Sahtecilik yargılanmalı...
Ertuğrul Özkök, “Öcalan’ın koğuşunda röntgencilik” başlıklı yazısında 2008 rakamlarıyla maliyetin günlük 125 bin, yıllık 45 milyon olduğunu vurgulamış. İmralı’da bir eli yağda bir eli balda olan bebek katiline uygulanan ayrıcalığı uzun uzun yazmaya niyetim yok. Lafa gelince insan hakları nutukları atanların İmralı ile Silivri arasında ne farkın olduğunu sormaları yeterli. Günde 21 ilaç kullanmak zorunda kalan Ergun Saygun tıpkı Kuddusi Okkır ve Kaşif Kozanoğlu gibi Silivri’den cesedi çıkarsa sorumlusu kim olacak! Sadece Saygun için değil söz konusu davalarda tutuklu yargılananların çoğunluğu sağlığını kaybetmiş durumda. Demirparmaklıklar ardında giren dert tahliye olduklarında da peşlerini bırakmayacak. Silivri, hukuk tarihine kara leke olarak geçmekle kalmayıp, ölüm kampına dönüşmek üzere...
AKP hükümeti döneminde Erdoğan ve Gül’ün imzalarıyla Kuvvet Komutanı olmuş, Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenmiş insanlara reva görülenler karşısında Erdoğan’ın sessiz kalışı manidar değil mi?
Pınarhisar Cezaevi’nde yattığı sürece yemekleri kebapçıdan gelen, 4 ay içinde 15 binden fazla ziyaretçi kabul eden mağdurlar mağduru Tayyip Erdoğan’ın mahpushane edebiyatına halen inanan varsa akıllarına şaşarım.
Siz bu satırları okurken Silivri’de olacağım. Suç oluşturma çetesi tarafından hazırlandığı her haliyle kanıtlanan sözde delilleri üniversitelerdeki bilim adamları değerlendiriyor. 11,16 ve 17 no’lu CD’lerin 2003 yılında yazıldığını iddia edenler, içindeki yazı karakterlerinin 2007’de kullanılmaya başlandığı gerçeği karşısında bakalım ne diyecekler. Yıldız Teknik Üniversitesi, bilim dünyasının kabul ettiği otoritedir.
Mahkemelerin bilirkişi heyetleri çoğunlukla buradan seçilir. 8 Nisan 2003 tarihinde yazıldığı, oluşturulduğu iddia edilen 120 dosya ve klasör 15 Temmuz 2009’da oluşturulmuş. Ve bu sahteciliği, sahtekarların kabesi olan ABD’nin Arsenal isimli bilirkişi kuruluşuyla beraber Yıldız Teknik Üniversitesi de kanıtladı. Aralarında gençlik yıllarımızdan arkadaşlarımın bulunduğu tutuklular, adaletin er yada geç tecelli edeceğine inanıyorlar. Ancak kendi adıma bu çorabı örenlerin, sahte belge üretenlerin yakalanarak yargılanmalarını bekliyorum. Lakin bu konuda tek adım atılmayışı şüphelerimizi artırıyor. Oysa mahkeme heyeti sanıkların sadece aleyhinde olan değil lehindeki delilleri de değerlendirmek zorundadır. Türk kamuoyu digital teröristlerin tespit edilerek cezalandırılmaları için harekete geçmeli. Bunun hesabı en kısa zamanda sorulmalıdır.
Dünkü yazımda Jandarmanın bileşim uzmanı Albay Abdurrahman Başbuğ’dan bahsetmiştim. Mahkeme salonunda yaptığı olağanüstü sunum ile sahtecilik çetesinin yöntemlerini bir bir ortaya koydu. “Digital Terör” adlı kitabımın Başbuğ’un sunumundan sonra eksik kaldığını fark ettim. Bu gidişle sadece Engin Alan değil, Kur. Alb. Mustafa Önsel, Alb. Orkun Gökalp ve Albay Abdurrahman Başbuğ da bana yeni kitaplar yazdıracaklar.
İlker Başbuğ’un tarihi çıkışının yankıları sadece Türkiye’de değil dünyada da duyuldu. Mahkeme heyeti ısrarlı taleplere rağmen Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesine karar vermiyor. Kendilerinin gönüllü olarak gelmesini bekliyorlar. İlker Başbuğ’un “Nerede o komutanlar” sitemi de yankı yapmış. Duruşmayı izlemeye çok sayıda emekli general gelmeye başladı. Önümüzdeki hafta ilginç isimlerin toplu olarak geleceğine yönelik haberler aldım. İlker Başbuğ’un avukatı İlkay Sezer’in olağanüstü açıklamaları ve Silivri’den diğer notları önümüzdeki yazıya bırakıyorum.