Rant ittifakı çatırdıyor

TRT ‘ulufeleri’ iktidar yanlılarını birbirine düşürdü. Kalemi doğuştan AKP’li olanlar, çakma yandaşlara savaş açtı. Oray Eğin, Fikri Akyüz’ün mektubuyla ortaya çıkan nemalanma kavgasını yazdı
AKP’yi destekleyen yazarlardan Fikri Akyüz dünkü Habertürk’te Fatih Altaylı’ya yolladığı mektupta çok doğru bir tespit yapıyor: “[Ergun] Babahan gibi isimler ’konjonktür’ aydınlarıdır. Hatta ’kontör’ aydınları dersek daha doğru olur. Zira kontör aydını, ’Kontörüm bitiyor, sen arar mısın?’ der, hatta bununla da yetinmez, olur olmaz kişilerin cebini çaldırıp çaldırıp kapatırlar. Sonra bu her arayış, kendisine yeni kontör olarak döner. Arada bir, ’Darbe yaz 1997’ye gönderme yap, TRT’de program yapımcılığı cebine girsin’ derler.”
Koru “Davayı satmış”
Yandaş gazetecilerin dönemin iktidarına biatları karşısında aldıkları büyük paralar bir süredir muhafazakâr kesimin tepkisini topluyordu. Muhafazakâr medyanın önde gelenleri sonradan iktidara yanaşıp rant elde edenlere tahammül edemiyor artık. Fehmi Koru gibi
içlerinden gelen ve yalıda oturmaya
başlayanlara da “Davayı satmış” gözüyle bakıyor.
Bu durumu iyi tespit eden Ekrem Dumanlı önceki gün TRT’de yapacağı programdan herhangi bir gelir istemediğini açıkladı.
Çok da iyi yaptı...
Ancak beraber program yaptığı Ergun Babahan’dan aynı tavrı göremedik. Alacağı ücretten feragât etmedi.
Hatta kendi maaşını sorgulayanlara düzeyi çok düşük ve neredeyse küfürlü bir üslupla yanıt verdi.
Hırsları engel tanımıyor
Anlaşılan Babahan da Fehmi Koru’nun kapısını açtığı bir gelirler kapısından nemalanmak için elinden geleni yapıyor.
Para hırsı da öyle gözünü bürümüş ki, hiçbir engel tanımamaya kararlı.
Meğer ne değerli bir ekran karakteriymiş. Bu aralar her yerde karşımıza çıkıyor. Sadece Ekrem Dumanlı’yla yaptığı program değil, TRT’ye ayrıca bir de spor programı yapıyor... TRT’den kazandıkları yetmemiş olacak ki 24 kanalında da her gün ekrana çıkıyor.
Tıpkı Fehmi gibi o da birkaç yerden iş bağlamayı seviyor.
Sanki babasının malı
Babahan’ın bir özelliği daha var.
Buraları babasının malı gibi kullanmayı seviyor. TMSF’den de epey bir
nemalanmıştı.
TMSF, Sabah’a el koyduğuda kulis yaparak yönetime geçtikten sonra ilk iş olarak kendisine Audi Q7 araba aldırmıştı. 100 bin euronun üzerinde fiyatı bulunan bu otomobil TMSF bütçesinden kendisine alınmıştı.
Gazetenin Çalık’a satışından sonra da “Dinciler burayı ele geçirdi, ekibimle size geleyim” diye Doğan Grubu’nun kapısını çalmıştı. Ya da Fikri Akyüz’ün deyimiyle Doğan Grubu’na “çaldır-kapat yapmış” ve “kontör istemişti.” Kimseden yanıt gelmeyince de yandaş gazetelere yanaşmaya karar verdi.
Bu hesap verilecek
Yarın elbette başkasından “kontör”
isteyecektir.
“Yeni Fehmi” olma yolunda ilerleyen ve “Devletin malı deniz” ilkesini
benimseyen bu arkadaşın TRT’den
aldığı parayı hepimizin ortaklaşa
ödediğini hatırlatırım.
Bu yüzden de küfürlere başvurmadan önce bize hesap vermek zorunda olduğunu da tekrarlamak isterim.
Oray Eğin / Akşam

***

İşte o
mektup
‘Muhafazakar liberallerden tiksiniyorum’

“Fatih Bey, merhaba...
(...) Ben artık bu muhafazakâr ya da liberal denilen bazı köşe yazarlarından ikrah ettim. Tiksiniyorum. Evet, bu muhafazakâr denilen isimler, saydığınız isimlerden Şamil Tayyar, Hasan Karakaya aynı muameleye maruz kalsaydı böyle düşünmezlerdi. Ben içeri girseydim, benim yanımda olurlar mıydı, bakın orasını tam kestiremiyorum! Çünkü muhafazakâr medya, daha ben içeride değilken beni dışladı. Fakrü zaruret içinde değilim ama bu gidişle hapiste olmayıp ’yanda’da olan biri olarak fakrü zaruret içinde olacağım.
Dışlanmamın sebebi çok basit: Mustafa Karaalioğlu’na küçük bir özeleştiri yapması için bir eleştiride bulunmuştum. O gün bugündür Akif Beki, Karaalioğlu, Ergun Babahan, Yusuf Ziya Cömert, İbrahim Şahin, Erhan Başyurt gibi isimlerin tamamı gazetelerinde yazdırmayı, kanallarına çıkarmayı bırakınız, hep birlikte el ele vererek benim resmen önümü kestiler.
Muhafazakâr medyadaki bazı isimler iktidardan nemalanmaya başlayınca muazzam bir güç sarhoşluğu içine girdi. Artık ben bunların samimiyetine inanmıyorum. Fikri Akyüz”

***

Yalan söylüyorsun, bari yakışsın
Vatan’dan Deniz Güçer’e konuşan Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in Milliyet’ten Devrim Sevimay’a yaptığı açıklamaları yalanladı. İşte çok tartışılacak o diyalog:
-TRT Genel Müdürü Şahin’in açıklamalarını okudunuz mu?
Evet. Doğru değil. Ben 9.15’te gözaltına alındığımı gördüm. Hatta herhalde bir sıkıntı var diye kalktım tıraş oldum, giyindim. 4 saat sonra savcı ve kolluk geldi.
- Daha önce polis gelmedi yani?
Hayır öyle gelen giden olmadı. Zaten kolluk savcı olmadan başsavcının evine gelmez. Bir kere yalan söylüyorsan bari yakışsın. Öyle bir şey olmadı.

***

İşbirlikçiliği
iyi becerirler

İktidara en yakın, en gönülden bağlı, en büyük destekçi gazete ve TV temsilcilerinin, “hiçbir iktidara ve mevcut olana da yakınlaşma gereği duymadan, eğilip bükülmeden, meslek ilkelerine bağlı olarak çalışan” gazetecilere haber vermeyerek sadece kendi aralarında dernekleşip sonra da adını Medya Derneği koymaları ne hoş!!
Bir de açıklama yapıyorlar; medya çok sesli olmalıymış, “demokratikleşen Türkiye çok sesli toplumu getirmiş”, bu da “çok sesli medyayı getirmiş”... Toplum öyle çok sesli oldu ki insanlar evlerinde bile ses çıkarmaya, aralarında bile konuşmaya korkuyor. Telefonla konuşurken, mail yazarken bile endişe içindeler. Medyanın yarısından çoğu iktidara ait medya haline getirildiği gibi geriye kalan medyada köşe yazarları bizzat Başbakan tarafından patronlara şikayet ediliyor, atılmaları isteniyor. Demokratikleşme öyle boyutlarda ki demokrat Medya Derneği’nin üyeleri ve aynı kesim içindeki diğer meslektaşlarına benzer baskılar yapmaktan çekinmiyor.
Dayatmalar yakındır
Bir tek işi pek iyi yapacaklarına şüphe yok; diğer ülkelerdeki medya kuruluşlarıyla “sanki Türk medyasını temsil ediyorlarmış gibi” temas kurarak olayları onlara iktidarın istediği şekilde çok daha kolay empoze edebileceklerdir. Yakında ABD ve AB medyasında “Anayasa paketindeki değişikliklerin tamamının ne kadar yararlı olduğunu ama Kemalist laikler ve statükocu yargı tarafından önlenmeye çalışıldığını, atanmışların seçilmişlere müdahale ettiğini, yürütmenin yargıyı kuşattığına dair haykırışlara kulak asmamak gerektiğini, aslında tam aksinin olduğunu ve Türkiye’nin muhteşem bir değişim içinde olduğunu ” ve ayrıca “her an darbe ve suikast beklendiğini” okursak şaşırmayalım.
Ruhat Mengi / Vatan

***

Çaktırmadan rejim değişikliği
TRT’deki programda Fehmi Koru gizlenen gerçeği açıkladı..
Yarı Başkanlık sistemine geçtik dedi..
Prof. Fuat Keyman şaşırdı, itiraz etti ama Koru kararlıydı..
O konuyu tartıştık o iş bitti diye iddiasını sürdürdü.
Haklıydı..
Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin referandumunun anlamı buydu..
Çaktırmadan rejim değişikliği..
Halk bilmeden oy verdi!..
Sorsak evet oyu verenler ne alakası var der ama gerçek bu..
2012’den sonra olacakları görürüz..
Bir şey daha..
Koru’ya göre;
Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin arttırılmasının nedeni de buymuş..
Yarı Başkanlık!..
Mehmet Tezkan / Milliyet

***

Paketli demokratlar ‘sınır dışı’ kaldı
AKP’nin 12 Eylül Anayasası’nı değiştirme adı altında kamuoyuna açıkladığı paket aslında 12 Eylül Anayasası’nın temel özelliklerini ve dayatmacı yöntemlerini andırıyor.
Bu paket başta AKP olmak üzere, bütün liberal ve demokrat geçinenlerin maskelerini düşürdü.
Paket HSYK’da, Bakanı Başkan ve Müsteşarı üye olarak koruyor. Üyelerin seçiminde savcı ve yargıçların her oyunu tek kişinin seçimiyle sınırlayarak yargıda temsili yok ediyor. Anayasa Mahkemesinin 19 üyesinden 16’sını Cumhurbaşkanına seçtiriyor. Cumhurbaşkanı, mahkeme üyelerini, RTÜK ve YÖK üyelerini seçtiği gibi seçecek: Hem de seçecekleri arasında sadece ”yüksek tahsil“ şartının arandığı iki de sade vatandaş var.
Demokratlığı ve liberalliği kimseye bırakmayan köşe yazarları bu taslağı desteklerken son derece garip gerekçelere sığınmaya başladı: Örneğin, bütün anayasaların toplumdaki egemen grubun görüşüyle ve baskısıyla kabul edildiği gibi, demokrasiyle uzak yakın ilgisi olmayan bir yöntemi savunmaya başladılar. Örneğin, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi üyelerini seçme hakkını, aynen RTÜK ve YÖK örneklerinde olduğu gibi, ”demokratik“ olarak yorumluyorlar.
Anayasa Mahkemesi’ne sokaktan üye atanmasını da ”milli iradenin yargıya yansıması“ olarak destekliyorlar.
İşte bizdeki ”demokratlığın“ ve ”liberalliğin“ sınırları böyle.
Emre Kongar / Cumhuriyet

***

Yüce Divan korkusu sarmış
Anayasa değişikliği önerisinde, Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek üyeler, Anayasa Mahkemesi’nin büyük çoğunluğunu oluşturuyor.
Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan olarak, görevi ile ilgili suçlar nedeniyle Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı ve bakanları yargılayacak.
Üyelerinin neredeyse tamamı Cumhurbaşkanı tarafından atanacak bir mahkemenin bu görevini hakkıyla ve “bağımsız” olarak yerine getirebilmesi mümkün mü?
Rektör atamaları gösterdi ki Cumhurbaşkanı, AKP iktidarına hâkim olan genel eğilimi sürdürüyor. Yani göreve atanacaklarda aranan birinci öncelik “yandaş” olmak! Oturacakları sandalyeleri kendilerini atayacak olana borçlu olan “yandaş”ların böyle bir durumda nasıl oy kullanacaklarını tahmin etmek zor değil.
Böyle bir mahkemenin âdil bir Yüce Divan yargılaması yapabilmesi, sunulan delilleri hakkıyla incelemesi ve hukuken tartışılmayacak kararlar verebilmesi nasıl mümkün olacak?
Öyle görünüyor ki hükümet, sadece bugününü değil, yarınını da kurtarma telaşında! Belli ki Yüce Divan korkusu, şimdiden bacayı sarmış durumda.Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

***

MİNİ YORUM
Washinton ziyareti adettenmiş...
Bizde genelde siyasi parti liderlerinin, -iktidar olmadan önceki- ABD gezileri konuşulur. Belki bir de işadamlarının... Ama baksanıza medya iktidarının da yolu Washingtondan geçiyormuş. Majestelerinin karikatüristi nam Salih Memecan da, ’Medya Derneği’ni kurmaya karar vermeden önce gidip ABD’de nabız yoklamış. “Ne yapılabilir?” onu soruşturmuş. Demek ki “ne yapılabilir” dedilerse, onu yapacak önümüzdeki günlerde....

Yazarın Diğer Yazıları