Oy ver, bölünsün Türkiye!..
Bir de soruyor:
“Doğu’da, Güneydoğu’da neler oluyor?..”
Nasıl anlatmalı?..
Hâlâ anlamadıysa...
***
Dili ayırdılar...
Tabelaları Kürtçe yazdılar...
Bayrakları astılar...
Sınırın “Sivas’ın ötesi” olduğunu ve kendisinden başka kimsenin oralara gidemediğini zaten Başbakan söylüyor...
“Ateşkes” anlaşması bile yapabiliyorlar Türkiye Cumhuriyeti ile...
Daha ne kanıt lazım?..
***
Aslında hüzünlü bir hikâyesi var bunun... Önce bölünmeye karşı çıkacak kim varsa ortadan kaldırdılar:
- Bölünmez bütünlüğü savunan aydınları topladılar...
- Tepki gösterebilecek medyayı bitirdiler...
- Yargı kenara itildi...
- Ordu susturuldu...
- Komutanlar hapiste...
- MHP kalmıştı sorun çıkartabilecek, içte seçime günler kala kasetlerle ülkenin üçüncü partisini imha ediyorlar...
***
Türkiye’yi paylaşıyorlar aslında...
- Kürtler “Kürdistan” diyor...
- ABD, bölgede ikinci bir İsrail istiyor...
- AKP ve Hoca Efendi’ye de Türkiye’nin kalanı düşüyor...
Örtüşüyor çıkarları...
Üçü el ele...
Hep birlikte...
***
Bu seçimler sıradan değil...
Geçiniz; rejimin vaziyeti, hukukun hali, laikliğin tarifi, yaşam biçimi, anayasanın bilmem hangi maddesi...
Tüm bunların ötesinde bir tarihi soruya yanıt olacak bu seçimler:
Türkiye bölünsün mü?..
Bölünmesin mi?..
***
Sen bilirsin artık Türkiye...
Göz göre göre...
Olanları bile bile...
Sadece o “açılım” sonundaki rezillik bile yeterdi ya, aklın başına yine de gelmediyse...
Ne yapabiliriz biz?.. Ne?..
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Silivri özel hapishanesi
Milliyet Gazetesi Yazarı Derya Sazak; Kılıçdaroğlu’na, seçimlere kadar geçecek üç hafta içinde sonuçları etkileyecek radikal bir çıkış, bir gelişme bekleyip beklemediğini sordu. CHP Lideri bu soruya; ’Hayır bizde öyle bir beklenti yok’diye cevap verdi. Bunun üzerine ben; ’Seçim öncesinde kamuoyunu etkilemek adına bir generalin daha tutuklanmasını beklemiyor musunuz’diyerek araya girdim. Bu sözler üzerine CHP Lideri gülümseyerek, ’Eğer ayağa kalkmayan birisi Silivriye’ye atılıyorsa o da olabilir. Silivri, Sayın Başbakan’ın özel hapishanesi’dedi.
MİT’e talimat vermemiş
Kılıçdaroğlu; ’MHP kasetleri ile Baykal kasetleri sizce aynı organizyonun işi mi?’sorusuna da şu cevabı verdi: ’Bir organizasyon olduğu kesin zaten, ama samimi söylüyorum, aynı kişiler mi, değil mi, onu bilmiyoruz. İlk kaset olayı ortaya çıktığında Başbakan (MİT’e, emniyete talimat verdim) demişti, MİT’e talimat verilmediği ortaya çıktı. Ayrıntılara girmekte sakınca görüyorum, ama bana gelen bilgide Başbakan’ın öyle bir talimat vermediği anlaşılıyor. Oysa bilgisayar, internet parmak izi gibi, istenirse yapanlar bulunabilir aslında. Bir ara Deniz Baykal kasedini beni ziyarete gelen yeni MİT Müsteşarı’na da sordum. Bu işi yapanların niçin bulunamadığını sormuştum ama doyurucu bir yanıt alamadım. Sanırım 4-4,5 ay önceydi.’
CHP Lideri; dikkat çekici bir tespit daha yaptı ve dedi ki: ’Faillerin bulunmaması AKP’nin bu işin içinde olduğunu gösteriyor. Tabii siyasi parti olarak değil de, AKP içindeki bazı kişiler olarak söylüyorum.’
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Asillerin izin verdiği yere kadar
Kaset skandalı, devletin ve yargının eli böğründe seyirci kalmasıyla sürüp gidiyor.
Kimileri, olaya bizim gibi umarsızlık tanısı koymuyorlar. Onlara göre, devletin (hem de birden fazla devletin) bizzat dahli vardır komploda, şantaj
görüntülerinin yayımladığı siteleri kapatmayıp seyirci kalan yargı da düpedüz suç ortağıdır.
Böyle bir yargıya varacak kadar ileri gidemiyorum.
Ama bu görüşü ileri süren çevrelerin ileri sürdükleri gibi, oyunun iğrenç olduğu savına katılıyorum.
Bu iğrenç oyun nereye kadar sürecek?
Vekillik yarışının galiplerini belirleyecek olan “asil”lerin izin verdiği yere kadar.
Ali Sirmen / Cumhuriyet
+++
Başbakan kimi kime şikâyet etti yine?
Başbakan Erdoğan hafta sonu Hakkari’ye gitmişti. Yanında 1000’in (yazıyla bin) üzerinde koruma. Ama ne çare ki meydanda 300-400 kişi. Yani koruma ordusu daha büyük. Bütün dükkânlar kapalı, şehirde ölüm sessizliği var.
Çünkü PKK halka haber salmış, bütün dükkânlar kepenk indirecek, kimse mitinge gitmeyecek, sokağa bile çıkmayacak. Hakkari halkı da ama korkudan ama gönüllü bu çağrıya uymuş.
Başbakan kürsüde çok öfkeli. “Böyle demokrasi, böyle mücadele olmaz” diyor.
“Kepenk kapatılmadı, kapattırıldı” diyor.
Hepsi doğru olabilir.
Ama şaşırtıcı olan şu; Başbakan kimi kime şikâyet ediyor? Kendisi hükümetin başı. İçişleri Bakanı onun bakanı. Valiyi emniyet müdürünü kendi hükümeti atadı. Jandarma komutanı da kendi bakanına bağlı.
Eğer şu 780 bin kilometrekarelik ülkenin herhangi bir noktasında devlete rağmen kepenkler kapatılıyor, halk sokağa çıkma yasağı ile karşılaşıyorsa, sorumluluk herhalde hükümetindir. Erdoğan anlaşılan 9 yıldır iktidarda olmaya bir türlü alışamadı hâlâ muhalefet lideri gibi konuşuyor. Üstelik Kılıçdaroğlu dün Hakkari’ye gitti, ne kepenkler indi ne de sokaklar kapalıydı. Sokaklarda Hakkarililerle görüştü, sohbet etti.
Can Ataklı / Vatan
+++
Yeni muktedirlerin demir yumruğu
Ne garip tecellidir ki, AKP’nin içinden geldiği siyasi gelenek, öteden beri, ’iktidar’olduğu halde, askeri-sivil bürokratik vesayet yüzünden ’muktedir’olamadığından yakınmıştır. Türkiye’nin demokratları, bu yakınmanın sadece ’askeri-sivil bürokratik vesayet’e karşı oluşu ile ilgilendiler, bu karşı oluşu, sadece demokratik bir imkân olarak görmekte ısrar ettiler. Oysa, sağ-muhafazakâr siyaset yakınmasının önemli bir boyutu da, ’tam anlamıyla muktedir’ olmak özlemi idi.
Bugün daha iyi anlaşılıyor ki, sağ-muhafazakâr siyaset, bunca zamandır vesayet sistemi yüzünden iktidarlarını yeterince sivil demokratik bir zeminde kullanamamaktan değil, vesayet sisteminin mutlak iktidar olmaları önünde engel olmasından yakınıyordu. Bu engel büyük ölçüde ortadan kalkınca, yeni muktedirlerin demir yumruğunun altında kaldık. Türkiye’nin son ’demokratikleşme’serüveninin sonunda aldığımız acı ders bu oldu.
Sağ-muhafazakârlar, sonunda çok özledikleri ’muktedir’olma imkânına kavuştular, ama demokratik iktidar olma şansını tümüyle yitirdiler.
Nuray Mert / Milliyet
+++
Toplum mühendisleri eskiden kurşun kullanırdı...
Türkiye eskiden suikast haberleriyle çalkalanırdı.
Siyaseti “dizayn etmek” isteyenler, aydınları, yazarları, sendikacıları, politikacıları haince kurulmuş pusularla öldürürlerdi:
***
Günümüzde siyasal suikastlar, artık özel hayatlara girilerek alçakça oluşturulan görüntü kayıtlarıyla düzenleniyor:
Önce tam referandum öncesi CHP Genel Başkanı...
Şimdi de tam seçim öncesi MHP yöneticileri ve milletvekili adayları.
Görüntü kaydı kurbanı olmayan tek parti, iktidardaki AKP.
Ne hikmetse bu “görüntü kaydı suikastları” hep kritik zamanlarda AKP karşıtlarına düzenleniyor ve iktidarın işine yarayacak çalkantılara yol açıyor.
Ama bütün toplumsal ve siyasal olaylar gibi, suikastlar da kimi zaman beklenmedik sonuçlar, CHP örneğinde gördüğümüze benzer, amaca ters neticeler verir.
Ve bütün pusular gibi, bir gün bu tuzağı kuranları da pençesine alır.
***
Bakıyorum zamanında “derin devletin” yaptığı düzenleme çabalarını (haklı olarak) eleştiren sözde liberallerden bugünlerde pek ses çıkmıyor.
Hani “Özel yaşamın dokunulmazlığı” ?
Nerede kaldı “İnsan hakları”?
Ya “Demokrasi”?
Ya “Temiz siyaset” ?
***
Eskiden “Faili meçhul cinayetler” vardı...
Günümüzde “Faili meçhul görüntü kayıtları” var!
***
Gün gelir, bu “Faili meçhuller”, yapanlar dahil, herkesi pençesine alır...
Gün gelir, iktidarlar değişir...
Gün gelir, “Faili meçhuller” aydınlanır!
Emre Kongar / Cumhuriyet
+++
Hoyratça tecavüz sürüp gidemez
Seçimin namusundan her zaman şüphe duyulduğu, oy pusulalarının çöplüklerden toplandığı, seçmen sayısının akıl dışı iniş çıkışlar gösterdiği bir ülkede, insan fazla ümitvar olamıyor.
Ama özel hayatlara hoyratça tecavüzler yine de böyle sürüp gidemez.
En masumumuz, ihmalden kusurludur. Sorumluların bir numarasında da elbette iktidar var. Çünkü 9 senedir ülkeyi AKP yönetiyor. Tüm bürokrat koltuklarında da onların atadığı kişiler oturuyor. Sevapları sahiplenip günahları ortada bırakamazsınız.
Siyaseti rezillikten kurtarmak istiyorsak iktidar ve muhalefet çabalarını birleştirmek zorundadır. İktidar sözcüleri röntgencilerle Ergenekon arasında bağ kurarak muhalefeti tezgâhın merkezine oturtmaya uğraşıyor.
Güngör Mengi / Vatan
+++
Güçlü ve güçlüler!
Başbakan YGS’deki şifre ve kopya iddialarıyla haber yapan Abbas Güçlü arkadaşımızı inanılmaz cümlelerle tehdit etti bir televizyon programında...
“Görevlendirme var, görevlendirenler de belli’
”Gelecekte bedelini çok ağır ödeyecekler. Gibi ağır ifadeler kullandı...
Başbakan bütün devlet imkânlarını elinde tutan kişi... Gazeteci ise kaleminden başka varlığı olmayan bir emekçi... Üstelik kopya kuşkuları bizzat ÖSYM Başkanı’nın ifadelerinden doğdu... Gazeteci yanlış yazıyorsa mağdurlar düzeltme gönderebilir. Dava açabilir. Güçlüler bu ülkede neden hukuku bir kenara itip kişisel hesaplaşmaya özeniyor?
Melih Aşık / Milliyet
+++
Röntgene dur de
İletişim teknolojisi, özel hayatın mahremiyetini bozmaya endekslenmiş bir hal aldı. Günlerdir kaset skandalıyla uğraşıp duruyoruz... Telefonlarımıza gelen mesajlarla şimdi bunun da ilerisine gidildiğini öğreniyoruz: Birileri bize, telefon sinyalini takip modeliyle eşimizin, sevgilimizin nerede olduğunu öğrenmemizin çok kolay olduğunu anımsatıp duruyor! Üstelik bunu yapanlar, illegal örgütler değil, yasal şirketler! Hepimizin içine kuşku tohumu serpip, bundan para kazanıyorlar. Bu da bir tür röntgencilik değil mi? Ve bu röntgene dur diyecek bir Allah’ın kulu
yok mu?
Mustafa Mutlu / Vatan