Postmodern abluka
Arabesk aysbergin görünen yüzü bile değildir; önce kulaklar körelmez, önce bilinç körelir ... Cumhuriyet bir kültür devrimidir ve onu sorgulamaya başlayın, sabırla sağaltın onu; ne gaflet ve delalet ve ne de arabesk yükselebilir orada...
İstisnalar kaideyi bozmaz, ne kadar pop sosuna bulandırılmışta olsa, gerek müziği ve gerekse tavırlarıyla bir Tarkan’ı, Serdar Ortaç’ından tutun bunlara ablalık, ağabeylik edecek olanlarına dek, eğer benim gibi düşünüyorsanız arabeskin o fasit döngüsü bütün bir çevrenizdedir. Çünkü (gerçekte) ne arabesk dinliyor olmak ve ne de arabesk tavırda olmak varoluşsal koca bir bütün içinde suç olamaz. Ama varoluşsal olan, her şeyin kendi içinde erimesine olanak tanıyorsa, üstelik ayrışmadan!.. orada ciddi bir sorun var demektir.
Neden?
İnsan dediğimiz varlık öyle ya da böyle muhakeme sahibi varlıktır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en temel özelliktir bu. Ve eğriyi doğrudan ayırmak, kavramları ve olguları yerli yerine koymak muhakemenin en temel görevidir. Aksi halde bizim “nitelik” dediğimiz şeyler başka türlü devinmez, ileriye doğru sağlıklı bir yoldan serpilmez. Oysa arabesk algıda böyle bir şeye pek rastlanmaz. Çünkü bunun tersi ciddi bir hakikat sevgisi ister. Hani şu binlerce yıl öncesinden bize miras, ama bugün marazi liberallerin de katkılarıyla her gün içi boşaltılan şey.
***
Bir zamanlar merhum Uğur Mumcu önce bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak gibi ciddi sorunumuz olduğuna değinmişti. O halde gören görüyor ki, “miş gibi, mış gibi” yapmanın doruğundadır dünya. Belki başından beri başkalarının omzuna basarak yükselen, başkalarının acılarına asla tanık olmanızı gerekmeyecek bir ekonomi-politikten başkası beklenemezdi. Post-modern bir abluka ancak böyle özetlenebilir. Arabesk dediğimizse bu işe sadece payanda olmuştur. Çünkü bu toprakları bir arada tutan görünmez bir tutkalın izleri hala tükenmiş sayılmaz. Arabesk içinde kırık dökük bir empati ya da hala insancıl duyumlara rastlanabilir. Ama sürekli kavram karmaşalarıyla beslenen ve eleştirildiği an her yolu mubah sayarak, alabildiğine acımasız böylesi bir dünya düzeni varken bunlar vız gelir, tırıs gider. O nedenle önce kulaklar körelemez, önce bilinç körelir; sersemler, duruklaşır. Ve bir de bakmışsınız: Kakasını ve çişini yaptığı denizde yüzmek kanıksanacak bir şey olmuşsa artık, gün gelip yaşadığınız bir kültürün içine edildiğini öylece izlemek de aydın olmanın göstergesi olabilir. Her gün hukukun, yasaların, insan haklarının, eleştiri hakkının... vb onlarcasının çiğnenmesi tuhaf olmaz ama ne ile suçlandığını bile bilmeyen nice insanın hapishane köşelerinde çürümesini izlemek ve hatta istemek demokratlık göstergesi olabilir. Din simsarlarının yaptığı nice soytarılıklar garip olmaz ama bir kez olsun Irak’ta yaşanan ıstırabı protesto etmemiş, bırakınız bunu bizzat desteklemiş bir iki yüzlülüğe değinmeniz gericilik olur. Falanca popçunun sevgilisinin bikinili fotoğrafı ile askerliğinin son gününde şehit olan bir gencin dramını yan yana ve baş sayfadan haber yapmak bir samimiyetsizlik göstergesi olmaz ama magazin unsurlarının toplumsal bir haşhaşa dönüşmemesi gerektiğinde diretseniz özgürlük düşmanlığı olur. Sözün kısası tam bir ergime halinden bahsediyoruz.
Bugünün kahramanları da değişmiştir artık. Erdem, artık oturduğun yerden ahkam kesmektir. Erdem, artık her şeyin bir bedeli olduğunu düşünebilecek kadar kalitesiz bir orgazmın adıdır. Böyle bir dünyada kendi öznel sancılarınız dışında bir şeye tasalanmanız gerekmez. Tasalanırsanız eğer size akan musluklar kurumağa başlar. Ahmet Altan beyin dediği gibi bir kadın memesine bu ülkeyi satabilirsiniz. Yeri geldiğinde babalar gibi satarız diyen bir zihniyette size iştirak eder. Ama bir kez olsun adına minnet duygusu denen bir şey üzerinde düşünmeniz gerekmez. Zaten bir kültür de başka nasıl çöker? Kültürün içini boşalttığınız gün birileri sizi en iyi şekilde(!) yönetecektir.
O yüzden haykırmak geliyor içimden: Bin bir güçlük ve özveri ile kurulan bu Cumhuriyetin bütün devrimleri aslında birer kültür devrimleridir. Ve ne acıdır ki, onu savunduğunu söyleyen bazı kesimlerin farkındalık kıtlığına karşın bu böyledir. Çünkü kültürün içini boşaltın, Cumhuriyette sizin elinizde olmaktan çıkar. Sadece adı Cumhuriyet olur. Ancak (...) kültürün ne mene bir şey olduğunu sorgulamağa başlayın, sabırla sağaltın onu, ne gaflet ve delalet ve ne de arabesk yükselebilir orada. Arabesk aysbergin görünen yüzü bile değildir. Önümüzdeki referandum ise bu işin yalnızca sosu...
* Levent Sezer
+++
Bu işte bir Horasan parmağı var!
Kayınbabam 1927 yılında Ordu’nun Kumru ilçesinin bir dağ köyünde dünyaya gelmiş.
Otuz yılı aşkın süredir tanıdığım bir şahsiyet. Zaman zaman sohbetlerimizde, atalarının Horosan’dan gelme Karabacakoğulları’ndan olduğunu belirtti.
Geçtiğimiz yıl Sn. Kemal Kılıçdaroğlu ve Sn. Atilla Kart beyler Köln Üniversitesindeki bir konferans için geldiklerinde, Kemal beyi yakından görme imkanım oldu. İlk karşılaştığımda, hemen hatrıma 83 yaşındaki kayınbabam geldi. Zira boyu posu yüz hatları tamamıyla kayınbabamın 30 yıl evvelki halini andırıyordu. Şu an kayınbabam 83 yaşında olduğu için Kemal beye nazaran daha çelimsiz. Ama el ve parmak yapıları birebir aynısı. Zaman zaman izlediğim yurtiçi mitinglerinde elini kaldırıp işaret parmağı ile konuşmasını yapar iken parmağının ucunun aldığı vaziyet ( hafif içe doğru kırık-gegek hali) kayınbabam ile tıpa-tıp uyuyor. İlk karşılaştığımda Kemal beyin Horasanlı olabileceğini düşündüm. Nereli olduğunu? sormak abes ile iştigal olacağı için böyle bir soruyu yöneltmedim. Kemal beyin konuşmalarını dinler iken yüz ve elinin hatlarını da kayınpederimden dolayı izliyorum.
Yeniçağ gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar’ın 19 Ağustos 2010 tarihli “Kılıçdaroğlu’nun boyu ve soyu” başlıklı köşe yazısında Kemal beyin ailesinin kayınbabam gibi Horosan’dan geldiğini okuyunca, düşüncelerimde yanılmadığımı tespit ettim. Birisi Tunceli’li, diğeri Ordu’lu. Ama ikiz gibi birbirlerine benziyorlar.
Kanımca bu tartışmanın asıl irdelenmesi gereken tarafı; dünyada kafatasçılığı yapan yazarların kimliklerine, neler yazdıklarına ve neyi amaçladıklarına bakılması.
* Rehan Göndoğmuş
+++
Toroslar, ihanet çetesine teslim olmadı
Bu son yazı dizinizi ilgiyle okuyup değerlendirirken Tahtacılar adına da bir görüşlerimizi sizinle paylaşmak istediysek de maalesef başkaları gibi biz de treni kaçırdık. Kısmet başka bahara diyelim.
Tahtacılar daha devletle ancak son 50 yılda tanıştı dersek ve birçok tahtacı köyünün dağların tepelerinde yer aldığını düşünerek genel olarak 1950 ve 60 ’ı yıllarda okul yüzünü gördüğünü söylersek durumu abartmış olmayız.
Ne yapalım eğerli sanatçımız Musa Eroğlu’nun köyüne okul 1963’te yapıldıysa!.. Bazıları gibi Cumhuriyeti mi suçlayalım?
Bizler; Tahtacılar bildiğiniz gibi Mustafa Kemal’in bir gezisinde belirttiği “Toros dağlarında ne zaman yanan Türkmen ateşi görsem içim rahattır” dediği, Horasan ellerinden sökün etmiş Adana’dan Çanakkale’ye
Toros’ların yücesinde inancını ve geleneklerini hele de Türklüğünü hiç mi hiç unutmadan bu güne getirebilmişiz. Alevilik vazgeçemeyeceğimiz inancımızdır. Bizler Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetle var olduk ve ondan sonra devletle ve diğer sosyal guruplarla tanıştık. Bizim için bayrağımız, Atatürk ve Cumhuriyet, tam bağımsızlık, üniter devlet Alevilik kadar önemlidir. Bu gün her tahtacının evinde mutlaka Atatürk ve bayrağımız, yol ve inanç önderlerimizin resmi vardır. Bundan sonra olmaya devam edecektir.
Bizleri bölüp parçalamak isteyen her türlü emperyalizme karşı direnmek ve mücadele etmek zorunda olduğumuzun farkında olarak ülkemizin birlik ve bütünlüğü, tam bağımsızlığını korumak uğruna her şeye katlanmaya varız. Bizim ötemiz öyle yapmışlar bizde öyle yapacağız. Bu mücadelede yazı diziniz Toroslar’da yorgun düşmüş, boz ardıca dayamış bir türkü tutturan Türkmen Tahtacının sesi ve Torosların buz gibi esen yeli gibi geldi. İçiniz rahat olsun; Toroslar henüz daha liboşlara, ihanet çetelerine teslim olmadı.
* Mehmet Şahin Tahtacılar Derneği Genel Başkanı
+++
İşlerine geldiğinde
Yandaş bir gazetenin ön yüzünde bir haber. “Sözleşmelilere müjde: Danıştay sözleşmelilerin tayinlerinde harcırahı önleyen düzenlemenin yürütmesini durdurdu”
Kim neyi durdurmuş?Danıştay hükümetin çıkardığı bir yönetmeliğin yürütmesini durdurmuş. Acaba sayın Başbakan bu haberi okumuş mudur? O okumadıysa bile danışmanları mutlaka okumuşlardır.Okuyunca yandaşlara fırça atılmış mıdır?
Aslında yandaş medyanın haberi veriş biçimi racona ters. Hani Yüksek Yargı özellikle de Danıştay hükümetin elini kolunu bağlıyordu. Onun bütün icraatlarına engel oluyordu. Sonuçta yürütmesi durdurulan hükümet tarafından uygun görülen bir yönetmelik. Hükümet tarafından bu böyle uygulanacak denilen şeyin yürütmesinin durdurulması o zihniyete göre yanlış değil mi?
Ama meseleye öyle bakılır mı?
Sözleşmelilerden gelecek evet oyları fena olmaz değil mi? O zaman haberi öyle bir verirsiniz ki okuyan sözleşmeli bu yürütmenin durdurulması kararını hükümetin kararı imiş gibi algılar ve zat-ı alilerine olan minnet duygularını referandumda evet oyu vererek sergilerler.
* Av. Selehattin Sekban/Trabzon
+++
TRT nin yanlı yayınlarını protesto etmek maksadıyla, yandaş olmayan siyasi parti liderleri referandum nedeniyle TRT’de yapacakları televizyon konuşmalarına katılmasalar, protesto etseler nasıl olur?
* Nevzat Önge/Yozgat
+++
Çuvaldız!
Ben görme engelli bir okuyucunuzum. Yazılarınızı sesli ekran okuyucu program yoluyla internetten bilgisayar üzerinde dinliyorum.
Yeni Çağ Gazetesindeki “Yüzde 99’u Müslüman bir ülkede” başlıklı yazınız yaşadığımız acı gerçeklerle yüzleşmemizi, toplumu, kimlerin nasıl bu hale getirdiğini bir kez daha düşünmemizi sağlıyor.
Müslüman postuna bürünmüş din bezirganlarının kendi ceplerini doldururken toplumun ruhunu da boşalttıklarını düşünüyorum. Deniz Feneri buna örnek. İslami sermaye şeklinde anılan şirketlerin dini duyguları da kullanarak büyük kazanç vadiyle yurtdışındaki vatandaşların tüm birikimlerini toplayıp kaçmaları buna örnek. Daha da acısı soyanların soyduklarının, çalanların çaldıklarının hep yanlarına kâr kalmasıdır. Böylece toplum bilincinde onlar trilyonları götürüyor, ben üç beş yüz götürmüşüm ne önemi var düşüncesi oluşuyor. Gazetedeki yazınızda çizdiğiniz toplum manzarasının doğmasında bu ve buna benzer olayların payı yok mudur diye düşünüyorum.
* Halil Köseler
+++
Ya küreselcilerle, ya onlarsız...
SSCB ve doğu bloğu ülkelerinin yıkılarak tarih sahnesinden tasfiye edilmesiyle soğuk savaş dönemi sona ermiş ve tek kutuplu dünyada, 11 Eylül 2001 sonrası ABD tamamen kontrolsüz şekilde medeniyetler savaşına girişmiştir.
Sözde terörle mücadele adı altında, kaynakların paylaşımını hedef alan bu süreçte, coğrafyamız tamamen kuşatılmıştır. Bu yeni dünya düzenini doğru okumak ve buna göre stratejiler belirlemek gerekmektedir. Milliyetçi fikirlerin bu anlamda
küresel güçlere direnmeyi de yeni hedef olarak belirlemiş olması gerekmektedir.
Bu referandumda dış dinamiklerle harekete
zorlanan bir siyasi iktidar ve
peşinde halkımız gözükmektedir.
Sunulan gerekçeler gerçekçi değildir.
1-12 Eylül 1980 dönemi darbecileri yargılanamayacaktır.
2-Anayasa değişiklikleri geniş
mutabakatla yapılmalıdır.
3-AB-ABD-Küreselciler tarafından milli duruşumuzu, haysiyetimizi bozmaya zorlanan ülkemiz ve halkımızın artık verecek tavizi kalmamıştır.
Bundan dolayı önümüzde iki seçenek vardır:
Ya küreselcilerle birlikteyiz ya da değil. Bu tercih nümüzdedir.
* Alper Zeybek/İzmir
+++
MİNİ YORUM
Gişede cinnetten az evveli...
Saat sabahın 4’ü veya 5’i.. Eski Hisar çıkışı İDO gişeleri kapalı; yolcu otobüsleri uzun bir kuyruk oluşturuyor iskeleye doğru; demeleri o ki personel yokmuş... Hiçbir uyarı, ikaz yok. Koca sıradan çıkıp diğer gişenin önündeki kuyruğa kaynak yapmaya çalışan otobüsün şoförü söyleniyor; Başbakan, gezilerine değil personele harcasın parayı! Şurası garip ki; ufaktan bir muhalif ayaklanma başlar gibi olunca; “olmayan” personel zuhur ediyor; karınca gibi dağılıyorlar kabinlere... Bu manzara bir iki daha tekrarlansın sonu cinnet; demedi demeyin...