Özkök ve Yalman yeniden sorgulanmalı
3 Kasım’da yeniden başlayan “Balyoz Davası” nda ünlü (!) tanıklar dinlendi, sahte dijital verilerin bilirkişi heyeti tarafından incelenme kararı alındı. Ve duruşma 3 Şubat 2015’e ertelendi. Bu davanın en başından beri peşindeyim. Emniyet soruşturması, savcı sorgulaması, hapishane, iddianame, duruşmalar, karar günü, Yargıtay duruşmaları kararı ve Anayasa Mahkemesi gibi tüm evrelerinin birinci derecede tanığıyım. Türkiye kamuoyu “ateş olmayan yerden duman tütmez” algısına büyük oranda inanırken itiraz edip, “bu bir komplodur!” dedik. Üstelik komplonun içinde askeri unsurların olduğunu “ağacın kurdu içindedir” özdeyişi ile yazdık. Her platformda dile getirdik. “Askeri vesayete son verme” adıyla CIA ve yerli taşeronlar tarafından uygulamaya konulan kumpasta korkaklar da piyon oldu. Sessizce seyredenler ise vebalin altında ezildiler. Lakin mağlubiyeti kabullenmeyenler henüz teslim olmuş değil. Başından beri kumpasın tetikçiliğini yapanlar son duruşma kararları ile telaşa kapılmış. Israrla bavulla servis edilen, kes yapıştır metodu ile yazılıp her yönüyle hukuka tecavüz eden iddianameye sarılıyorlar. Nazlı Ilıcak, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman’ın o dönem bazı gazetelere verdiği demeçleri yeniden gündeme getirip öküzün altında buzağı aramanın peşine düşmüş. Özkök ve Yalman’ı aslında tarih yargılayacak. Söz konusu haber ve röportajların kupürleri de iddianamenin kirli sayfaları arasında yer almıştı. Özkök ve Yalman son olarak “duymadıklarını, bilmediklerini” mahkeme huzurunda beyan ettiğine göre, söz konusu haber ve röportajların doğru olup olmadığını meydana çıkarmak için o günlerde bu yazanlar ile söylediği iddia edilenlerin de huzura alınıp sorgulanması gerekir. Aksi halde tıpkı bavulcular, tetikçiler gibi adı geçen röportajları yapanların da kumpasta görevli olduğu iddia edilir ki bunu yabana atmak mümkün değil.
Öte yandan Özkök ve Yalman’ın sözlerinin çarpıtılıp, çarpıtılmadığı ortaya çıkar. Böylece Özkök ve Yalman’ın da “TSK’daki tasfiye operasyonunda” dolaylı olarak görevli olduğu iddiaları gündeme gelir ki haksız sayılmaz. Dolayısı ile tarihinin en büyük tasfiyesine uğrayan Türk Ordusu’na kumpasın izleri meydana çıkar. Her şeyden önce Hilmi Özkök’ün son olarak sarf ettiği “Vicdanen rahatım. Çağırdılar koşa koşa gidip ifademi verdim” sözlerinin samimiyetine inanmadığımı belirtmeliyim.Yalman’ın da “Silah arkadaşlarım” hitabıyla beraber, “görmedim, duymadım, plan tatbikatı emrini ben verdim. İş yoğunluğum yüzünden izleyemedim” ifadelerini ise günah çıkarma olarak nitelendirmek durumundayım.
Sonuç olarak Özkök ve Yalman günün birinde öbür dünyaya göçtüklerinde “son Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş” gibi uğurlanmayacaklar. Işık Koşaner gibi saygınlıklarını koruyamayacaklar. İsimleri yıllar boyu iyi anılmayacak.
Gelelim son duruşmalarda niçin orada olmadığıma... Kartal Adliyesi İstanbul’un içinde. Üstelik mahkeme özel yetkili değil. Korku imparatorluğunun inşaa ettiği duvarlar yıkıldı. Sınıf arkadaşına hastane koridorunda selam verememe devri bitti. “Adı geçen davadaki çelişkileri yazarsam beni de içeri atarlar” endişeleri sona erdi. Meydan açık... Hava sisli ve puslu değil. Gerçek anlamdaki “vesayet” büyük ölçüde gevşemiş. İstikbal ile ilgili kaygıda rehavet var. Üzerine sağlık durumum da eklenince gitmedim. Kaldı ki ta başında; tutuklu sanıklar ve yakınlarına, “özgürlüklerinize kavuştuğunuzda artık beni göremezsiniz” demiştim zaten. Tutuklusu, ailesi, avukatları ve yakınlarıyla gerçek anlamda büyük bir aile oluşturmaktan keyif almıştım. Her şeyden önce gazeteci değil insandım. Kurumu tarafından görevlendirilen olayı yazmakla sorumlu olan çalışan yerine başından beri gönüllüydüm. Görev sürem sona erdi. Yoruldum... Üzüldüm... Böyle internetten, televizyon ve gazetelerden takip etmek de hoş... En azından Özkök ve Yalman’dan daha müsterihim. Okul ve silah arkadaşlarıma, mensubiyetiyle onur duyduğum milletime karşı bu davalar boyunca görevimi yerine getirebilmenin huzuru bana yetiyor da artıyor bile...