Ramazan ve Müslümanlar
Millet olarak Ramazan ayına ayrı bir önem atfediyoruz. Her ay yapılabilecek şeyleri sadece Ramazan''da yapılması gerekiyormuş gibi bir anlayışa sahibiz. Hayır-hasenatı Ramazan''da yapıyoruz. Zekâtı Ramazan''da veriyoruz. Fakir-fukarayı koruyup kollamak Ramazan''da aklımıza geliyor. Oysa bunlar zamana bağlı vecibeler değildir. Yani her zaman, her ay yapılabilir, hatta yapılmalıdır. Sosyal hayatı ancak böyle dengede tutabiliriz.
Ara sıra hatırlatmaya çalıştığımız üzere bu ve benzeri birçok dinî anlayışımız ıslaha muhtaçtır. Esasen Mehmet Akif "Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm''ı" derken biraz da bu ihtiyaca işaret etmektedir.
Mecelle''de "Ezmânın tebeddülü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz" (Zamanın değişmesiyle hükümler de değişebilir) denilirken -geçtik hükümlerden- anlayışları bile değiştiremiyoruz.
Söz gelimi, Kur''ân-ı Kerim''de "Zekât veriniz" (Ve âtû''z-zekât) buyruluyor. Zekâtı kim verir? Zengin olanlar değil mi? O zaman "Zekât veriniz" emrini biz niye "Zengin olunuz" diye anlamıyoruz?
Nasihat kitaplarına bakıyoruz aksine, "fakirlik" övülürken "zenginlik" yeriliyor:
"Her gınanın nef''i hep dünyadadır//Lîk fakrin nef''i hep ukbâdadır." (Zenginliğin faydası dünyadadır lakin fakirliğin faydası ahirettedir. )
"Hor görme fakrı hoş gör her zaman//Fakrla fahr etti çün fahr-i cihan." (Fakirliği hor görme, her zaman hoş gör, çünkü Peygamberimiz fakirlikle övündü.)
"Terk-i dünya fakr birle olunur//Kurb-ı Hak hem fakr birle bulunur." (Dünyayı terk, fakirlikle olur. Hakk''a yakınlık fakirlikle kazanılır.) (Bkz. Pend-nâme-i Nazmî, Hazırlayan: Dr. Kudret Altun, Kayseri-2004, s. 110-111.)
Din donmuş kalıplardan ibaret değildir. Allah akıl, fikir vermiş. Birtakım anlayışları asrın icaplarına göre tekrar gözden geçirmek yahut dinî hükümleri farklı şekillerde yorumlamak Müslümanları şekilcilikten kurtararak İslâm''ın özünün anlaşılmasına hizmet edecektir.
Bu konuda Hz. Mevlânâ''nın bazı gayretleri olmuşsa da pek taraftar bulmamış ve maalesef İslâm''da aklın yerini şekilcilik ve taassup almıştır.
Hz. Mevlânâ "Mesnevî"nin beşinci cildinde şöyle der:
"Yoksullara verin, onları doyurun" denmiştir. Şu halde kazan. Çünkü elinde eskiden kazandığın bir şey olmadıkça harç edemezsin.
Gerçi Allah mutlak olarak "Yoksulları doyurun" demiştir ama sen "Kazanın da sonra yoksulları doyurun" diye oku. (Bkz. Mevlânâ; Mesnevî, Çeviren: Veled İzbudak, İst. 1988, s. 51.)
Din, asrın icaplarına göre yorumlanmadığı için üzülerek ifade edelim ki bazı insanlar dinden soğumuş, kalanlar da "şekilcilik" ve "taassup"a boğularak İslâm''ın özünden uzaklaşmışlardır.
Büyük bir deprem felâketi yaşadık. 10 ilimizde insanlarımız perişan, yardıma muhtaç. Ama bu ülkenin vatandaşları "Ramazan umresi"ne gidiyor ve giderken de kamera karşısına geçip: "Orucu mukaddes topraklarda tutmanın tadı bir başka oluyor. Üç senedir orucumu orada tutuyorum" diyor.
Bir başka vatandaşımız "İftarımı Ayasofya Camii''nin önünde açma zevkini tatmak için ta Almanya''dan geldim" diyor.
Bu manzara karşısında biz ne desek -sakalımız olmadığı için- dinleyen olmayacağını biliyoruz. İyisi mi sözü İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü hocalarından rahmetli Mahir İz''e bırakalım:
"Şu esası göz önünde bulundurmak bir zaruret-i diniyedir ki Edirne''de tatavvu (nâfile) haccına niyet eden bir mümine bilfarz Kars''ta bir adamın açlıktan hâl-i ihtizârda olduğu haber verilir ve buna rağmen sefere çıkarsa, bu yolculuktan hiçbir sevap kazanamayacağı gibi, rûz-ı mahşerde de mesuliyetten kurtulamaz. Ona yani hac seferine mukabil, Kars''ta başka yardıma muhtaç vatandaş var mıdır diye öğrenmek üzere Kars yolculuğuna giderse, ömrü boyunca yapacağı nafile haclardan kazanacağı sevabın on mislini bir seferde kazanır ve mesuliyetten kurtulur. Çünkü tatavvu haccı nafile, yardımlaşma ise vaciptir. (Bkz. Mahir İz; Din ve Cemiyet, İrfan Yayınevi, İst. 1973, s. 88.)
İşte Ramazan, işte İslâm ve işte Müslümanlar… Başka bir şey söylemeye gerek var mı?..
ACZİMİN GİRYESİ:
"Müslümanlık" denilen rûh-ı İlâhî, arasak,
"Müslümanız" diyen insan yığınından ne uzak.
(Mehmet Akif)