Reytingi yoksa neye yarar kahramanın ölümü

Daha 1999 yılında söyledi:
“Bir gün gelecek o Ankara’ya gelecek. Ben İmralı’ya gideceğim!”
-Şimdilik- Silivri’de; hele bir boşaltsınlar İmralı’yı, hele bir çıkartsınlar “iyi şeyler”i kutusundan Pandora’nın, o da olacak belli!

***


“Hayatında aspirin dahi almamış adam”dı; devletin bölünmez bütünlüğünü korumanın karşılığında devlete karşı suç işlemekle suçlanınca, kalp, tansiyon ne varsa hepsinin ayarı şaştı...
Habur’dan gelenlerin ayağına mahkeme, hakim, katip, davul, zurna ne lazımsa her bir şey yollanırken onun polisler tarafından evi kuşatıldı “ifade vermeye götürülmek üzere”!
Ee hal böyle olunca PKK tarafından üç kere havada, iki kere karada tarandığında düşmedi de; bu “baskın” düşürdü onu hastaneye... Günlerce yattı, eli, kolu makinelere bağlı halde!
Siz muhtemelen (hoş ben de nöbet tutuyor değildim, ben de tabii) fosur fosur uyurken yumuşacık yataklarda, o 38 gün - gece Kuzey Irak dağlarında gezdi. Onun ifadesiyle “vücuduna su değmedi” ve haliyle bitlendi... Biz o sırada muhtemelen şampuanımız ballı mı olsun, bademli mi ona karar vermeye çalışıyorduk bir kozmetik reyonu önünde!
Siz “Çakır’ın gıyabi cenaze namazı”nı kılarken, onun askerleri şehit düştü, isimleri sadece “bir er daha toprağa verildi” diye başlayan haber metinlerine eklendi; çoğu son sözünü ona söyledi, son nefesini kollarında verdi, onunla “helalleşti” annesi, babası, eşi, evladı, kardeşi niyetine!
Sonra bir gün...
Çevik Kuvvet yönetmeliğinin 25. Maddesindeki “elebaşılar süratle alınır ve toplumdan uzaklaştırılır” cümlesini söylediği için “darbeci” ilan edildi...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin özgeçmişi olan Nutuk’ta, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği “Mühim olan iç cephedir. Dış cephedeki yenilgiler, hatalar düzeltilir. Ama iç cephe çökerse ülke çöker” ilkesini tekrarladığı için yargılanmadan infaz edildi?
“Ne zamandan beri bu ülkede Atatürk’ün söylediği sözler suç sayılır oldu” diye haykırdı; lince uğradığı sırada yükselen çığlığa herkes kulaklarını tıkadı...
Sonra yine bir gün...
Öğrendik ki “AKP teşkilatlarını gezdiği için Çanakkale Şehitleri’ni Anma Töreni’nin iki saat geç başlamasını isteyen Başbakan geldiğinde ayağa kalkmamanın bedeli”ydi ödediği!

***


Dün bir dost meclisindeydim. Üst üste birkaç kişi sordu:
“Ali ile Ayşe evlendi duydun mu?”
“Engin Alan’ın damadı vefat etmiş” dedim, “duydunuz mu!”
Bu kez “Ali’nin kanser olan eski eşi Selma ne hissetmiştir, ayyy koysana kendini onun yerine...” dedi biri.
“Engin Alan’ın, eşinin başında nöbet tutarken, omzunda babasının elini hissetmek, ondan güç almak isteyen kızı ne durumdadır acaba şimdi, cenazede kime yaslayacak başını” dedim, “koysanıza kendinizi onun yerine!”
Başka bir gezegenden gelmişim gibi baktılar yüzüme...
“Kim ya Engin Alan?” diye başlayan bir isyana girişeyim dedim; “Hasmınız mı? Kanlınız mı? Bu ne duyarsızlık böyle!”
Korktum, biri çıkar da “Sahi kim bu Engin Alan” der diye...
Malum burası artık Kıbrıs’ı “Sibirya’da ataları tarafından terk edilmiş bir ada” sanan insanların “niteliksiz çoğunluğu” oluşturduğu bir ülke!
Kendimi kendi kalemimle “halk düşmanı” durumuna düşürmek istemiyorum ama, “adaletin bu mu dünya”! Güruhlaştırılmış milyonlarca kişinin, değerini “karın doyuruyor mu” sorusuyla ölçer hale geldiği “insanlık onuru”nu, “askerlik onuru”nu, “milli onur”u abideleştireceğim diye mucizevi bir irade sergileyen onca insanın kaderlerine terk edilmelerinin nedeni “medya maymunu” olmayışları mı yani!

***


Ha diyebilirsiniz ki, “Bir adam sırf görevini yaptı diye kahramanlaştırmaya değer mi?”
İnsanlar sadece “görevlerini yapmak” için bile “yaptırmamaya çalışanlara” karşı canhıraş bir mücadele verir hale geldiyse, değmez mi!
Selcan TAŞÇI


+++


Allah’tan reva mı bu şimdi!

Bin kez tekrarlamak mümkün; gerçek bir kanlı darbe yapan Kenan Evren’i “hiç değilse olayı ve şahsını tarih önünde mahkum edecek” bir karar çıkmadan tatile gönderen yargı, yurt içi ve dışında devamlı “27 Nisan muhtırası” olarak anılan muhtıranın sahibine dokunmayan yargı, ağzıyla suçunu itiraf etmiş çocuk tecavüzcülerinin tutuksuz yargılanmasına-piknik yapmasına izin veren, Hizbullah üyelerini serbest bırakan yargı neden Engin Alan’a yakınını cenazesi için izin veremez?Bunu Allah demiş mi?
Ruhat Mengi / Vatan


+++


Olacağı buydu sonunda: Zalimle empati

Son yılların toplumsal ve siyasal kültürümüze kazandırdığı bir kavram empati.
Çok kısaca “kendini başkasının yerine koyabilme yeteneği” olarak tanımlanabilir.
Empatinin bugünlerde öne çıkması birkaç nedene bağlı:
Birinci neden, gelişen insan hakları ve demokrasi ideolojisi.
Bu ideoloji, eşit ve adil haklar, temel özgürlükler bağlamında, insanlar arası ilişkilerin daha anlayışlı ve hoşgörülü olmasını gerektiriyor.
Daha anlayışlı ve hoşgörülü, eşit ve adil ilişkiler ise ancak insanların birbirlerini “anlamaları” ile olanaklı...
“Anlamak” için de kendini “onun yerine koyabilme yeteneğinin”, empatinin gelişmesi gerek.
İkinci neden, gelişen pazar ekonomisi.
Gelişen pazar ekonomisi, tüketicilerin, özellikle de farklı nitelik taşıyan tüketicilerin, ortak yanlarının keşfedilmesini, mal ve hizmetlerin bu ortak nitelikler üzerinden pazarlanmasını gerektiriyor...
Elbette farklı nitelikteki tüketicileri, birey ve grup olarak tanımak için en iyi yöntem, kendinizi onların yerine koymak, empati yapmak.
Belki üçüncü ve özel bir neden de, dünyadaki baskının, zulmün önlenmesinde zalimlerin, mazlumlarla empati kurmalarını geliştirmek!
Benim de aralarında bulunduğum bir grup yazar, çizer, düşünür ve hatta (az da olsa) kimi politikacılar, insanlar arası baskının ve zulmün önlenmesinde, zalimlerin, diktatörlerin empati yeteneğinin gelişmesini bir çare olarak öneriyor.
Yapılan bazı araştırmalar, empati yeteneği sıfır olanların (zorunlu olarak zulüm yapmasalar bile) zulme daha kolay yönelebileceklerini gösteriyor.

***


Şimdi Türkiye’de yeni bir moda ortaya çıktı:
İktidar mensupları ve onların dalkavukları:
Ezilenlerin...
Baskı altında olanların...
Zulüm görenlerin...
Muhalefette kalanların...
Azınlıkların...
Temel hak ve özgürlükleri ihlal edilenlerin...
Haksız ve adaletsiz muameleye maruz kalanların...
“İktidarla empati kurmasını” yani kendilerini iktidarın yerine koyarak yapılanları haklı ve doğru bulmasını öneriyor!
Üstelik de bunu, empati gibi zulmü önleyeceği umut edilen bir mekanizma üzerinden yapmaya çalışıyor.
Zalimle empati kurma önerisinin, demokrasiyi ve insan haklarını yok etmeyi “demokratik bir hak” olarak savunmaktan hiçbir farkı yok:
Faşizmi, demokrasi maskesi altında savunmak ne anlam taşıyorsa, zalimlerle empatiyi savunmak da o manaya gelir!
Emre Kongar / Cumhuriyet


+++


Psikolojik bir silah

“Empati” bombası elinde patlayan “aydın” zümre şokta... Oysa bakın daha geçen yaz sonunda Yeniçağ’da yayımlanan röportajında ne diyordu Mine Kırıkkanat “empati” hakkında:
“Ne adalet, ne bilimsellik, ne tarafsızlık empatiyle sağlanmaz. Bu empati lafından da nefret ediyorum. Empati tam olarak hakemliği saptırmak için yaratılmış psikolojik bir silahtır. Başbakan ağlar empati kurarsınız işte. Bu mudur tarafsız kanaat oluşturma mekanizması.”
Selcan TAŞÇI

+++


Hani Hudson’un medya ayağı

Balyoz soruşturması kapsamındaki son tutuklamalarda, Bertan Nogaylaroğlu adı öne çıkarıldı. Sebep 2007 yılında, Hudson Enstitüsü’nin Türkiye üzerine felaket senaryoları konulu beyin fırtınasına katılmış olması... Ee madem öyle, her operasyon sonrası bir “medya yapılanması” deşifre(!) eden ekipten, “Hudson medya yapılanması” şemasını yayınlamasını beklemek de hakkımız... İngiltere’ye gelin giden servis memurelerini, çook ünlü gazetecilerin “Washington köprüsü” gibi kullandıkları oğullarını da bu halk tanımalı değil mi!
Selcan TAŞÇI


+++


Cumhuriyet’e silah çekenin yeri elbette darağacı olacaktı

Şeyh Sait; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından 15 ay kadar sonra; devleti yıkmak için çok büyük bir isyan patlatan bir bölücüdür...
ABD’nin İstanbul Yüksek Komiseri Amiral Bristol’e sunulan rapordaki şu cümle, İngilizlerin bu isyandaki rolünü göstermesi açısından ilginçtir: “Kürt sorunu ile meşgul olduğu sürece, Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler.”
İngilizler; ayrılıkçı Kürtleri, Diyarbakır merkezli Kürdistan’ı kuracaklarına inandırmışlardı. Öyle ki Diyarbakır’ı almak için şiddetle saldıran Şeyh Sait kuvvetlerinin püskürtülmesinden bir gün sonra, 9 Mart 1925’te, bu şehre, üzerinde “Kürdistan Kraliyeti Harbiye Bakanlığı” yazılı zarflar içinde silah fabrikalarının katalogları geliyordu.


Emperyalizm ile ittifak
Günümüzde; kendisini demokrat veya devrimci gösteren birileri bile Şeyh Sait’in ihanetini haklı çıkarma gayreti içindedir. Gelin şimdi Komüntern’in (dönemin komünistlerinin) bu isyanı nasıl değerlendirdiklerini görelim. 26 Şubat 1925’te Moskova’da Internationale Presse- Korrespondaz’da şöyle deniliyor: “Mustafa Kemal ve Ankara hükümetine karşı Kürdistan’daki Şeyh Sait ayaklanması, Moskova tarafından Türk gericiliğinin İngiliz emperyalizmi ile ittifak halinde geri dönüş girişimi olarak değerlendirilmektedir.
Kemal’e karşı ilk olarak emperyalizm, ikinci olarak feodal ağalar, üçüncü olarak din adamları ve dördüncü olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir. ”
Yobaz Şeyh Sait; Kürdistan devleti hayali ile cumhuriyete silah çektiği için asılarak yok edildi. Ama Türkiye; Musul’dan vazgeçmek zorunda kalmıştı. Çünkü isyanın bastırılmasına o zamanın parasıyla 20 milyon lira harcanmış; bütçe büyük bir açık vermiş, devlet zayıf düşmüştü. Bütün bu yıkımlara sebep olan Şeyh Sait’e şimdi Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarını iade etmesini istiyor BDP’liler...
Rıza Zelyut / Güneş


+++


CNN-Türk’te bir şeyler olduğu kesin. Yılların devrimcisi Şirin Payzın, 12 Haziran sonrası ’Geliştim ve değiştim’ diyenlerin safına katıldı. Hanımefendinin şu andaki çizgisi, AK Parti Grup Başkanvekili ’Suat Kılıç’ın dişisi’.
Burhan Ayeri / Akşam


+++


Hukukun bile “ikileştiği” bir ülkede, kimse hukuka saygıdan, tek bayraktan, tek milletten, tek vatandan söz edemez...
Ederse, sadece kendisini kandırmış olur!
Mustafa Mutlu / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları