Paul, senin çocuk öldü...
Kenan Evren ölmüş... Aklıma önce Ali Bülent Orkan geldi. İdamı bir hafta ertelenince şunları yazmıştı rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na: “Çok sevinçliyim. Aldığım idam cezası 1 hafta ertelendi. Ben 1 hafta sonra öleceğim diye sevinmiyorum. Hatim indiriyordum yarım kalmıştı. Onu tamamlamaya fırsat kazandım ona sevindim!”
Dönemin Adalet Bakanı bile idamını durdurmak istemişti de Kenan Evren’den kurtaramamıştı Ali Bülent’i...
Sonra Mustafa Pehlivanoğlu: “Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Allah’ın huzuruna çıkacağım. Eğer benim günahım varsa Cenab-ı Allah’ın huzurunda çekmeye hazırım. Yok, bir yanlışlık sonucu ölümüme karar verenler, idam edenler Allah’tan bulsunlar.” Suçsuzum demişti de bir türlü dinletememişti kendisini. Askeri savcının “suçsuz” olduğuna dair yazdığı yazıya rağmen katletmişlerdi Mustafa’yı...
Belki de kâğıt yokluğundan veya cellatların acelesinden tek mektupla helallik isteyen Selçuk ve Halil’in mahzun bakışları geldi gözlerimin önüne...
Elazığ Barosu’nda kendisini savunacak avukat bulamayan Cevdet...
“Ve ben şimdi yaşamımın en güzel, en tatlı, en dinlendirici uykusunu uyuyabilirim” diyerek darağacına yürüyen Fikri...
Ve daha nicesi...
Kenan Evren ölmüş diyor ajanslar...
Tebessüm ettim. Cevdet, Ali Bülent, Fikri, Halil, Selçuk, Mustafa, Cengiz, İsmet ve Ahmet geldi aklıma.
“Hesap” dedim, nihayet hesap...
* * *
Sonra, 12 Eylül darbesinin karakterini gözler önüne seren, Türk siyasi tarihine de geçen CIA Ankara Bürosu şefi Paul Henze’e Beyaz Saray’ın verdiği müjdeli haberi hatırladım: “Paul, senin çocuklar başardı.”
Hatırlayınca gayriihtiyari boşluğa doğru seslendim...
“Paul, senin çocuk öldü”...
* * *
Arif Paşa’yı hatırlar mısınız bilmem.
Onu bir rahleye diz çökmüş, daha henüz aldığı, kendisi için hayırlı bulduğu bir habere sevinmeye fırsat bulamadan kabir ahalisine üzülürken buldum karşımda...
Halet Efendi’nin zülmünden “İllallah” eden, öldüğü zaman kabir ahalisinin durumuna üzülmekten kendi kurtuluşuna sevinemeyen Arif Paşa’yı rahlesine diz çökmüş o muhteşem beyti karalarken görüyor gibiydim:
“Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur,
Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur.”
* * *
Kenan Evren tek başına bir anlam ifade etmiyor. O eserleri ile değerlendirilmeli; her insan gibi.
Eser deyince aklınıza hemen Bodrum sırtlarında çizdiği “nü” resimleri gelmesin...
Yüzlerce kişinin kanı ile olgunlaştırdığı bir darbe.
Durdurmakla vazifeli olduğu siyasi çatışmaları seyrederek tırmandığı iktidar koltuğu.
650 bin gözaltı.
210 bin dava, 230 bin yargılanma.
7 bin idam talebi.
517 idam cezası.
49 idam...
300 kuşkulu ölüm...
İşkencelere dayanamayıp hayatını kaybeden 171 can.
1 milyon 603 bin fişlenen hayat.
Dönemin alamet-i farikası olan Filistin askısı, elektrik, falaka ve akla gelmeyecek değişik işkence yöntemleri.
Beslemektense asılan gencecik çocuklar.
Mamak, Ulucanlar, Metris, Diyarbakır...
Tüketilen bir nesil...
Hasılı Türk tarihinin en kanlı darbesi...
Kenan Evren denince ilk etapta aklıma gelen şeyler bunlar.
Bunların yanında...
1980’de bozulan ve o gün bugündür bir türlü dengeye kavuşmayan iç siyaset.
Topyekûn mağduru olduğumuz toplumsal depolitizasyon süreci.
Önünde düğme ilikleyip Paşalarının nü resimlerini temaşa eyleyen siyasetçiler.
Darbeciden şirin bir ihtiyar çıkartmak için Bodrum yollarında ömür tüketen gazeteciler...
Kişisel iktidarlarını tesis etmek için binlerce insanın ölümünü seyreden fukaradan da fukara “yok hükmünde” vicdanlar.
Benim aklıma bunlar geliyor...
* * *
Derler ki Mamak Cezaevi’nde işkenceleri ile meşhur C-5 hücrelerinin koridorlarında “Burada Allah yok! Peygamber izinde!” yazarmış...
O yazının yazılmasına sebep olan iklimin yaratıcısı muhtemelen neyin olmadığını, kimin izinde olduğunu an itibari ile idrak etmektedir.
Kenan Evren’e beddua etmiyoruz.
Çünkü beddua bizim inancımıza yabancı. Biz herkesin, er veya geç layığını bulacağına inanan bir inancın mensubuyuz.
Kısa ve öz: Hakkımız helal değildir.
Ruz-i mahşerde başının kalabalık olmasına bakmayacağız, sıramızı sabırla bekleyip hakkımızı alacağız.