'Osmanım'a tahliye, 'Mehmedim'e müebbet
Önce bu yazıyı nerede ve nasıl yazdığımı söylemeliyim; hayli kolaylaştıracaktır anlamanızı:
Silivri sahilinin bilmediğimiz bir yerindeyiz… Biber gazı etkisinden kurtulmaya çalışırken kendimizi bizimle aynı durumdaki insanların trafiği kilitleyerek mahsur kaldığı ara sokaklarda bulduk. Ne ileri gidebiliyoruz, ne geri. Yazlık sitelerin bahçelerine dalıyoruz; tarlalara; kumsaldan bile sürdük otomobili; düşünün güneşlenen insanların arasından… Yok, yok, yok. Dönüyoruz dolaşıyoruz bir yanımız biber gazı, bir yanımız dahiyane biçimde 'güvenliğimiz'den sorumlu kimselerin anıza gaz bombası atmalarıyla oluşan yangın.
Baygınlık geçirmek ile cinnet geçirmek arası bir yerde, ilk gördüğümüz teyzeye 'evinize alır mısınız bizi' dedik;
'Bizden zarar gelmez, birimiz gazeteciyiz, birimiz avukat…'
Aldı sağolsun Hayriye teyzemiz.
Hem de 'size yardım etmek bizim görevimiz' diyerek aldı.
İşte o teyzenin evinde; onun ülkesi için sarf ettiği 'ah'lar, 'vah'lar eşliğinde yazıyorum bu satırları.
Dışarıdan siren sesleri geliyor… Megafonla yapılan uyarılar… Ellerinde süt, limon, yüzünde gaz maskesiyle kaçışan kadınlar, kızlar, gençler, yaşlılar… Eee? En son 'adalet'i bekliyorduk biz Silivri'de? 'Sistem', hedeflerine 'cebir ve şiddet'le ulaşmaya çalışanları cezalandırıyordu hani?
Bu kimin kime şiddeti;
Hiiiç 'hukuk sopası' demeyin, inanmam. 'Hukuk' silah gibi kullanıldığında yüreğimizi yakar belki de memleketin toprağını, tarlasını üstelik de insanlar varken içinde ateşe verir mi?
***
Günün bize ilk öğrettiği:
Yazın, çizin, yıllarca emek verin, toplumu 'aslında ne olduğundan' haberdar edin, bu nedenle yığınla bedel ödeyin; hiçbir kıymeti yok. 'Gazeteciden' sayılmanız için ille de bürokratik bir tescil gerekli.
Sırf bu ucube yaklaşımdan dolayı; Silivri sürecini en yakından takip eden gazetecilerden Yavuz Selim Demirağ -en azından bu yazının yazıldığı ana kadar- giremedi mahkeme salonuna. Gazeteciliğin yargılandığı odatv davasının sanığı Barış Pehlivan 4 saat zorladıktan sonra girebildi; o da güç bela.
Yalçın Bayer, Mustafa Mutlu, Müyesser Yıldız, Barış Terkoğlu, Nedim Şener, Orhan Bursalı, Banu Avar, Mehmet Faraç, Ümit Zileli, Kadri Gürsel, Yazgülü Aldoğan… İçeri girebilen gazeteciler arasında.
Salondaki gazeteciler onlardan ibaret değil tabii:
Güler Kömürcü var mesela, Mustafa Balbay, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, Tuncay Özkan, Turan Özlü… Ama onlar bizden farklı olarak basına değil 'sanıklara' ayrılan alandalar.
Hem Metin Feyzioğlu başkanlığında Türkiye Barolar Birliği, hem Ümit Kocasakal başkanlığında İstanbul Barosu çıkarma yapmış Silivri'ye. Sanık avukatları müvekkillerini, Barolar da avukatları savunmak adına toplanmış burada.
Gerek var mı diye sorarsanız;
Evet en az sanıklar kadar avukatlar da savunmaya-korunmaya muhtaç durumdalar.
İlk görev:
Avukatların ayakkabılarına kadar soyularak aranmasını öngören talimatı geri çektirmek.
***
Dönemeyişimizi anlattım az buçuk da nasıl gittik peki?
E-5'ten itibaren 'vah benim ülkeme' diyerek!
Otobanda Antalya'dan, Ankara'dan, Samsun'dan gelen sıra sıra otobüsler… İnen/indirilenler saman sarısı tarlalara vurmuşlar kendilerini 'bir yol arıyorlar'!
Ama önlerinde TOMA'lar, evlatları, torunları yaşındaki 'emir erleri'nden barikatlar. Polise, askere bakınca içim ürperdi; tam teçhizatlılar, her an savaşacak gibi… Dün sorduğum sorunun tekrarı olacak ama;
Kiminle?
Otoban kenarından gidenler, araçtaki basın kartını görünce 'onları çıkarın' diye sesleniyorlar. Tek başına bu bile; 'tahliye/beraat' talebinin adalet sistemine değil de biz gazetecilere yöneltiliyor olması bile gösterge:
Ters giden bir şey var!
'Cezaevi kampüsü'ne dönen yol ağzında 'dur' diyorlar.
'Basın' diyoruz.
'Olsun dur'.
'E ama daha kilometreler var…'
'Jandarma arkadaşlar sizi bırakırlar!'
Jest görünümlü engelleme oluyor herhalde bu da...
Tam o sırada baro çıkartmalı 'sivil' bir araç yanaşıyor yanımıza; bildiğin 'otostop' valla bizimkisi;
'Gazeteciyiz, aracımızı içeri almıyorlar, biz de gelsek…'
Av. Yusuf Kuvvet'in kaptan şoförlüğünde varıyoruz salonun önüne.
Kuyruktu… Karttı… Üst aramasıydı…
İçerdeyiz sonunda.
Hissetmenize yetmiştir; önce zorlu bir psikolojik savaştan geçmeniz gerekiyor; öyle kolay değil Silivri'de 'hükümle vuslat'.
***
Dakika bir, avukat-mübaşir tartışması bir:
Avukatlarla mübaşir arasında sandalye krizi yaşanınca Metin Feyzioğlu öyle bir bağırıyor ki; salonun ta öbür ucundaki Avukat Ali Rıza Dizdar'dan geliyor bomba:
'Yapmayın, korkup gelmeyecekler!'
Gönderme heyete.
Başkalarına yapmayın diyor, ama Dizdar da durmuyor 'çArşı' ruhunu getiriyor. Salonun karşılıklı iki tribününde oturan avukatlar tezahürata başlıyor:
- Siyah!
- Beyaz!
***
Ve sanıklar… Hurşit Tolon, İlker Başbuğ, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal birlikte, arka arkaya giriyorlar; alkış kıyamet.
'Gururumuzsunuz' diye bağırıyor biri.
Mustafa Mutlu, Tuncay Özkan'a sesini duyurmaya çalışıyor:
- Tuncay merak etme, Nazlıcan burada…
CHP Milletvekili Süheyl Batum çok uğraşıyor Nazlıcan'ı salona sokmaya, ama yok; kapıdaki jandarma çekip çıkarıyor genç kızı dışarıya… Çok sonra gazeteciler kalkan oluyor da öyle tanık olabiliyor Nazlıcan babasının dolayısıyla onun ve bütün ailesinin 'yarın'ını şekillendirecek karara.
Ailesini göremese de meslektaşlarıyla buluşmaktan mutlu Mustafa Balbay. Aradaki mesafe hayli uzun, yüzünde her zamanki huzurlu tebessüm, avazı çıktığınca bağırıyor:
'Biz bu davayı halkla kazanacağız dedik; halka kapattılar. Biz kendimizi halkın adaletine teslim ediyoruz. Halkı bu salondan kopardılar, ama başaramayacaklar. Sıcak bir sonbahar geliyor, herkes hazırlansın. Bu dava bitmiştir. Siyasidir. Her şey ortaya çıktı. Saklamaya çalışıyorlar. Buna da izin vermeyeceğiz. Biz hükmü merak etmiyoruz. Bu hüküm milletin değil; kendilerinin değil. Kabul etmiyoruz. Yarın 6 Ağustos'ta yeni bir mücadele başlayacak…'
Sanık sıralarından bir başka ses:
'Biz yatmaya razıyız. Hazırız. Yeni Anayasa'yı imzalamayın. Biat etmeyin. Bizi pazarlık konusu yapmayın…'
Mehmet Haberal da Balbay gibi gülümseyerek girdi içeri. Dakikalarca el salladı, herkesi selamladı. Haberal'ı yalnız bırakmayanlar sadece CHP'liler değildi; MHP eski milletvekilleri Deniz Bölükbaşı ve Metin Çobanoğlu'nun manevi desteği de onunla birlikteydi.
***
Osman Yıldırım ve Alparslan Arslan diğer sanıklardan ayrı olarak, çok sayıda jandarmayla çevrelenmiş halde sokuluyor salona. Arslan salona girdiği andan itibaren bulduğu her fırsatta küfürlü sloganlar atmaya çalıştı, ama jandarmalar anında kapattı ağzını.
***
Saat 12.25 heyet salona girdi.
Avukatlarla sanıklar arasındaki 'jandarma kalkanı' takviye edildi. Avukatlar 'mahkemenin aleniyetini bozduğu' gerekçesiyle bu duruma isyanda!
CHP Milletvekili İsa Gök tepkili:
'Mahkemeler millet adına karar verir. Milletten kaçarak karar veremezsiniz. Avukatları ve sanıkları 3.5 saat bekleterek, saygısızlık yapamazsınız…'
Gök ile heyet arasında duvar var sanki; çarpıp geri dönüyor gibi sözleri…
Mahkeme Başkanı'nın avukatların itiraz ve taleplerine verdiği tepki ilginç:
- Onu boşverin…
'Boşverin' dediği 'detay'ların kaç kişinin 'hayatına' mal olduğunu düşününce…
Hele Avukat Hasan Basri Özbey'in salonda olmadığı halde salonda olduğunun kaydedilmesine yapılan itiraz üzerine 'Olabilir, sonra zabıtta görülür' demesi; kötü bir şaka gibiydi.
Var olanın yok sayılması, yok olanın var sayılması 'olabilir' bir şey bu yargılamada demek ki.
***
Hükme geçildiğinde ayaklanıyor bütün avukatlar; sıranın üstüne çıkan da var. 'Savunma onurumuzu ayaklar altına aldırmayız' diyen de… 'Kışlaya döndü' diye bağırıyor bir avukat önlerine asker yığınağı yapılmasına; sonra hep beraber o bildik slogan:
'Mustafa Kemal'in askerleriyiz…'
Birçok avukat 'Dinleyip de ortak olmayın hükme, meşrulaştırmayın' diye salonu terk etti ama tam da bu sırada CHP Milletvekili İlhan Cihaner araya girdi:
'Bu noktaya gelene kadar neredeydiniz… Baştan girmeyecektiniz...
Hüküm açıklanmaya başlandıktan Öcalan'ı sorgulayan komutan Hasan Atilla Uğur Türk bayrağı çıkardı; anında müdahale… 'Türk bayrağını yırtamazsınız' tepkileri yükseliyor haliyle…
Doğu Perinçek bağırıyor:
'Çıkın, dinlemeyin…'
Soğukkanlılığını kaybettiği nadir anlardan biri; kendisi gibi sanık olan oğlu Mehmet Perinçek sakinleştirmeyi denese de, engelleyemiyor; ona da ivedi müdahale!
Sonuçta Perinçek çıkarılıyor salondan…
Tekerlekli sandalyedeki Arif Doğan'ın bitmeyen haykırışları diğer bütün sesleri bastırıyor bir an:
'21 yıl PKK ile mücadele ettim. Ben mi buna layığım PKK mı?'
Kuddusi Okkır'ın eşinin feryadı takip ediyor Doğan'ı:
'Kuddusi Okkır'a neden ölüm cezası verdiniz? Neden öldürdünüz onu?'
'Müebbet' hükmünü dimdik dinleyen İlker Başbuğ kendisine kesilen cezayı duyduğunda değil de Osman Yıldırım'ın tahliye edildiğini duyunca terk ediyor salonu!
Manidar; üzerinde düşünün bence.
***
Gencecik bir avukat 'Sayın Başkan, biz yazılı savunmamızı verdik ama son sözümüzü söylemedik. Böyle hükme giderseniz Yargıtay bozar. Yapmayın. En azından bir dakika söz verin' dese de nafile…
'Yargılama bitti' dedi Heyet Başkanı…
Bir sürü sanık 'son sözü'nü söylemeden…
***
PKK'lı teröristin tanık olduğu davada yargılanan Genelkurmay Başkanı'na müebbet; 'Osmanım'a tahliye Mehmedim'e müebbet' aslında…
Cumhuriyet gazetesine bomba atanlara tahliye, Cumhuriyet'te yazı yazanlara da cezaların en ağırı kesiliyor 'bu celsede'!
Ta 2001'de Fehmi Koru'nun Taha Kıvanç adıyla yayınladığı 'Ergenekon raporu'nda terörün kaynağı 'Atatürk ilkeleri doğrultusunda biçimlendirilmiş TSK' olarak tarif ediliyordu.
Karar sizin:
İddia olunan 'Sürekli iç çatışma, kaos, komşu ülkelerle düşmanlık, iç etnik çatışma, naylon terör örgütleri oluşturma, devlet otoritesini içte ve dışta zafiyete uğratma' suçlarının gerçek faili kim?
'Yasama, yürütme organlarını devirip kendi ideolojik amaçları doğrultusunda devlet yönetimini ele geçirenler' kim?
Hüküm Türk Milleti'nin…