Osmanlı'ya bakış
Geçtiğimiz haftalarda Başbakan’a açılan “Son Osmanlı Padişahı” pankartı ile basında ‘Osmanlı’ tartışmasına tanık olduk. Bu tartışma bana “Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı” kitabını anımsattı. Bu eser değerli düşünür Nevzat Kösoğlu’nun çalışması. Ve bir Ötüken yayını. Bu kitabı yıllar önce okumuş ve çalıştığım dergide tanıtmıştım.
Her ne kadar eserin adı “Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı” olsa da, olaylara ve tarihî kültüre bakıştaki felsefi derinlik, bu eseri farklı kılmaktadır. Yine bu eserde ‘nostaljik’ bir arayış, bir başka deyişle “nerdesin ah Osmanlı” gibi bir iç geçirme yoktur. Şu yaşadığımız devrin olağan kimi düzensizliklerine bakıp da; hiç irdelemeden; hiç zaman hesabı yapmadan ve özellikle ‘kültür değişmesi’ gerçeğine hiç dikkat etmeden Cumhuriyet’ten ‘intikam’ alırcasına, kabaca bir ‘Osmanlı ikâmesi’ -Kösoğlu’nun deyimiyle- ‘ceseti yaşatma’ gayreti, bu eserde yoktur... Ama bu eserde, ‘köksüzlük’ de yoktur! Bir ‘cesedin’ diriltilemeyeceği gerçeğinin kabulü yanında, insan, kültür ve genel Türk Tarihi’nin yansız bir değerlendirmesi vardır.
Kösoğlu’nun o görkemli ince üslubuyla anlattığı gibi; kuşkusuz, Osmanlı bizim tarihimizdir. Bunu reddetmek, tarihî sürece aykırı olması yanında, Türklüğün elinde de değildir. Şöyle yönetmiştir; böyle yönetmiştir. Orasını, zaman kaydırması yapmadan, çağına göre, kıyasıya tartışırız. Nitekim tarihi değerlerle beslenmeme karşın, “Osmanlı’nın Arka Bahçesi” ile Osmanlı’ya yoğun eleştiri getiren yazarlardan birisiyim. Ama bu eserim, Osmanlı’yı tümüyle bir dışlama değil; çağına göre bir ‘zihniyet’ eleştirisidir; özellikle Türklerin devlet yönetimdeki acıklı durumunu saptamaktır. Bir başka deyişle “N’ola öyle olmasaydı... Ah Osmanlı öyle yapmasaydın” gibi, bir gönül sızısının anlatımıdır. Gerçek şu ki; Batı Türklüğünü 623 yıl Osmanlı Devleti yönetti. Kültürümüzün altyapısında bu yönetimin belirgin izleri vardır ve bunu yadsıyamayız. Türklüğün varlığını ve esenliğini isteme duygusunun; 623 yıllık bir tarihten alacağı dersler kuşkusuz vardır.
Doğru olan; tarihteki olayları -devrine göre- eksiklerini, yanlışlarını yansız biçimde topluma sunmaktır. Bilimsel yaklaşımdan uzak; methiye üzerine kurulu bir tarih anlayışının topluma yarar getirmeyeceği de bellidir. Geçmişe takılıp kalamayız. Çünkü, “Dünkü gün gitti cancağızım, bugün yeni gündür; yeni şeyler söylemek lazım...” Geçmişten ders alıp geleceğe bakmak gerekiyor. Pekiyi, geçmişe takılıp kalırsak ne olur? Şu olur: Kimimiz “Osmanlı dönemi” nde yaşar; kimimiz “Asrı Saadet” te, kimimiz de “Göktürkler çağında”... Ve böylece beyinlerde ‘gettolaşma’ başlar. Toplumda ‘ötekiler’ çoğalır. Davranışlarımız değişir; sözgelimi, yaşayan Anadolu insanının cânım türküleri dururken, resim sergilerini ‘Mehter Marşları’ ile açarız! Zaman tünelinden çıkamayız; Veysel, iki adım ötedeyken 13. yüzyıldan gönül dostu getirmeye çalışırız; “Nerde benim Mevlana’m? Nerde benim Yunus’um?” gibi firaklı nutuklar atarız...
Kösoğlu’nun eserinde ‘Yaşasın Osmanlı!’ gibi algılanacak, sloganvari bir yaklaşım hiç yoktur. Elbette, cesedi diriltmeye çalışmak boşuna çabadır.
İLİŞTİRİ: Geçtiğimiz hafta feci helikopter kazasında yaşamlarını yitiren başta Muhsin Yazıcıoğlu olmak üzere, diğer beş kardeşimize ulu Tanrı’dan bağışlama diliyorum. Durakları uçmak olsun.