Özdalga'nın şikâyeti ve Enternasyonal!
AKP Milletvekili Haluk Özdalga, Sosyalist Enternasyonal’e eski partisi CHP aleyhinde bir mektup göndermiş. Bu mektupta CHP’yi ve Deniz Baykal’ı Sosyalist Enternasyonal’e şikâyet etmiş. Deniz Baykal ve CHP’nin “Türkiye’de var olan en tehlikeli demokrasi ve reform karşıtı güçlerden birini temsil ettiğini” ileri sürerek “demokrasi ve özgürlüğün arsız muhalifleri” ne Sosyalist Enternasyonel’de yer verilmemesi gerektiğini yazmış.
Sosyalist, enternasyonalist ve bilumum dışarıda ikame edilen yaklaşımlara karşı olan herkes böyle bir toplantıda CHP’nin yerinin olmadığını düşünebilir. Ama bunun Haluk Özdalga’nın ortaya attığı gerekçelerle ilgilendirmez.
Kaldı ki Haluk Özdalga yılların CHP’lisidir. Kendileri Bülent Ecevit’in bir ara danışmanlığını da yapmış birisidir. Hem CHP hem de DSP hakkında her türlü bilgiye sahiptir. Kökten solcu sonradan da AKP’li olmuştur. Yıllarca mücadele ettiği parti ve birlikte çalıştığı insanları bir anda “demokrasi ve özgürlüğün arsız muhalifi” olarak tarif etmesi de her şeyden önce etik değildir. Yılların solcusu bugünün AKP’lisi olan Haluk Özdalga resmen CHP’yi bir uluslararası platform olan Sosyalist Enternasyonal’e şikâyet etmektedir. Sosyalist Enternasyonel’in şikâyet mercii olmadığını bilerek bunu yapmıştır. Özdalga’nın Türkiye’deki iktidar ve muhalefet arasındaki rekabet ve çelişkiye uluslararası bir kuruluşu da dahil etmesi vahim bir durumdur. Kaldı ki kendisi iktidar partisinin milletvekili olarak ülkenin ana muhalefet partisi hakkındaki yargılarının fazlaca ciddiye alınamayacağını bilmesine rağmen bunu yapmaktadır.
Sınıf atlayanların, kamp değiştirenlerin ve dönenlerin her zaman kraldan fazla kralcı kesildikleri bilinmektedir. Eski parti ya da fikirlerinden vazgeçenler yeni partilerinde kendilerini kabul ettirmelerinin yolunun eski mazilerini mahkûm etmekten geçtiklerine inanırlar. Sonradan hidayete erenler intisap ettikleri inançların en ateşli savunucuları kesilmeleri bundandır. Bunun Türk siyasi hayatından çok fazla örneği vardır.
Bu durum parti değiştirenlerin yalnız ceylan derili bir koltuk edinmediği aynı zamanda bir zihniyet de değiştirdiklerini gösterir. Bilindiği gibi AKP’nin yönetim eliti Türkiye’yi dışarıdan yönetmeyi ve yönlendirmeyi bir yöntem olarak benimsemiştir. Dahası bu zihniyetin bazı temsilcileri Amerikalılara “bizi süpürmeyin, kullanın” diyecek kadar işi ileriye götürebilmektedir.
Türkiye’deki iktidar, Dünya’ya Türkiye’den değil; Türkiye’ye Dünya’dan bakan bir zihniyeti temsil etmektedir. AKP halktan yüzde 47 gibi büyük bir destek almıştır. Alınan onca desteğe karşın, bu zihniyet halkın desteğinin Türkiye’yi yönetmek için yeterli olmadığını düşünmektedir. Bu nedenle de sürekli olarak AB’nin, ABD’nin ve uluslararası kuruluşların desteklerini talep etmektedirler.
Demokrasi demek ben demek!
Bu zihniyet sahipleri kendi ülkelerine yönelik olarak tehdit ve şantaj nitelikli Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi kararını destekleyebilmektedir. “Önce vatan” ve “Önce ülke” gibi söylemlerin bu tür zihniyet sahiplerinde “önce de, sonra da partimiz” anlayışına dönüşmüştür. Onların sözünü ettikleri “demokrasi” ve “özgürlük” ABD’nin Irak’a götürdüğünü iddia ettiği demokrasi ve özgürlük anlayışıyla bire bir örtüşmektedir. Zira demokratik kültürde yalnız yandaşlara değil karşıtlara da yaşam hakkı tanınır.
Kendilerini demokrat ve özgürlükçü, karşıtlarını ise “demokrasinin arsız muhalifi” olarak nitelemek tam anlamıyla ideokrat bir tutumdur. “Devlet demek ben demek” sözü ne anlama geliyorsa “demokrasi demek ben demektir” sözünün de aynı anlama geldiğini bu çokça sosyalleşmiş demokratların bilmesi gerekiyor.
Diğer yandan da iktidarda kalmayı yabancı dayatmalara, yabancılara çıkar sağlamaya ve bunun karşılığında onların desteğini almaya bağlayan bu zihniyet sahiplerinin en son bahsedecekleri kavram milli egemenliktir. Onların söylediklerinin değil ama yaptıklarının evrensel güçlerin egemenliği anlamına geldiğini her fırsatta uluslararası kuruluşlara yaptıkları çağrılar ve sağladıkları imkânlar kanıtlamaktadır.