Sahne aynı, roller aynı, AKP'den ne farkı kaldı

Milliyet yazarı Derya Sazak, CHP ile “liberal-sol aydınlar(!)” arasındaki basına kapalı toplantıyı yazdı. Sazak’ın ifadesiyle, “AKP’nin Kürt sorununun çözümünde ’güvenlikçi’yaklaşımları öne çıkararak artan PKK saldırıları karşısında ’demokratik açılım’sürecini askıya alması ve BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını gündeme getirmesi üzerine gözlenen yakınlaşma” nın neticesi olan toplantıya CHP’den Sezgin Tanrıkulu, Gülseren Onanç, Rıza Türmen, Alaattin Yüksel ve Burhan Şenatalar, “liberal-sol-aydın(!)” tarafından da Mithat Sancar, Osman Kavala, Fuat Keyman, Turgut Tarhanlı, Cengiz Çandar, Oral Çalışlar, Bekir Ağırdır ve Altan Öymen katıldı. ( “Yetmez ama Evet” çi olup da sonra da “yetti” noktasına gelen Ahmet İnsel de toplantıya davetliymiş ama şehir dışında olduğundan gelememiş.)
CHP’nin “çözüm arayışına ortak ettiği” isimlerden Taraf yazarı Mithat Sancar AKP’nin Beşir Atalay önderliğinde başlattığı “Açılım” projesi kapsamında, 1 Ağustos 2009 günü Polis Akademisi’nde düzenlediği Kürt Çalıştayı’nda “yol haritası” nı belirleyen ekipte de vardı.
Radikal yazarı Cengiz Çandar, AKP’nin de “açılım çözüm
ortağı”ydı.
Oral Çalışlar da aynı şekilde.

***

“Kürt politikasını” Türkiye’yi Habur rezaletine sürükleyen sürecin fikri temellerini atan kadroyla belirleyecekse; AKP’nin denediği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin egemen devlet olma niteliğinin “çadır hukuku” yla ayaklar altına alınmasına yol açan “yöntem” i tekrar edecekse, iktidarın “alternatifi” değil de “yedeği” olacaksa ne anlamı kalır “CHP muhalefeti” nin?
Cengiz Çandar, TESEV için hazırladığı “Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır? Kürt Sorununun Şiddetten Arındırılması” raporuyla, “çözüm” olarak, İmralı’daki caninin, PKK başı Abdullah Öcalan’ın 15 Ağustos 2009 tarihli “Demokratik Çözüm Planı” nı tekrarladığına göre; fikri olarak ne farkı kalır bu görüşmenin “Oslo” daki pazarlıktan?

***

CHP’nin “akil kadrosu”nun en dikkat çekici isimlerinden biri Osman Kavala; Soros’un Türkiye’deki en güçlü temsilcisi!
“Bölücü terör” ile misyonu ülkeleri bölmek üzere iç isyanlar tertip etmek olan Soros’un Türkiye’de en güvendiği isimlerden Osman Kavala ile mücadele edilebilir mi?
Davutoğlu’nun Neo-Osmanlıcı düşleri bile bundan daha gerçekçi!


+++


Pardon!
Akşam’a konuşan Yasemin Çongar “Gazetenize gelen belgeler bir dönem çok önemli davalarının seyrini değiştirdi. O belgeler nasıl gelir? Size onlar ulaştırılırken yapılan şeyin ’belki de bir toplum mühendisliği çalışmasının parçası olması ihtimali yok mu?” sorusuna cevaben “Hiçbir zaman yüzde yüz emin olamazdık ama bunu da söyledik. Doğruluğunu araştırmak yargının konusu. O yargı süreçleri sonucunda gerçekten de o belgelerin bazılarının asılsız olduğu, bazılarının sizin dediğiniz gibi toplum mühendisliği aracılığıyla üretilmiş belgeler olduğu ortaya çıkarsa o da apayrı bir soruşturma gerektirecek” diyor.
Bu kadar mı?
(Bakmayın şimdi Çongar’ın doğruluğundan emin olamazdık diye dümen kırmasına) Taraf’ın doğru olduğu ön kabulüyle günlerce, çarşaf çarşaf, manşetten birer ok gibi “hedefe nişan alarak” yayınladığı çuvallar dolusu kağıt parçasıyla insanların hayatları gasp edildikten sonra, bütün bunların aslında “toplum mühendisliğinin ürünü” olduğu anlaşılırsa, bu hukuken de tescillenirse söyleyeceği tek şey bu mu olacak Çongar’ın?
- Pardon!
İntihar edenler var, ölenler var, sağlığı bozulanlar var, mesleğini kaybedenler var, babasız büyüyen çocuklar var, çekilen hasretler, dökülen gözyaşları, paspas yapılan onur var; bütün bunlara neden olan işaret fişeğini atanlar, kendilerini bu işten bu kadar kolay mı kurtaracaklar?
- Pardon!


+++


Haber yapmak “örgüt suçu”
Medyanın terör haberlerini ele alış biçimini değerlendiren Ekrem Dumanlı’nın şu cümlesi tüylerimi diken diken etti:
“Terör örgütleriyle bağı olmayan gazeteciler, terör haberlerinin nasıl yapılması gerektiğini gayet iyi bilir.”
Bu durumda, terör haberlerinde Dumanlı’nın yahut Başbakan’ın ortaya koyduğu ölçülere uymayanlar, “haberi nasıl yapması gerektiği” konusunda iktidarla uzalaşamayanlar “terör örgütüyle bağlantılı” mı sayılacak acaba? Hazırlanan “yasal düzenleme” nin içinde “haberciliği örgüt suçu” sayan maddeler olacak mı?


+++


Taşeronu yeter...
Başkanlık seçimlerine hazırlanan ABD’de Cumhuriyetçiler ve Demokratların kongrelerini izleyen Aslı Aydıntaşbaş, her iki parti temsilcilerinin de konuşmalarında Orta Doğu’nun adını anmadığını söylüyor:
“Her iki kongrede de olmayan, ciddi bir küresel değerlendirme, anlamlı bir dış politikası tartışmasıydı. Hatta bırakın kurultayları, konuşmaları, aylardır devam eden seçim sürecinde ciddi anlamda Suriye’nin S’si, Irak’ın I’sı, Arap Baharı’nın A’sını telaffuz eden yok.”
Bölgede bu denli gönüllü, Türkiye’yi ABD çıkarları uğruna ateşe atmaya hazır, “stratejik derinlik” sahibi taşeronları varken neden anıp da seçmeni ürkütsünler ki!


+++


Allah ABD’ye
zeval vermesin!

Zaman yazarı Ali H. Aslan yazıyor:
“Uzlaşma kültürünün zayıfladığı Amerika’yı bekleyen en büyük tehdit, bir o bir bu ideolojik uca savrularak köklü problemlerine ortayollu çözümler bulma kabiliyetini büsbütün yitirmesi. Ve iç sorunlarını çözememesi nedeniyle dıştan gelen artan rekabete iyice karşı koyamaz hale gelerek zayıflaması. Zayıfladıkça da daha hırçınlaşarak hem kendine hem dünyaya zarar vermesi. Böyle bir Amerika’nın ne kendine ne etrafına hayrı olur”
Mantığa bakar mısınız?
Bir tek “Allah ABD’yi başımızdan eksik etmesin” demediği kalmış; maazallah bu kanla, canla, toprakla, madenle, petrolle doymak bilmeyen emperyal obez es-kaza zayıflar da “başsız” kalırsak, ne yaparız!
Şimdi anladınız mı, neden her geçen gün biraz daha sömürge eyaletlerine benzediğimizi!


+++


“Normal şartlarda avukatlar delilleri çürütmeye çalışır. Bizde ise sanık avukatları delillerle uğraşmak yerine gizli tanıkları deşifreye uğraşıyor” diyen Bugün Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Arslan, mahkemenin delil değerlendirme aşamasını es geçtiği “Yeni Yargı Düzeni” nde avukatların delilleri çürütmesinin hiçbir anlamı kalmadığını bilmiyor mu, bilmezden mi geliyor?

BASINDAN SEÇMELER


Hakikate lanetli topraklar
Eski Genelkurmay İkinci Başkanı Hasan Iğsız’ın Cumhuriyet’te geçen hafta değişik bir mektubu yayımlandı. Herkesi insan hak ve özgürlükleri açısından can alıcı bir noktada uyarıyor ve özetle diyordu ki:
“TSK’ye geçmişteki uygulamalarından ötürü karşı olanların, bugün bizlere karşı yapılan büyük haksızlıklar karşısında sessiz kalmaları kabul edilebilir değildir. Evrensel hukuku, insan hak ve özgürlüklerini ve cezanın kişiselliğini savunmak, keyfi ve siyasi tutuklamalara ve yargılamalara karşı çıkmak, evrensel bir ilkedir.”
Bu çağrı acaba muhatabına ulaştı mı? Hayır, sanmıyorum. Çünkü ortalıkta sahte bir demokratik ortam var. Yalanla iğfal edilmiş... Çünkü ülke bölünmüş, inanılmaz bir kamplaşma oluşmuş. Bir yeraltı ve yerüstü iç savaşı içinde ülke.. bundan zerre şüpheniz olmasın... Çünkü iktidar ve yöneticisi Bay Muktedir, istediği biçimde bir ülke ve toplum yaratmak için, gözünü kırpmadan ilerliyor.. Çünkü Bay Muktedir, Suriye’ye karşı açtığı cepheyle ülkeyi bir savaşa sürüklüyor..
Çünkü Türkiye tamamen dönüştürülüyor! Muhalefetin belediye başkanlarına bile zerre kadar tahammülü olmayan bir siyasal ahlaksızlıkla karşı karşıyayız..
Böyle durumda herkesin doğruları, pardon görüşleri tartışmasız olur..
Hasan Iğsız’ın bu mektubunu okumuşlardır.. Ama vicdanlarını askıya aldıklarıiçin, sessiz kalmışlardır..
(...)
Geçmişte üç gazeteciye düzenlenen andıç haksızlığı karşısında 15 yıldır kıyamet koparanların (üstelik hiçbiri içeri atılıp yargılanmamış, özgürlüklerinden yoksun ve işsiz kalmamıştı!) ve bu andıç konusunu ikide bir kullananların bugün sessiz kalmasını veya bazılarından kimsenin duymadığı mırıltılar çıkmasını nasıl açıklayacağız?
Üstelik, Erdoğan ve AKP iktidarının, özellikle ana akım medyaya ve muhalif görünümlü yazarlara, askerlerin andıcına rahmet okutan azgın baskıları yıllardır sürdüğü halde!
Geçmiş, bugün yaşadıklarımız karşısında ancak ucuz kahramanlık kategorisine girebilir... İkili standartlarla davrananların yarın affedilecek ne yönü olabilir? Ne vicdan, ne değer ne de başka bir şey... Sadece kişisel ve toplu “kanaat önderi” davranışı olarak, yeni lanetlemelerin odağı olabilirler.
Bütün medyaya dayatılan sivil andıçlar ile siyasi ve ahlaksız yargılamalar karşısında sessiz kalanlar... Cengiz Çandar’lar; kendilerine sosyalist adı verip de söz konusu subay veya sevmedikleri siyasi rakipleri vb. olunca “oh olsun” diyenler veya sessiz kalanlar...
“Ben şu haksızlığa, şu tür hukuksuzluğa ve ancak şu sahtekârlıklara karşı çıkarım, gerisi beni ilgilendirmez.. siyasi karşı olduklarımın hangi araçla olursa olsun defterlerinin dürülmesi ve yok edilmelerini desteklerim, en azından sadece seyrederim..” diyorsunuz: “Böyle demezsem kendi mahallemde yaşayamam, bu cesareti gösteremem..”
Bu tutumunuzu ya terk edeceksiniz ya da eğer vicdan kaldıysa, olgular ve gerçekler karşısında tutunabileceğiniz bir dalınız da olmayacak. Adalet duygunuzdan ve vicdanınızdan tamamen arınmış-soyunmuş olarak çıplak kalacaksınız..
Kendi kişiliklerini, kalemlerini, çeşitli menfaatlar karşılığında bağlı oldukları evrensel ve yerli siyasi odaklara teslim edenlere zaten söyleyecek tek söz kalmamıştır.
Diyojen bu toprakların hakikati
(adamı) arayan filozofuydu yüzlerce yıl önce..
Acaba o zamandan bugüne değişen bir şey mi olmadı mı, bu topraklar hakikate lanetli mi?
Orhan Bursalı / Cumhuriyet

+++

O gazetecileri sevmeseniz de olur
Bu davalarda yargılanan sanıkları (KCK ve Odatv) yaptıkları gazetecilik nedeniyle sevmeyenlere ve bu insanların mağduriyetlerini bu nedenle önemsemeyenlere bir çift sözüm var.
Siz, bu davalarda sadece sanıkların mı yargılandığını sanıyorsunuz?
Öyle sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.
Bu davalar, Türkiye’deki yargı, hukuk ve demokrasi standartlarını tayin ediyorlar.
Sanıkları seversiniz, sevmezsiniz...
Ama kendinizi ve ülkenizi seviyorsanız, kaliteli bir ülkede yaşamak istiyorsanız, bu sanıkların neyle suçlandığını ve nasıl yargılandığını dert edinmelisiniz.
Çünkü bu davalarda gazetecilik yargılanıyor.
İddianameleri okuyunca başka bir sonuca varmak mümkün değil.
Kadri Gürsel / Milliyet

+++

KISA... KISA...
Muaviye-Yezit çizgisini ululayanların bugün kendilerini Kerbela’daki Hüseyin gibi mağdur ve mazlum göstermesi doğru olabilir mi?
Rıza Zelyut / Güneş

***

Afyon’da çaresiz kalan Genelkurmay, sıra Ankara’ya gelince güç gösterisine başvuruyor. Şehit yakınlarını ziyaret etmek isteyen CHP heyetine “yasak kardeşim” deniyor. Nedenmiş? Ziyaretçi kuralları varmış. Sevsinler. Madem kurallara bu kadar uymayı biliyordunuz, 25 şehit verirken neredeydi o kurallarınız?
Can Ataklı / Vatan

***

Ordusu güçlü, kurmayları kurmay olan ülkelerde seçilmiş siviller de çaplı olmak zorunda olduğundan; 25 askeri paramparça eden cephane patlamasının sonrasında “vali ile kilimleşen kurmaylara” kurmaylık bu değil derler. Yıldızları ona ağır geldi diye karar alırlar.
Rütbelerini sökerler.
Necati Doğru / Sözcü

***

Genelkurmay başkanları eleştiriden muaf değildir (hakaretsiz olarak elbette), demokratik ülkelerde hiç kimse değildir, eleştirilirler, haklarında yorum yapılabilir, hele bu şekilde hapislere atılmış olanlar varsa diğerlerine eleştirinin lafı bile olamaz.
Ruhat Mengi / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları