Paris’e “Akil” büyükelçi
1970’lerin başında, Marsilya’da bir Ermeni papaz, görevli olduğu kilisesinin bahçesine “soykırım anıtı” diktirdi. Türkiye’nin Paris Büyükelçisi, Fransa Dışişleri Bakanı’nı arayarak, olayı kınadığını bildirdi. Sert tepki üzerine Bakan, Marsilya Vali’sine anıtı yıkması talimatını verdi; ancak “anıtın özel mülk”te olduğu gerekçesiyle vali bu talimatı yerine getiremedi.
Kısa süre sonra Marsilya Belediye Başkanı, “Anıtı yıkma girişiminden dolayı incinen Ermenilerin gönlünü almak için” bir anma töreni düzenledi. Törene bir Fransız bakanın da katıldığını öğrenen Türk hükümeti, Büyükelçimizi Ankara’ya çağırdı ve Fransa ile ilişkilerini altı ay askıya aldı.
Bu olaydan sonra Türkiye’nin Fransa’ya gönderdiği ilk Büyükelçi İsmail Erez’di. Erez ve makam şoförü Talip Yener, 24 Ekim 1975’te, Paris’teki büyükelçilik binası yakınlarında, Seine Nehri üzerinde pusuya düşürüldü, “Ermeni komandolar” tarafından otomatik silahlarla taranarak şehit edildiler.
Türkiye’nin Paris Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan, 22 Aralık 1979’da, yine “Ermeni komandolar”ca şehit edildi.
Türkiye’nin Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat Moralı ve din görevlisi Tecelli Arı, 4 Mart 1981’de, Ataşelik binası çıkışında araçlarına saldıran ASALA teröristlerince şehit edildiler.
24 Eylül 1981’de ASALA, Türkiye’nin Paris Başkonsolosluğu ve Kültür Ataşeliği’nin bulunduğu binayı işgal etti. 56 Türk’ü rehin alan ASALA militanları, güvenlik görevlisi Cemal Özen’i şehit etti, Başkonsolos Kaya İnal’ı yaraladı.
***
Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ettikleri için katledilen bu insanların, şehitlerimizin kanı değdiğinden, farklı bir “psikolojik misyon” la beraber algılanan “Paris Büyükelçiliği” koltuğu, 14 Nisan 2014’ten bu yana Hakkı Akil’e emanet.
Akil, makamındaki ilk röportajında, Hürriyet aracılığıyla “Ermeni açılımı” yaptı:
“Hiçbir önyargım yok. Patrick Deveciyan ile Ara Toranyan ile de görüşebilirim...”
***
Ara Toranyan, yukarıda sıraladığım katliamların faili ASALA’nın siyasi kolu MNA’nın lideri; PKK değil de KCK lideri gibi yani!
Defalarca itiraf etti:
“Sesimizi duyuramıyorduk. Başka seçeneğimiz yoktu. Türk devleti ve temsilcilerini hedef seçtik!”
***
Deveciyan’a gelince:
Bu cinayetleri işleyen katillerin, ASALA’nın avukatı.
Fransa’nın “Soykırım Yasası”nın mimarı.
Bulduğu her platformda haykırdı:
“Tehcir, Türk Devleti’nin, Ermenileri yok etmek için planladığı sistematik bir olaydı; soykırımdı.”
Deveciyan’ı da Öcalan’ın avukatlarından herhangi biri gibi düşünebilirsiniz; mevkidaşlar sonuçta!
***
Önyargı, peşin hüküm, yargısız infaz... Bence de hiçbiri “kabul edilebilir” tutumlar değil; bence de diplomasi ön yargı değil karşılıklı çıkar temelinde yükselmelidir.
Amaaaaa...
Merak ediyorum, Akil, haklarında “yargı” sahibi olmasını sağlayacak onca veri, delil, kanıt varken nasıl “önyargısız” yaklaşacak bu Türk düşmanlarına!
Anlaşılan yeni Paris Büyükelçisi ismiyle müsemma!
“Nasıl bir gemiymiş”
Balyoz hükümlüsü denizciler, ziyaretlerine giden CHP Milletvekillerine bir “lanet(!)”ten bahsetmişler. Dün Yeniçağ’da da, başka birçok gazetede de okumuşsunuzdur:
“Gediz fırkateyninde görev yapan 7 komutanın 6’sı, yani halihazırdaki komutan dışındaki bütün komutanları cezaevine girdi!”
Haberi veren gazetelerdeki başlıklardan biri “Nasıl gemiymiş”ti.
Anlatayım;
Yapımına 19 Eylül 1978’de başlanmış.
20 Ekim 1979’da tamamlanmış.
Aslen uyruğu ABD(!); 1977’de Todd Shipyards’a ısmarlanmış.
1 Eylül 2000’de Türk Deniz Kuvvetlerine verilmiş; donanmamızda, Amerikan Deniz Kuvvetlerinden devredilen Oliver Hazard Pery fırkateynlerden oluşan Gabya sınıfına dahil.
“Gabya”ların genel silah teçhizatı “Bir Mk-13 güdümlü mermi fırlatıcısı, (36 SM füzesi, 4 Harpoon taşıyabiliyor), bir 20 mm Phalanx kapalı sistem nokta savunma silahı, 76 mm MK75 Rapid Fire top, dört 12.7 mm, altı MG3 makineli tüfek, 37 G3 piyade tüfeği, altı torpido kovanı” ndan oluşuyor.
Bütün bu sayılar sizin için hiçbir şey ifade etmeyebilir ama zannettiğinizden de iyi tanıyorsunuz aslında Gediz’i.
Kim bilir kaç kere evinizde ağırladınız; bir “Vira Bismillah” dedi mi, vatanına, evine, yurduna, çoluğuna-çocuğuna en az 3-5 aylık hasreti garanti olan Gediz’deki askerlerimizi...
Kim bilir kaç kere “kendi evladınızmış gibi” dualar ettiniz, evlerine sağ salim dönebilsinler diye...
Karnı burnunda eşlerinin uğurlamasını, pusetteki bebeklerinin karşılamasını kaç kere burnunuzun direği sızlaya sızlaya izlediniz...
Ve göğsünüz kabardı kaç kere “kahramanlıklarını” işitince haber bültenlerinde:
“Panama bandıralı gemiye, deniz haydutlarınca RPG-7 roketatar ve makineli tüfeklerle düzenlenen saldırı, Aden Körfezi’nde bulunan Gediz fırkateyninin dinamik manevraları ve uyarı atışlarıyla önlendi sayın seyirciler...”
“Aden Körfezinde korsanlık yapacağı saptanan tekne, Gediz fırkateyninde görevli Türk SAT komandolarınca etkisiz hale getirildi sayın seyirciler...”
“Gediz fırkateynindeki SAT komandolarımız, Somalili korsanları yakaladı sayın seyirciler...”
***
“Okyanuslarda Türk bayrağını dalgalandırsınlar diye”, “gururumuzsunuz” nidalarıyla gönderdik...
“Kendilerine tevdi edilen bu şanlı ve tarihi görevleri” yerine getirdikleri sırada “kaçak”mışlar gibi “yakalama emri” çıkardık haklarında; “terörist” ilan ettik,
Madalyaydı hakları; prangayla karşıladık...
Barbaros’un torunları karaya oturdu;
Sayemizde!
Gediz böyle bir gemi işte!
Haydutların yapamadığını yapıp, cezaevine demirlettik “ileri demokrasi”, “yetmez ama evet” diye diye!