşünmedim.”

***


Tabi canıııım;
Sen kiiim, bu kötü, bu fena, bu mesleğine ve meslektaşına karşı hainane işleri yapmak kim!
Zamanında Aydın Doğan’a “sen iyisin de adamların kötü” minvalli mektuplar yazan da sen değildin zahar!
Senin Cumhurbaşkanı’nın uçağında filan olmanı fırsat bildi ve biri kesin senin kılığına girdi değil mi! Yoksa sen hiç, tutup da bir medya patronuna “onları işten atarsan cezadan yırtarsın” imalı tehdit kokan yazılar yazacak adam mısın!

***


Aah Oray Eğin ah, kulakların çınlasın!
Şu izni bitireydin de, “Mehmet Emin Karamehmet’in üzerinde epeydir kara bulutlar dolaşıyor. Bir uğursuzluk var sanki...” diye başlayan şantajname yazarının kim olduğunu ifşa edeydin!
Seni kovdurmak için patronunu Lig TV ile, Digitürk ile, enerji şirketi ile, vergi cezası ile korkutarak işsiz, aç ve açıkta kalmana çabalayan, okurken “yüzümüzün kızardığı” satırların sahibi kimdi söyleyeydin!
Ama durun bir dakika...
Oray Eğin’i kovmayan Mehmet Emin Karamehmet’e sitemle(!), “Gazete ve televizyonlarında vahim değerlendirme hataları yapabilen bir patronun başka işlerinde başının derde girebileceğini tahmin etmek çok kolay... Zincirin bütününün sağlam olmasına dikkat etmeyen, bir halkasının zayıf olmasına izin veren bir siyasetçinin, işadamının, medya patronunun, ülkemizin en zengininin, “Zora düşeceksiniz” dediğimde kulak kabartmasını beklerim” yazan Taha Kıvanç değil miydi!
Bizimki de iş şimdi; Taha Kıvanç’ın yazdıkları yüzünden Fehmi Koru’nun yüzü niye kızarsın ki!



BASINDAN SEÇMELER


Özlem Çelik’e bir bravo, suskun şekilde izleyen veya yanlış müdahale yapanlara benden de bir ’yazıklar olsun’! “Korunmak” isteyen, özellikle gece yolculuğu yapan kadınların yanına erkek oturtulmayabilir ama bundan rahatsız olmayanlara da kimse karışamaz. En önemlisi Çelik’in dediği gibi “Kimse bir başkasının namus bekçisi” değildir. MEDENİ ülkelerde! Ruhat Mengi / Vatan




Beğenmediğiniz Denktaş’ın sizin gibi tutarsızlıkları yoktu

Son on yıldır “Kıbrıs’ın hiçbir jeostratejik değeri yok” tezini savunmakta olan bazı kalemler kimin gözüyle bakıyorlar meseleye?
İngilizlerin bu toprak parçasına gösterdikleri ilgiyi nasıl açıklıyorlar sözgelimi? Hiçbir jeostratejik özelliği bulunmayan bu adada İngiliz ve Amerikan “askeri üsleri”nin varlığına ne diyorlar? Herhalde Avrupa Birliği’nin, hukuki dayanağı bile tartışmalı bir kararla Güney Kıbrıs Rumlarını üye olarak kabul etmek yolunda gösterdiği acele de Doğu Akdeniz’de süregelen hegemonya mücadelesiyle ilgili olamaz! Buna karşılık Kıbrıs’ı Avrupa Birliği’ne (FransAlmanya) kaptırmak istemeyen ABD ve İngiltere’nin “Annan Planı”ı devreye sokmuş olduğunu da söyleyemeyiz.
(...) Şimdi bunları “Kıbrıs’ta çözümün düşmanı Türkiye” diyen Türk aydınlarına anlatamazsınız. Anlamazlar... Çekoslovakya’yı ikiye bölen, Yugoslavya’yı beş parçaya ayıran, Irak’ı fiilen üçe bölmüş olan; bu arada Doğu Timor’u Endonezya’dan, Güney Sudan’ı Sudan’dan ayıran güçler, nasıl oluyor da zaten fiilen bölünmüş olan ve bu bölünmeden 30 yıldır kimsenin zarar görmediği Kıbrıs’ta “birleşmeyi” talep ediyorlar? Dahası Türkiye’de etnik kimliklerin ayrışmasına “halkların kendi kaderlerini tayin hakkı” diyerek sonsuz destek veren “liberal-demokrat sol” kesimin konu Kıbrıs olunca birden bire iflah olmaz derecede “birlik yanlısı” kesilmesi de tuhaf değil mi? Beğenmediğiniz Denktaş’ta hiç değilse böyle tutarsızlıklar yoktu.
İbrahim Kiras / Star




Hangi yüzle cenazeye katılacaklar

KKTC’nin Kurucu Cumhurbaşkanı’nı içeri tıkmayı amaçlayan kampanyanın liderleri, yarınki cenaze törenine nasıl katılacaklar?.. Böylesine pişkinliği çözemiyoruz. İsimlerini verelim mi diye uzun süre düşünüp, son anda vazgeçtiğimiz üç gazete ve dört televizyon var ki, Denktaş’ı Ergenekon’dan yargılatmak için epey mücadele vermişlerdi. Acaba, şimdi biraz utanıyorlar mı? ’Kıbrıs’ı ver de kurtul’ diyenler, araziye uydu. Bu medya kuruluşlarının dışında, işi şahsi mektup yazmaya götürenler mevcut. Mehmet Ali Birand’ın ’Engelleri kaldır da Kıbrıs’ta çözüme ulaşılsın’ şeklindeki satırlarını Merhum Denktaş da unutmadı. Hatta ’Hatıralarımı yazacağım. Aralarında senin mektupların da var’ı kameraların önünde söylemişti.
Burhan Ayeri / Akşam




Yeni bayramlar

29 Ekim yasaklandı, 19 Mayıs kaldırıldı.
Bu gidişle... 31 Mart Adam Kesme, 2 Temmuz Zındık Yakma, 30 Ağustos Subay Tutuklama, 12 Eylül Cezaevi Bayramı olarak kutlanacak. Menemen’de her 23 Aralık’ta düzenlenecek resmi törenlerde Kubilay’ın başı, ibret olsun diye bir kez daha, bir kez daha kazığa geçirilecek.
Işık Kansu / Cumhuriyet

Yazarın Diğer Yazıları