Röportaj: Mayıs ALİZADE
Yeniçağ: Salvador Dali adayı Gala’nın aşkıyla alarak kendisine hediye etmişti. Siz de dünya güzel sanatlarının simge kenti Venedik’te Palazzo alırken somut olarak birisinin aşkına mı aldınız yoksa kendi sanatınıza olan aşkınızdan mı?
Güneştekin: Şehirler, tarihsel ve kültürel geçmişleriyle var olabiliyor. Venedik sokaklarında yürürken bunu hissediyorsunuz. Bir kenti en iyi orada nasıl bir yaşamın örgütlendiğini bakarak anlayabileceğimi düşünüyorum. Bu nedenle kültürel üretimlere bakıyorum. Sanırım esas olarak tutkun olduğum şey bunlar. Şehirdeki yapılar, sahiplerinin onları yüzyıllar önce gördüğü gibi görmemizi sağlayacak bir şeffaflığa sahip. Bu geçmişe bakma duygusu beni etkilemiş olmalı. Böyle bir şehirde üretim yapabileceğim ve işlerimi sergileyebileceğim bir yer bulma arzum sonucunda Palazzo Gradenigo’yu aldım. İlk sergi çalışmalarım için gelmeye başladığımda ilgimi çekmeye başlamıştı. Klasik eski dünya iç tasarımının zarafetini ve inceliğini taşıyan, eski ve yeniyi bir araya getiren bir yapı. Şu ana kadar Venedik’te iki sergim açıldı. İlki 13. yüzyıldan kalma bir tersanede, diğeri ise Orta Çağ kilisesi Santa Maria della Pietà'da gerçekleşti. Kenti oluşturan tarihî unsurlara nasıl yaklaşmanız gerektiğini belirleyen yasalar uygulanıyor. Sürdürülebilir ve korumacı bir yaklaşımı benimsiyorlar. Sergilerin kürasyonunu yaparken uyguladığımız tüm stratejilerin bununla uyumlu olması gerekiyordu. Kent geneline yayılan bu tür tarihî yapılar, müze ve galerilere, bienallere ve prestijli sanat kurumlarına belirli bir süreliğine veya süresiz olarak veriliyor ve bu uygulama kentte oldukça yaygın. Palazzo Gradenigo daha önce Kültür Varlıkları Bakanlığı’nın kısıtlamaları kapsamında konaklama, müze, sergi ve arşiv amaçlı kullanılmış. Güneştekin Sanat Rafinerisi, muhteşem bir geçmişe sahip, yüzyıllara tanıklık eden bu yerde artık faaliyetlerine başlayacak.
Yeniçağ: Diyarbakır serginizden sonra İzmir serginiz de dünya çapında büyük ilgiye neden olmuş ve çağdaş sanat üzerindeki tartışmaları derinleştirmişti. Diyarbakır ve İzmir sergileriniz sanatın ilerlediğiniz yollarında sizi bir yerlerden bir yerlere mi götürdü yoksa ilke ve prensipler çizginizin daha da kalınlaşıp sertleşmesine mi neden oldu?
Güneştekin: Çağdaş sanat sergileri nesneler ve ortamlar üzerinden karşılaşmayı mümkün hale getiren kurgusal mekânlardır. Başkalığı ona saygı duyma becerimizle birlikte koruyabilmemiz gerekiyor. Bugünün çağdaş sergilerinin ana akım anlatıların huzurunu kaçırmak ve süregelen dışlayıcı pratikleri ortaya çıkarmak için olduğunu düşünüyorum. Her zaman sahici bir karşılaşmanın olanağı üzerine düşünüyorum. Farklı izlekler üzerinden kurguladığım her sergimin de taşıyıcı felsefesi bu. Böyle bir örüntü, birbirinin sınırlarında hareket eden, iç içe geçmiş farklı disiplinlerden oluşan işleri bir araya getiriyor. Hafıza Odası ve Gavur Mahallesi sergileri nesnelerin olduğu kadar insan hikayelerinin de dolaşıma girdiği hafıza çalışmaları. Geleceği tahayyül edebilmek için geçmişe farklı bir bakış açısıyla yeniden bakma fırsatı yaratan ve tartışmaya açan sergiler. Sergilerle ilgili tüm tartışmaların bir şekilde bu çabaya katkıda bulunduğunu düşünüyorum.
Yeniçağ: Sayın Güneştekin, Türkiye sınırlarını uzun süreden beri aştığınız herkesin malumudur. Dünya resim sanatının neresindesiniz? Herhangi bir geleneğin devamı mısınız yoksa tamamen kendiniz misiniz?
Güneştekin: Belli bir akıma ait değilim, geometrik soyutlama ve optik yanılsamalardan nesnelerin kullanımına, deneysel anlatımlardan kavramsal yaklaşımı vurgulayan çalışmalara kadar pek çok farklı akımdan ögeler kullanıyorum. Sınır tanımadan bu akımlar arasında dolaştığımı söylemek doğru olur. Çağdaş sanatın tanımlayan şeyin, tüm sanatlarda temel yaklaşımın, birbirinin sınırları içinde üretebilme ve hareket edebilme yeteneği olduğu görüyoruz. Her alanda aktarılacak kavramın uygunluğuna göre malzeme ve anlatım biçimi seçiliyor. Üretilen her şey düşünceye açılan yolları keşfetmek için. Düşüncelerimi uygun şekilde ifade etmeme olanak tanıyan her türlü araç ve materyali kullanmanın bir yolunu bulurum. Uygulamaya geçmeden önce bazı temel sorular etrafında düşüncelerimi geliştiriyorum. Teorik açıdan hiçbir kurama bağlı hissetmiyorum, kendimi olasılıklara açık bırakıyorum. Benim istediğim, kültürel kodlarımın, nerede olursa olsun sergilenen eserlerimde insanlara ulaşılabilir bir düşünme biçimi sunmasıdır.
Yeniçağ: ABD’li Nobel ödüllü yazar William Faulkner ‘Paris’te her yer sanattır, burada havanın ta kendisinden sanat yağıyor" demişti. Venedik de sizin için öyle midir?
Güneştekin: Venedik’e ilk seyahatim kısa sürmüştü. Bellek İvmesi sergisinin hazırlıklarına başlatmak için gitmiştim. Sonraki seyahatlerimde şehri anlamaya çalışmak için Orta Çağ’dan kalma sokaklarında çokça kaybolmam gerekti. Kiliseler ne kadar muhteşem olursa olsun, saraylar ve müzeler ne kadar olağanüstü olursa olsun, sanat eserleri ne kadar göz kamaştırıcı olursa olsun Venedik’in en eşsiz sanat eseri olarak kalacağını fark ettim. Bütünün, parçaların toplamından daha büyük olduğu düşüncesi burada her yerden daha fazla geçerli. Gündüz dünyanın bütün insanları buraya toplanmış gibidir, yürümek bile oldukça zordur. Ancak gece her şey değişir. Sokağın sınırlı aydınlatması bile titiz ve planlı, sessizlik sadece kendi ayak sesleri ve ara sıra görünmeyen su dalgalarıyla bozulur. Kent yayılarak büyümek yerine ancak düşeyde yoğunlaşabildiği için üst üste istiflenmiş, kentsel katmanlaşmanın izleri rahatlıkla okunabiliyor. Orta Çağ dokusuna sahip daracık sokaklar ve karanlık geçitler arasında ilerledikçe yoğun tarihin izlerine tanık oluyorsunuz. Bağımsız tarihi boyunca lagün suları sayesinde tüm yabancı istilacılardan ve bu yüzyılda motorlu araç tehdidinden korunmuş. Carpaccio ve Gentile Bellini zamanlarında dünyaya sunduğu görünümü hâlâ koruyor ve Rönesans’ın başyapıtlarının yaşadığı şehir olmaya devam ediyor. Ölümle bu kadar çok özdeştirilen bir şehirde sürdürülebilir sanatı ve yaşamı odağına alan bir siyaset üretilmek müthiş bir çelişki.
Yeniçağ: Bundan sonraki sergi ve etkinliklerinizde ağırlığı Venedik’e mi vereceksiniz yoksa İstanbul yine önceki fonksiyonunu sürdürecek mi?
Güneştekin: Sanatçıların ve sanat dünyasının kolektif imgeleminde, bazı şehirlerin sanat yapmak için en uygun yerler olduğu görüşü hâkimdir. İstanbul’da yaşayan ve üreten bir sanatçı olarak eserlerimi bu şehirlerin birçoğunda sergiledim. Bu alanda artık merkezi bir otoritenin kalmadığını, diğer yandan İstanbul’un sanat dünyası için alternatif merkezlerden biri haline geldiğini düşünüyorum. Gelecek yıl için çalışmalarına başladığımız büyük sergilerimden biri İstanbul’da, diğeri ise bienal kapsamında ya da onunla eş zamanlı olarak Venedik’te açılacak. Güneştekin Sanat Rafinerisi de Güneştekin Vakfı çatısı altında Palazzo’da çalışmaya başlayacak. Vakıf, şu anda farklı disiplinlerdeki sanatsal üretimleri desteklemek amacıyla geliştirme ve planlama aşamasında birçok çalışma yürütüyor. Açıldığı günden itibaren erişilebilirlik ve eşitlik felsefesine uygun olarak farklı mekânlarda çalışmaya başladı. Bu yeni mekân, sanat üretimleri için bir sergileme alanı ve ilham kaynağı olacak, vakfın yurt içi ve yurt dışında etkin bir aktör olarak birçok kurumla çalışan bir sanat platformu olma misyonuna da hizmet edecek.