Samizdat, bir feryat...
Samizdat’ını okudum Soner Yalçın’ın. Kana kana, yana yana, hayıflana hayıflana okudum. Samizdat, Silivri’nin duvarlarını aşan bir feryattır aslında. Bir hesaplaşma, hesaplaşmalar tarihidir son altı yılın. Hesap soranlar, hesap verenler, hesabı görülenler, hesabı şaşırıp karıştıranlar, hesabı şişirilenler, hesaba sığmayanlar, hesaplılar ve hesapsızlar... İşte bu hesabın kitabıdır Samizdat.
Soner Yalçın, bu ülkenin seçkin bir gazeteci-yazarı. Odatv üzerinden Ergenekon’a eklemlenmiş bir sanıktır bir yılı aşkın süredir. Samizdat adlı kitabında (Kırmızı Kedi Yayınları), yakalanışını, sorgulanışını, tutuklanışını, mapusluk günlerini anlatıyor. “Anlatıyor” sözcüğünün ayrıntısına girmem gerek, neyi anlatıyor, nasıl anlatıyor, bunları demem gerek. Yorumluyor, sorguluyor, çözümlüyor, yargılara varıyor anlatırken. Anlatımı yalın, akıcı, fakat derin, geniş açılı ve sorumlu. Yaşadıklarını size de yaşatıp tattırıyor ustaca. Önemli bir şeyi daha yapıyor; direncin, inancın, dayancın dersini veriyor, felsefesini yapıyor.
Ve bilgi... Ergenekon, Balyoz ve diğer koşut davaların dökümü, irdelemesi ve bir toplusu gibidir bu kitap.
“Bir ülkenin cezaevinde ne kadar gazeteci-yazar varsa, o ülkede o kadar zihin katliamı vardır” diyor Soner Yalçın ve bu katliamları failleri ve fiilleriyle derdest ediyor. Bu katliamı yapanların büyük bir kısmının medyadan ve kimi dost bildiklerinden olması yaralıyor onu. Yaralıyor ya, umutsuzluk ve dirençsizlik yok. O biliyor ki, “Efendileriyle yükselenler, onlarla düşerler, düşecekler”. Efendisi olmayanlarsa Yalçın’ın şu sözünü şiar edinecekler: “Bir gazeteci için en büyük eksiklik, direnme gücünden yoksun olmaktır”. Yazacaklar, kalemleriyle mücadele edecekler. “Yazı benim nefes borum, dayanma gücüm”, “Yazmak içimdeki korkuyu durduruyor” diyor Soner Yalçın. Durduruyor evet... Çünkü gazetecilik bir doyum ve mutluluk aracıdır da aynı zamanda, dayanılmazdır. Sandor Marai’nin şu sözünü bunun için almış kitabına: “Gazetecilik uyuşturucu bağımlılığı gibidir; insan bu yüzden mahvolabilir; ama o vakte kadar muhteşem bir mutluluk duygusu verir insana.”
Samizdat’ın alt başlığı “Hakikatlere dayanacak gücünüz var mı?” sorusu. Bu soruyu soran bir gazeteci yazar elbette gerçekleri sergileyecekti. Bu sergiyi gezerken ben şaşırdım, kızdım, sövdüm, güldüm, hüzünlendim ve çok takdir ettim Soner Yalçın’ı.
İnançlılığını takdir ettim en başta: “Bir inanç uğruna acı çekmek, o inanç uğruna zulüm etmekten bin kez iyidir” diyebilene, alkış tutulmaz da ne yapılır ki?
“Ben edebiyatçı değilim” dese de Soner Yalçın, bu kitabında yer yer ve yerli yerince, şiire ve edebiyata sığınıyor, güç alıyor. Bu yönü de alkışa ve takdire değer. Nezarethanede Ahmet Arif’in “Dayan kitap ile dayan iş ile/Tırnak ile diş ile/Umut ile sevda ile düş ile” diyebilmek ne güzel, ne yücelik. Edip Cansever’in şu öğüdüne sarılmak da öyle: “Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak/Bir hayatı insan gibi tamamlamak”. Gazeteciliği edebiyat ve felsefe ile besleyebilen ve bu sayede olay ve olgulara çoklu bakabilen kaç gazeteci-yazar var şu ülkede? Çok az. Olanların bir kısmını da işte böyle hapislerde çürütüyoruz. Bunu hep yaptık, yapmaya da devam ediyoruz.
Yalnızca 11 yaşındaki oğlunun hasretine dayanamıyor Soner Yalçın’ın yüreği, ağlıyor telefonda konuşurken ve açık görüşte. Gerisi vız geliyor, “Sarılıyor anılara yatıyor”.
Ya biz? Biz ne yapıyoruz?
Cevap verin!