Paranoya, bölünme ve “evet”!
Başbakan, “Şüphesiz ki adım attığımız mini paket, bizim için önemli bir merhale, 2011’den sonra çok daha köklü anayasa değişikliğini milletimizden yetkiyi aldığımız zaman yaparız” diyor. Daha önceki konuşmalarından birisinde ise Başbakan, Türkiye için “başkanlık sistemi” nin dahi düşünülebileceğini, buna uygun bir anayasadan söz edilebileceğini söylemişti. Başbakan’ın sözlerinden 12 Eylül’de halk oylamasına sunulan anayasa değişikliğinin AKP’nin ideal anayasa talebi olmadığını gösteriyor. İktidarın şimdilik, bu kadarına gücü yetti ve bunu halkoyuna sunuyor. Seçimden sonra TBMM’de yeterli güçle AKP iş başı yaptığında anayasayı kökten değiştireceğini de vaat etmiş oluyor.
Referanduma götürülen anayasa değişikliği, halk oylamasını geçer, seçimden sonra da AKP, TBMM’de yeterli sayıya ulaşırsa, ortada ne “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ne de milli devlete vurgu yapan anayasa maddeleri kalacaktır!
Anayasaya uygun bölünme
12 Eylül’deki halk oylamasıyla yapılması düşünülen anayasa değişikliklerinin “demokratik açılımın hukuki zeminini yaratmaya yönelik” olduğunu AKP’nin tepe yönetimi zaten açıklamış bulunuyor. En azından yapısı değiştirilen Anayasa Mahkemesi “eyalet, federasyon, özerklik, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi vb..” adı altında getirilecek olan yeni idari yapının Anayasaya aykırı olmadığına karar verebilecektir. Daha açıkçası Anayasa Mahkemesi, Türkiye’yi bölünmeye götüren sürecin anayasaya uygun olduğuna karar verebilecektir. Böylece Türkiye’de anayasaya uygun bölünme dönemi başlamış olacaktır.
Nasıl bölünelim?
Önce şunu hatırlatmakta yarar vardır ki, Türkiye’deki “Kürtçü” ve yandaş neoliberallerin gündeminin özünde “nasıl bölünelim?” tartışması vardır. Türkiye’deki Barzaniciler, “demokratik” bir biçimde ayrışmanın alt yapısı oluşturulsun ve bölünme demokratik bir biçimde gerçekleşsin düşüncesindeler. Bu ekip ayrışmanın ve bölünmenin neden olacağı kayıplarını minimuma indirmeye çalışıyor.
Öcalan ve PKK ise Kürtlerin “barışçıl bir ortamda her gün bir ulus olarak eriyip yok olmaktansa, savaşla ve savaş içinde dirilmeyi” ilke olarak benimsemiştir.
Bölünme paranoya mı?
12 mili savaş nedeni olmaktan çıkarmayı düşündüğümüzü açıklayarak, sözüm ona “Yunanistan’ın ezberini bozduk”. Sümela’yı yılda bir kez de olsun ibadete açarak “Pontus” paranoyasını ortadan kaldırdık. Ortodoks dünyasının dört bir yanından gelen din adamlarının Sümela’daki ayinde Patrik Bartholomeos’un yönetiminde ibadet etmelerine izin vererek “Ekümenik” sendromunu attık. Akdamar kilisesini tamir edip, ibadet için Ermenistan’dan geleceklere de açarak “soykırım” takıntısını geçtik.
Şeyh Sait’in asıldığı meydanda anılmasına izin vererek “Kemalist” (!) takıntıları aştık! Seyit Rıza’nın heykelini dikerek “korku duvarını” geçtik. Bütün bunları aşıp geçerken Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir’in “bir bayrak yerine iki tane olsa ne olur” söylemine niçin takılalım?
Ancak “Bence Türkler ile Kürtler’in birlikte mi, yoksa ayrı ayrı mı yaşamak istedikleri saptaması referandum ile yapılmalıdır” ya da “birlikte yaşamak zorunda mıyız” sorularını soranların sayısı giderek artmaktadır. Daha da önemlisi, Türkiye’nin gündemini bugün PKK’nın bölünme projesi olan “demokratik özerklik” tartışmaları kaplamıştır. Bu duruma uygun bir anayasa değişikliğine “evet” demek, en azından Türkiye’nin bütünlüğüne katkı sağlamayacaktır!