Rüşvetin belgesi mi olur?
14 Eylül 1994 günü Zeynep ve Semra Özal’ın sekreteri, Uğur Çakıcı’nın evine gider. Eska İnşaat’ın patronu Selim Edes’in Emlakbank Genel Müdürü Engin Civan’dan 5 milyon dolar alacağı olduğunu belirtir. Faizi ile 8 milyonun tahsili durumunda 2 milyon doların kendilerine verileceğini ifade eder. Uğur Çakıcı pazarlık payı olmadan “fifti fifti” yani yarı yarıya der. Ve durumu o dönemki eşi Alaaddin Çakıcı’ya bildirir. Kayınpeder Dündar Kılıç’ın başkanlığında tarafların bir araya getirilip yüzleştirilmeleri karara bağlanır. 19 Eylül’de Kılıç’ın Kıyıkent’teki evinde Engin Civan ile Selim Edes racona göre dinlenir. Ortada banka ile Edes’in şirketleri arasında alış veriş vardır. Zarara uğrayan aslında bankadır. Selim Edes ısrarla 5 milyon dolar verdiğini söyler. Engin Civan önce reddeder. Israrlar üzerine; “Ne yani ben sana defalarca kredi verdim. Onlara say.. Bana para verdiğine dair belgen var mı? Nasıl ispatlayacaksın?” deyince canı yanan Edes patlar: “Rüşvetin belgesi mi olur?..” diye bağırır. Yılların kabadayısı Dündar Kılıç bu diyalogdan haz etmez. “Terk edin evimi terbiyesizler” sözleri ile tarafları kovar. Bir kaç saat sonra Engin Civan Şişli’deki evinin önünde arabasından indiğinde silahlar patlar. Dört kurşun isabet etmiştir Civan’a... Televizyon kanalları canlı yayına geçer.. Davut Yıldız isimli tetikçi hedefi şaşırmadığı gibi olayı da üstlenir. Hadise adliyeye intikal ettiğinde kamuoyunda “Civangate Skandalı” olarak yıllarca yankı yapar. Emlakbank’ı zarara uğratmak suçundan Engin Civan ve banka yöneticilerine açılan dava 7,5 yıllık zaman aşımına uğrayarak düşer. Engin Civan halen Amerika’da yaşıyor. Söylentilere göre bakkal dükkanı benzeri küçük bir işletme ile hayatını sürdürüyor. Yasal olarak Türkiye’ye dönmesinde bir sakınca yok. Ama gelemiyor. Ahmet Özal’ın Amerika’daki arkadaşı Engin Civan’ın Turgut Özal tarafından Türkiye’ye davet edilip Emlakbank’ın başına getirilmesi ayrı hikaye.. Rüşvetin belgesi de ayrı öykü..
1994 koşulları günümüzle karşılaştırılamaz bile. Teknoloji Romalılar dönemindeki savaş arabaları seviyesinde. Dinleme aygıtları, kayıt cihazları, yasal takip vb. O yıllar gerçekten belge bulmak zordu. Ne de olsa “dijital terör” unsurları devrede değildi. Siber suçlar diye bir kavram da yoktu. Ama vicdanlar bugünkü kadar kararmamıştı.
1994’te cereyan eden olayı nostalji yapma adına hatırlatmadım. O dönemin rezilliğindeki para miktarıyla bugünkü arasında mukayese yapmak bile mümkün değil. Her şeye rağmen devletimiz, milletimiz adına üzülüyor, utanç duyuyorum. Ülke yönetimindeki kişilerin böylesi durumlara düşmesi öfkelendiriyor beni. Devletin bütün imkanları elinde olan kişilerin miktarı ne olursa olsun böylesi paraları olması mümkün mü? Belgesi var ya da yok! Bu rezalet bu millete reva mı? Metro istasyonunda iki garibanın 4,7 liralık geçişine göz yumduğu için asgari ücretle maaş alan güvenlik görevlisine 7,5 yıl hapis isteniyor. Gaziantep’te yıllar önce canları baklava çalan 2 küçük çocuk için baklava çalmaktan 10 yıl hapis istemi ile dava açılıp, tutuklanmalarını unutmuş değiliz. Bakanların kendileri ve oğulları deste deste paralarla yakalanıyor ama pişkinlik had safhada...
İşte buraya yazıyorum. Bu rezaleti örtmek için her türlü dalavere çevirilecek. Bu rezalet bağıra bağra geliyorum diyordu. Wikileaks belgelerinde vardı. Büyükelçilerin ülkelerine görderdikleri raporlarda yazıyordu. Ankara kulislerinde, İstanbul’un çeşitli mahfillerinde söz konusu yolsuzluk ve rüşvetlerle ilgili sohbetler ayyuka çıkmıştı. İnsanların yatak odalarına kadar dikizleyen, uçanı kaçanı takip eden, her türlü dedikoduyu jurnalleyenler de bu suçun ortaklarıdır.
Bu pisliği örtmeye artık kimsenin gücü yetmez...