Petrol denizinde yüzüyoruz
Atatürk’ün ekonomik bağımsızlığımızın temini için işletilmesi emrini verdiği Türkiye petrolleri ile devletin arasına giren Amerikan firmalarını kim durduracak
Shell firmasında 20 yıl Genel Müdürlük yapmış olan Antony Robinson’un dediği gibi, “Bütün Amerikan Petrol Şirketleri bilir ki, yapılan araştırmalar Türkiye’nin bir petrol denizi üzerinde olduğunu gösteriyor”.
1980 yıllarında, yabancılarla yapılan petrol anlaşmalarında 5 bin metreye kadar inilmesi planlanmışken, 300 metrede aramalar bırakılmış, petrol bulunan yerlerin de üzerine çimento dökülen kuyularda yapılan çalışmalarda petrol fışkırmaktadır. Ayrıca Türkiye’de petrol aramak için ayrılan bütçenin çok az olması da bu kaynakların ortaya çıkmasını istemeyen küresel güçlerin etkinliğinden kaynaklanmaktadır.
Bakın daha 6 ay önce Burdur-Bucak’ta iki yıl çalışıldı ve petrol bulundu. TPAO tüm sondaj aletlerini toplayarak petrolü çıkarmadan bölgeden ayrıldı. Neden?
Mayınlı arazilerde (Güneydoğu Anadolu) şu anda günlük 2500 varil TPAO tarafından petrol çıkarılmaktadır. Bu miktar yakın zamanda çoğalacak deniyor. Acaba?
Kuyuları bile kapattılar
TPAO, Şırnak’taki Cudi Dağında petrol arama çalışmalarına 2009 Ağustos ayında başladı. Dağın 1400 rakımlı kesiminde petrol sondaj platformu kuran TPAO, yoğun güvenlik önlemleri altında petrol arama çalışmalarını sürdürüyor. 4000 metrede petrol bulunması ümit ediliyor, şu an 1300 m derinlikte çalışmalar sürüyor.
Batman’ın Kozluk ilçesine bağlı Yarıkkaya Köyü mevkiinde Amerikan Firması petrol bulma çalışmalarını sürdürüyor hatta işten çıkarıldıkları sebebi ile eylem yapan 100 köylüden 32 si Batman cezaevine gönderildi. Neden?
TPAO, Diyarbakır’ın Silvan ilçesi Özlüce köyünde hem petrol hem de doğalgaz buldu.
Özlüce-1 sahasında 950 metrede petrol çıktı. Kuyudan günde 50 varil petrol üretimi gerçekleştiriliyor. (Şubat 2008)
2007 Yılında Diyarbakır-Lice-Batman üçgeninde çok zengin petrol yatakları TPAO tarafından bulundu, sadece bulunmakla kaldı, 3 yıldır izliyorum ülkem adına hiçbir gelişme yok. Türkiye’nin petrol denizinde yüzdüğünü Türk’ten başka herkes biliyor. Neden?
Eski emekli Paşalarımızdan Cumhur Asparuk, meclisin açılışı münasebetiyle verilen davette gazetecilere: “Bırakın Afganistan’ı, Türkiye’ye bakalım. Size; 6000 metre derinlerde, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahibiz desem inanır mısınız?” şeklinde konuştu. İşin aslı şu. Paşa’ya Hindistan’da bulunan bir uzay üssünde yüksek rütbeli bir Amerikalı subay; “Biz uydu ile araştırma yaptık, Türkiye’de çok zengin petrol yatakları var. Fakat 5-6 bin metre derinde” diyor. Ülkemizde çıkan petrol ihtiyacımızın onda birini dahi karşılamıyor.
Bu konuda Mustafa Kemal Atatürk’ün emri var. Ekonomik bağımsızlığımızın temini için suratla petrolümüzü bulup işletmemizi emrediyor. O’nun zamanında, bu işe dört elle sarılınıyor. 1934 yılında Trakya’da Mürefte’de doğalgaz bulunuyor. O gün açılan kuyulardan çevredeki fabrikalar bugün bile faydalanıyorlar. 1926 yılında “Petrol arama ve işletme idaresi” kuruluyor. 1935 yılında MTA (Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü) kuruluyor. 1938 yılında Türkiye kendi ürettiği uçağı Belçika’ya sattı. İkinci dünya savaşında dünya Türkiye’nin ürettiği gaz maskelerini kullandı. Atatürk döneminde başlayan büyüme hızı onun ölümünden günümüze kadar devam etmiş olsaydı, dünyanın en büyük ekonomisine sahip ülkelerden biri olurduk.
Peşkeş çekilmediğini söyleyin
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) 4 Mart 2009 tarihinde Karadeniz’de 10 Milyar varil petrol ve yıllık 1,5 Trilyon metreküplük üretilebilir doğalgaz olduğunu açıkladı. ABD’li “Exxon Mobil” Firması ile anlaşma imzaladı. Karadeniz’de Petrol ve Doğalgaz olduğu resmen kanıtlandı.
TPAO; ayrıca ABD’li “CHEVRON” Firması ile de petrol aramak için görüşmelerin devam ettiğini bildirdi. TPAO; Türk halkına anlaşmanın özünü bildirsin; 72 milyon insana ait olan yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin peşkeş çekilip çekilmediğini bilmek ülkenin sahibi olan Türk Milleti’nin hakkı değil mi?
* Namık Kemal Dimlioğlu / ADD Antalya Şubesi Y.K.Ü
++++++
TEKEL direnişi can suyu oldu
“...Ülkenin ve milletin istiklali tehlikededir. Ülkenin ve milletin istiklalini gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Mustafa Kemal’in Amasya’dan Türk ulusuna bu seslenişi, büyük utkunun ve kurtuluşun ilk işareti oldu.
İşte TEKEL işçilerinin direnişi de böyle soylu ve haklı bir direniştir. Ankara’nın acımasız ayazında fıçılarda yakılan ateşlerle aydınlanan ve güçlenen bu direniş, sadece özlük haklarına sahip çıkmak, ekmek, aş, iş ve gelecek kaygısıyla yükselen bir ses değildir.
Bu ses vatana sahip çıkanların, TEKEL’i satın alan Amerikalı emperyal patrona, kendi işçisini, yurttaşını yok sayan, milletin malını haraç-mezat satan zihniyete baş kaldıran emeğin, emekçilerin sesidir. Bu ses öylesine güçlü ve kararlıdır ki, duymamazlıktan gelmek mümkün değildir. Milletin Bağımsızlık Savaşı’nda ortaya koyduğu “azim ve karar” tekel işçilerinin direnişinde, tekrar can suyuna kavuşmuştur.
İkinci olaya gelince... DSP- MHP- ANAP koalisyonu... Türkiye ekonomik krizdedir ve bir kurtarıcı aranmaktadır. Okyanus ötesi komşumuzdan tavsiye edilen Mr. Derviş, ABD’den ithal edilerek Ecevit başkanlığındaki 57. Hükümet’te devlet bakanı olarak göreve başlar. Çiçeği burnunda, taze bakan Derviş’in ilk işi, AB Uyum Yasaları çerçevesinde, ülkenin en büyük gelir kaynağı olan tarım ürünlerine “kota” koymak olur.
Böylece TEKEL’in özelleştirme, pardon ABD’ye yok pahasına peşkeş çekilişinin kararlı adımları da atılmaya başlanmıştır.
57., 58., 59. ve 60. hükümetler, emperyal patronlarının tavsiyelerine uyarak tütün ekim alanlarını sınırlandırmışlar, ilk darbeyi tütün çiftçisine vurmuşlardır. Ekim yapamayan çiftçi, yabancılara satılan bankalara borçlarını ödeyemez hale gelince, ne yazık ki topraklarını da yabana devretmek zorunda kalmıştır. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş, Sevr’in ekonomik yaptırımlarının yanı sıra, toprak işgali de uygulanmaya başlamıştır.
İşlenecek tütün kalmayınca, TEKEL işletmelerinin çoğu kapatılmış, ücretleri azaltılan hatta kesilen işçiler AKP hükümeti tarafından adeta yokluğa ve yoksulluğa mahkum edilmiştir. Bu mahkum ediliş işçinin kazanılmış meşru haklarını elinden alarak gerçekleştirilmiştir.
TÜRK-İŞ’in önünde direnen sadece tekel işçisi değildir.Tüm Türkiye Ankara’nın bıçak gibi kesen ayazında, Cumhuriyet’in ABD’li patronlara, uluslar arası para baronlarına, tekelci sermayeye peşkeş çekilmesine baş kaldırmaktadır.
Tekel işçilerinin direnişi Türkiye’nin can suyudur. Önemli olan bu can suyunun kurutulmamasıdır.
* S. Figen Özen
++++++
Doğru söze ne denir?
Sayın Başbakanımız meclis kürsüsünden nasıl haykırıyordu: “Eşimin üzerinden siyaset yapmak vicdansızlıktır, izansızlıktır, ahlaksızlıktır.”
TRT 1’de yandaş medyanın genel yayın yönetmenlerini karşısına alıp çanak sorulara cevap verirken “Eşimi türbanı yüzünden GATA’ya sokmadılar.” Deyince vallahi billahi biz de aynı şeyleri düşünmüştük.
* Av. Selahattin Sekban / Trabzon
++++++
Karanlığa gidiyoruz
Kaygan olan bu zeminde
Adım adım uçuruma gidiyoruz
Düşmüş gafiller, hainlerin peşine
Son hızla bölünmeye gidiyoruz
* * *
Yandaş medya, ince hesaplar
Oyun içinde nice oyunlar
Demokrat görünen
Antidemokratlar
Son hızla diktaya gidiyoruz
* * *
Medya susturuldu, ordu baskıda
Hukuksuzluk diz boyu, kanunlar askıda
Şov yapıyorlar şov, cambaza baksana
Son hızla felakete gidiyoruz
* * *
Akla kara artık seçilmiyor
Açılımların ardı arkası kesilmiyor
Uyan Türk Milleti, geri dönülmüyor
Son hızla karanlığa gidiyoruz
* Mehmet Sezai / Uşak
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
AKP iç tehdidin adını çoktan koydu: Milliyetçiler ve ulusalcılar.
* Hüseyin Kaya
++++++
Şiir gibi paslaşmalar
Bir zamanlar “şiir gibi uyum” dönemi vardı, hatırlarsınız. Bu gün ülke o şiir gibi uyum döneminde kotarılan tezgâhlarla uğraştırılıyor. Şimdi de pas dönemi.
Bakalım milletin bir mantığa oturtamadığı bu dar alanda tuhaf paslaşmalardan doğacak ofsaytların cezasını zavallı ülkem ne zaman ve nasıl çekecek?
* Tarık Turan
++++++
Kabul edenler? Etmeyenler? Kabul edilmiştir!
Son aylarda Ergenekon Davası’nda kaç kişi serbest kaldı haberiniz var mı?
Yok... Çünkü “suçlu” yaftasıyla gözaltına alınırlarken medya ordusuyla ’şok! şok! şok!’manşetleriyle içeri alınıyorlar... Serbest kalırlarken sessizce...
Şu anda, Ergenekon yaftasıyla tutuklananların yaklaşık 5’te biri içeride. 5’te 4’ü ise serbest bırakıldı...
Peki şu iki soruyu sormamız gerekmez mi kendimize; Eğer suçlularsa neden serbest bırakıldılar? Yok eğer suçsuzlarsa neden gözaltına alındılar?
Suçsuzlarsa o kişilere kaybolan 2 yılını nasıl geri vereceğiz? Ömürlerine 2 yıl ilave etmek gibi bir mucizemiz yok henüz... Peki bu kişilerin kızlarına-çocuklarına “2 yıl babasız kalmanın” hesabını nasıl vereceğiz? Peki ya eşlerine 2 yıl kocasız kalmanın... Analarına-babalarına 2 yıl evlatsız kalmanın... Ahbaplarına 2 yıl “dostsuz” kalmanın... Ya da bekarlarsa sevgililerine “2 yıl sevgiliden ayrı” kalmanın hesabını nasıl ödeyeceğiz? O filmdeki gibi “Pardon” mu diyeceğiz?
Yok eğer suçlularsa, işte mahkemeler orada işte hakimler-savcılar orada, işte mahkemeye sunulan suçlama ve savunma dosyaları orada... Verin cezasını, bedelini ödesinler...
Bu iş bir “sonuç” alınma operasyonundan çok bir nevi “süreç uzatılma” operasyonuna dönüştü...
Kimbilir, yolun sonunda umduklarını bulamayacağını anlamış olan arkadaşların, o sona gitmemek için her gördükleri sokaklara “manevra” yapma girişimidir belki de bu...
Türkiye Cumhuriyeti’nin hukukçuları, her davada olduğu gibi bu davada da adaletin yerini bulmasını geciktirmemelidirler...
Bu benim değil, hukukun temennisidir... Demokrasinin temennisidir...
İnsan haklarının temennisidir...
Hukuk Devleti’nin olmazsa olmazıdır...
Tam tersi durum ise Kanun Devleti’nin bir sonucudur...
Vekillerinize “el kaldır- el indir - kabul edenler - etmeyenler - kabul edilmiştir” tekerlemeleriyle her kanunu kabul ettirebilirsiniz... Neyi kabul edip etmediklerini bile bilmeden...Ve böylelikle, bir Kanun Devleti yaratabilirsiniz... Cahilleri “Hukuk Devleti” yalanıyla kandırarak hem de...
Geç kalınmış adalet, adalet değildir...
Bir olayın “insan hakları” komisyonlarınca sorgulanması için illa da bir teroristin hem de haklı sebeplerle hapse düşmesini mi bekleyeceğiz...
* Miraç Yıldırım
++++++
İlk altında kalacak olan kendisi
Hasan Cemal yazıyor:
“Tam ne zaman bilemem, ama eninde sonunda bu duvar bizde de çökecek. Yanlış yerde durmayın, altında kalırsınız!”
Durduğu yere göre ilk altında kalacaklardan biri bizim Hasan efendi olacak gibi...
* Dr. Bilge Kacar
++++++
MİNİ YORUM
Sivil gençler de sokağa inmesin...
Ahmet Altan, dün itirazımızı dile getirdiğimiz yazısında sık sık “milliyetçi-ülkücü irade” nin yeniden sokağa inmesinden duyduğu kaygıyı dile getiriyor, hatta bunun olmaması için tehditler savuruyordu. Bu duyarlılık abidesi adam; eylemlerinde kırılmadık cam, indirilmedik çerçeve bırakmayan sivil gençler için de aynı uyarıyı yapmayı düşünür mü acaba?