Şah-Sultan, Tarhan-Lüsyen
“Aşk Bilgini” İskender Pala, şiirlerden süzdüğü aşk iksirlerini tattırmıştı Türk insanına kitap kitap. Aşk Bilgini İskender Pala, o bildik aşk öyküleriyle yetinmemiş; yazılmamış, söylense de dillere yeterince düşmemiş, ama gerçekten yaşanmış aşk öykülerinin de izine düşmüş. Aşk izi... Nerede aranır? Yaşandığı coğrafya var, önce orada. Erdebil’e gitmiş, Tebriz’e gitmiş, Çaldıran’a varmış İskender Pala. Neden oralarda? Bir bildiği var elbette. “Aşk öyküsünün müşkül olması gerekir” diyen Ferididdinü Attar gibi biri yaşamış o coğrafyada.
Ve tarih... Ona da gireceksin ki öyküler bulasın...
İskender Pala, cihangirlik kavgası eden iki Türk hükümdarının kavgasını anlatmış “Şah&Sultan” adlı kitabında (Kapı Yayınları). Anlatmış ya, bu öyle bir “kuru kavga” dan ibaret değil. Adamakıllı şair bu iki hükümdar, adamakıllı âşık bu iki hükümdar ve -çelişkiye bakınız- adamakıllı gaddar bu iki hükümdar.
Bir aşk dörtgeni var bu kitapta. İki kenar, Şah ve Sultan. Taçlı Hatun var, dörtgenin ortasında dört dönen. Onu hepiniz biliyorsunuz aslında. Hani canım okul tarih kitaplarında okumuşsunuzdur: “Şah İsmail, Çaldıran’da karısını bıraktı kaçtı” diye. İşte o, o bırakıp kaçılan. Şah’ın asla bırakamayacağı Taçlı Hatun. O Taçlı Hatun ki, Şah’a haddini bildiren tek kadın, her istediğini elde eden Şah, onun yatağına koyduğu kılıcı aşamıyor, gönlü yok, gönlü olsun diye. Sonra bu Taçlı, tutsağı olduğu Yavuz’u da çok seviyor, ne var ki, Şah’a haddini bildiren Taçlı, Sultan’a halini bildiremiyor (Sultan da ona). Taçlı’nın öyküsü, yarası daha derinlerde, o aslında Tebrizli Selil’i, çocukluk aşkı Ömer’i seviyor.
Ve Kamber Can... Şah’ın yeğeni aslında... O da seviyor Taçlı’yı ya, onun derdi daha katmerli, o hadım edildi gençliğe adımını atar atmaz. Taçlı hem onunla, hem onsuz...
“Muradına erememek” ne demek? Taçlı’nın yaşamı demek...
Türklüğe verdikleri zararlardan dolayı, Şah ve Sultan’ı hiç bağışlayamıyorum, amma şair ve âşık İsmail ile Selim’e gönlümde hep yer var.
Büyük aşklarla birlikte tarih de aktarmak her babayiğidin harcı değildir, İskender Pala bunu yapabilmiş ender yazarlardan.
Daha nice yolculuklar dilerim ona “dikenli aşk yollarında”.
Tarhan ile Lüsyen
Abdülhak Hamid Tarhan denildi mi bu ülkede hep “Makber” gelir akla. Can Dündar’ın Can Yayınları arasından çıkan “belgesel yaşam öyküsü” türünden romanı “Lüsyen”den sonra, benim aklıma hep Lüsyen gelecek. Lüsyen, bu şair-i azam’ın, ileri yaşlarında âşık olduğu kızı yaşlarında Belçikalı bir kız. Diplomat Hamid, Belçika’da görevli o sıralar. Can Dündar’ın anlatımıyla “Bu yaşlı sefir, âşık şaire dönüşüp elinden tutuyor bu genç kızın, ellerden evvel yürekler de tutuşmuş zaten”. Genç kız da çılgın: “Şehzadem genç değildi, lakin gençliğin kendisiydi” diyerek atılıyor bu maceraya. Sonra İstanbul, sonra Lüsyen Hanım’ın bir İtalyan kontu ile evliliği. Hamid, hem rıza gösteriyor, hem yaralı. Mektupları hasret dolu “Gel” diyor. Lüsyen de “gelmeli” oluyor en sonunda, yollar çetin olsa da.
Salt âşık olunan bir kadın değil Lüsyen, bir ilham perisi de, şair-i azam onunla olunca, şiire ve yazıya kavuşuyor.
540 sayfalık bu romanı mutlaka okuyunuz. Yakın tarihimize ait birçok gerçeği de öğreneceksiniz.
Can Dündar’a nice canlandırmalar dilerim