Oscarlık performans!

Başkanlık Divanı’nda soğan doğrayan birileri yahut Meclis kuaföründe göz yaşartıcı sprey yoksa, beş ay önce faşist dediği Mustafa’ya gözyaşı döken Erdoğan en iyi erkek oyuncu ödülünü hak etti demektir.


Tonlaması elini nereye koyacağı, hangi satırdan sonra hangi “prompter”a döneceği, hangi kameraya bakacağı gayet iyi kurgulanmıştı... Tam Mustafa’nın annesinden helallik istediği satırın sonunda sesinde detoneler başladı... Yutkundu... Ağzınızı açtığınız anda gözyaşlarına boğulacağınızı kestirdiğinizde tercih ettiğiniz susma modu vardır ya, hemen o hale büründü... Başını öne eğdi... Salon alkıştan yıkılıyordu... O anda bile profesyonelliğinden birşey kaybetmedi, çaktırmadan tekste baktı; hangi perdeye geçtiklerini kontrol etti... Dirayetli biçimde, iki elini kürsünün iki yanına koydu... Gerçek hayatta, herhangi birimiz bu tür bir duygu patlaması yaşıyor olsaydık ve niyetimiz gerçekten kendimizi tutmak olsaydı, o ‘es’lerde bu kontrolü sağlayabilirdik... Ama “sahne dünyası”nda işler farklı tabii, o öyle yapmadı; az sonra tekrarlayacağı cümlelere göz gezdirdi, içinden birkaç defa tekrarladı... Karşısında, iki ellerini iki yana açmış tempo tutmak için bekleyen seyircisiyle göz göze geldi... Son bir kez derin nefes alıp, içine çektiği havayı düdüklü balondan dışarı salar gibi “fııyyykkk” diye bir sesle okudu mektubun veda satırlarını...

Bir sağdan bir soldan oy!
12 Eylül’den sonra “bir soldan, bir sağdan” infaz dengesini(!) sağlamak için solcu genç Necdet Adalı ile ülkücü genç Mustafa Pehlivanoğlu’nu aynı saatlerde, aynı hukuktanımaz tutumla darağacına sürükleyen zihniyetin, yeni bir 12 Eylül’ün arifesinde, “bir soldan, bir sağdan ’evet’ oyu kapmak için”, solcu Necdet ile ülkücü Mustafa’nın kemiklerini aynı dakikalarda sızım sızım sızlatarak geri döndüğüne şahit olduk dün!
Böylece AKP’nin referandumda sandıktan “Evet” çıkartmak için hiçbir vicdani sınırı da tanımadan, her yolu mübah sayacağını anlamış olduk!
Haliyle sormak lazım:
Kimmiş terörden nemalanan?
Kimmiş kandan ve gözyaşlarından
beslenen?
Öte yandan yiğidi öldür hakkını ver, çok iyi oynadı rolünü Erdoğan! AKP Genel Merkezi’ndekilerin yerinde olsam, hemen bir kopyasını alır ve Oscar ödüllerini dağıtan “Academy of Motion Picture Arts and Sciences”a yollarım. “En İyi Yabancı Film Ödülü” nü cepte sayabilirler. Kaldı ki ben daha büyük düşünmelerinden yanayım. “Senaryo”nun Hollywood işi olduğunu kanıtlayabilirlerse, Tayyip Erdoğan’ın en iyi erkek oyuncu ödülünü alması işten bile değil bence! Özellikle ağlama sahnelerinde artistik yetenekleri o derece güçlü ki, Yardımcı Kadın Oyuncu ödülü için de Erdoğan ailesinin aday çıkarabileceğine inanıyorum.
Abarttığımı mı düşünüyorsunuz?
Batı hayranlığı gözünüzü kör etmiş sizin...
Yahu hangisi; Anthony Hopkins mi, Adrien Brody mi, Jeff Bridges mı, Morgan Freeman mı, hangisi sadece 5 ay önce “Siz faşizmi çok iyi bilirsiniz” diye kükrerken otomatikman “katil” olarak yaftaladığı gençlerden biri için bugün bir anda vicdan kesilip gözyaşlarına boğulabilir? Kim bu kadar kısa sürede, böylesine içine girer rolünü?
Hem de tekrarsız; tek planda!
Dün 70 milyonun önünde cereyan eden bu sahneler de gösterdi ki ne Bush, ne Obama, illa da bir ABD başkanına öykünecekseniz, bu isim film setlerinde fırtınalar estiren Ronald Reagan olmalı Sayın Erdoğan!
Fevri davranıp Hukuk Büronuza “Rol yaptığımı söyleyenlerle hukuk önünde hesaplaşalım” talimatını vermeden önce bence sonuna kadar okuyun bu yazıyı. Kimbilir belki de sizi kurtaracak tek şey “rol yaptığınızı” kabul etmektir..
Başka türlü, hem bir Başbakan olarak bu ülkenin onlarca gencinin haksız yere idam edildiğini, binlerce gencinin, siyasetçisinin suçsuz yere işkencehanelerde ezildiğini söyleyip, hem de bu suçların faillerini neden yargılamayı değil de köşklerde ağırlamayı tercih edişinizi izah edemezsiniz...
Halkın karşısına, sanki muhalefet lideriymişsiniz, sanki yetki sizin elinizde değilmiş gibi “Gencecik ölümlerle hesaplaşacağız, 17 yaşındaki çocukları yağlı urgana götürenlerle hesaplaşacağız” vaadleriyle çıkmanızı izah edemezsiniz...
Siz Necdet dedikçe... Mustafa dedikçe... Yakınları çıkıp da “elini kolunu bağlayan mı vardı, cezaevlerini yapılmamış darbelerin şüphelileriyle dolduracağına, çocuklarımızı suçsuz yere asanları yargılasaydın ya” demez mi sanıyorsunuz?
“Muvazzaf subayları, ordu komutanlarını, 80 yaşındaki yazarları evlerinden pijama terlik alan kadrolarınız, bir sayfiye yerinden tuvalinin başındaki darbe suçlusunu mu alamıyor” diye kimse sorgulamaz mı sanıyorsunuz?
Sonra siz “MHP’li kardeşlerinize, CHP’ye gönül vermiş kardeşlerinize” duygu sömürüsü yapacaksınız diye darağacında can veren o gençlerin adlarını saydıkça, biri de çıkıp;
Peki o gün Abdullah’lar neredeydi, Bülentler neredeydi, Recep’ler Tayyip’ler neredeydi diye sormaz mı sanıyorsunuz?
Merak ediyorum; ne cevap vereceksiniz!

+++

Cindoruk ucuz kurtulmuş
Mehmet Tezkan, Tayyip Erdoğan’ın DP’yi ziyaret etmemesinin perde arkasında, Hüsamettin Cindoruk’un Emine Erdoğan hakkındaki sözlerinin olduğunu yazdı.
Cindoruk, DP Kongresindeki konuşmasında, Emine Erdoğan’ın 200 iş kadınıyla birlikte, “AB Sürecinde Türk Kadınının Rolü”nü anlatmak üzere çıktığı Brüksel’e gezisini eleştirmiş, “Türk kadınını temsil edecek bir tarafı mı var? Başmüzakereci mi oluyor?” demişti.
Tezkan’ın “kulis haberi”ne göre bu sözlere çok “içerlemiş” Erdoğanlar...
Bana sorarsanız Cindoruk “Bize niye gelmedin” diye durumdan şikayet edeceğine, bu işten “ziyaretten men”le yırttığına, yatsın kalksın dua etsin.
Allah’tan “içerlemekle” kalmış Erdoğan ailesi...
Ya bu sözler “delirtseydi” Eminanım’ı?..
Ya “sınırlarını zorlasaydı”...
Ya Cindoruk’u izlerken “Allahım biri bu adamı sustursun” deseydi hanımefendi!
Malum bu feveranların yansımasının, Başbakan’ın “sebep olanı susturması” biçiminde olduğunu bizzat Eminanım’ın ağzından duyduk.
Mazallah; Şimdi Silivri’de olmak da vardı Hüsamettin Bey!

+++

Tükürmeye bile değmezler
“Yumruk” yazımı hatırlarsınız...
Ne kadar iktidar yalakası, liboş, dönek, tetikçi varsa, saldırıya geçti. 22 gün sürdü... “Irkçı” dediler, “faşist” dediler, “katil” dediler. “Yılmaz Özdil’i niye öldürmüyorlar” diye soran bile oldu... Uzatmayayım, hukukun baskı altına alınması için ellerinden geleni yaptılar... Hatta, bana en az 10 sene hapis cezası vermeyecek savcının “Ergenekoncu” olacağını yazan bile oldu.
Geçen hafta Bodrum’da “şezlong açılımı” yaparken, telefonum çaldı... Adana’daki suç duyurusu, İstanbul Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiş, savcı incelemiş, “yazıda suç unsuru yok, dolayısıyla kovuşturmaya da gerek yok” kararı vermiş.
AK’landık yani!
Yukarıda örneklerini verdiğim lavukları bi kenara bırakıyorum... Tükürmeye bile değmez. Ancak... Savcılar henüz kararını vermeden, yani, herkesin adaletin vereceği kararı beklemesi gereken günlerde... Gazetem Hürriyet’in okur temsilcisi olan arkadaş, oturdu, “benim yazımın basın ahlakına uymadığını” yazdı... Gazetecilik ahlakından bahseden kişinin, gazeteciliğin temel kuralına, yani, tarafların görüşlerine başvurması gerekirdi. Beni hiç aramadı. Benimle konuşmadan yazdı. Ve, yazdığının hukuken yanlış olduğu ortaya çıktı... Özür beklemiyorum. Bu ayıpla yaşasın.
Ayrıca... Savcılar henüz kararını vermeden... Basın Konseyi hakkımda işlem başlattı. Savunmamı istedi iyi mi... Basın Konseyi üyesi değilim. Gazeteciler Cemiyeti üyesi değilim. Basın kartı bile kullanmam. Savunmamı isteyecekse, savcı ister, başkasının haddine değil... Bu nedenle savunma mavunma vermedim. Kendi kendilerine gelin güvey olup, lütfettiler, “kınanmama gerek olmadığına” karar verdiler. Kınamazsanız hatırım kalır! Ama, şunu sormadan edemiyorum haliyle... Benim hakkımda işlem başlatan Basın Konseyi, suç olmasına rağmen “ırkçı, faşist, katil” diye iftira atanlar hakkında niye işlem başlatmadı? “Yılmaz Özdil’i niye öldürmüyorlar” diye soranı niye kınamadı?
Ve, Basın Konseyi’nin yaptığının da hukuken yanlış olduğu ortaya çıktı. Özür beklemiyorum. Müebbete mahkûm ediyorum... Bundan sonra, bununla yaşayın.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

Vahşi cazibe
Değil Habertürk’te nerede yazarsa yazsın “Taraf kadını” olmak içine işlemiş bir kere Amberin Zaman’ın.. Dün “Kadın sünneti ve PKK’nın cazibesi” başlıklı yazısında, “cinsel haz alma yetenekleri keskin bir alet ve uyduruk dini gerekçeler marifetiyle yok edilen” Kürt kızlarıyla ilgili bir takım Barzani istatistikleri verdikten sonra bu durumun “kadınları özgürleştireceğini iddia eden PKK”yı cazip hale getirdiğini yazıyor. Çok sık görüşüyor olmalı ki “Evde köle muamelesi gören bu kadınlar, dağda özgürleştiklerini, bir kimlik kazandıklarını iddia ediyorlar. Ellerine silah tutuşturulup erkeklerle aynı koşullarda yaşayan bu kadınlarla sohbet sırasında erkekleri ne kadar da zavallı bulduklarını duyarsınız çoğu kez.” diyor. Öcalan’ın “önde gelen kadın hakları savunucusu” sayıldığını anlatıyor. Kadınların Öcalan’ın hareminde nasıl özgürleştirildiklerindense bahsetmemiş hiç. Oysa Kandil’e gidip gidip kadınların çiçek motifli yün çoraplarından, türkülerinden, silah tutan ellerin gitara dokunuşlarından, gelincik tarlalarından filan bahsedeceklerine, PKK kamplarına “sığınan!” kadınların Öcalan’ın yatağında nasıl özgürleştirildiğini, nasıl kocalarının yanlarından alınıp PKK elebaşlarının “malı” haline getirildiklerini, nasıl intihara zorlandıklarını, kurşuna dizildiklerini, Bekaa’daki “seks kölesi yargılamalarını” yazsalardı, şimdi “terörist propagandası değil durum tespiti yapıyoruz” diyerek kendilerini işin içinden sıyırmaya çalıştıkları tablo çok başka olurdu. Tabii, Amberin Zaman, sado-mazohist eğilimleri, ensest ilişkiyi, kadınları fahişe olarak görmeyi meşru sayan, cinayetin çekiciliğine kapılan, yani özünde, cinsel anlamda PKK inlerindeki “değer yargıları”yla özdeş sayılabilecek bir ahlak algısına sahip görünen Ahmet Altan’ın yanında edindiği tecrübeden sonra bunu ister miydi, ister mi, işte ondan emin olabilmek zor, gerçekten zor.


Böylesi askeri
dönemde olmazdı
MHP üst üste gelen şehit haberlerinden sonra Aydın İlçe Binası’na bir pankart asıyor. Pankartta diyor ki “Sen açıldıkça analarımız ağlıyor.” Bu pankart uzunca bir süre ilçe binasında asılı durmuş. Ne zaman ki Erdoğan bir konuşmasında bu pankarta gönderme yapmış, bunu emir telakki eden Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş, coşmuş ve pankartın indirilmesi talimatı vermiş. Bunu yerine getirmek için de 500 polisle parti binasını kuşatmış ve gece yarısı itfaiyenin desteği ile pankartı indirtmiş. Doğal olarak MHP’nin tepkisi sert oldu. Dün Aydın MHP milletvekili Ali Uzunırmak, olayı protesto etmek için bir basın toplantısı düzenledi. İlginç olan tam 600 polisin basın toplantısının yapıldığı binanın etrafında güvenlik önlemi alması. Basın toplantısı bu kadar “korkutucu”mu bulundu, yoksa Aydın Valisi “korkutmaya mı çok meraklı” anlamakta zorluk çektim açıkçası.
* Can Ataklı / Vatan

+++

Gidişleri de gelişleri kadar skandal
PKK’lılar sınır kapılarından pasaportla mı geçecekler, yoksa sınırı yasa dışı yollardan mı geçecekler? Yasa dışı bir “çıkış” yapacaklarsa, nasıl oluyor da bunu dünyaya ilan edebiliyorlar? Sınır kapısından geçeceklerse, Türkiye’de bulundukları süre içinde bu kişilerden kaçı Türkiye Cumhuriyeti’nden pasaport aldı? Yoksa ceplerinde başka bir ülkenin pasaportunu mu taşıyorlar? Eğer öyleyse bunca tantana, başka bir ülkenin vatandaşı olan bu adamlar için mi kopartıldı?
Diyorlar ki, “Biz Demokratik Açılım için geldik ve bize tutuklanmayacağımıza dair söz verildi...” Bu iddianın hiç mi önemi yok? O sözü bu PKK’lılara kim, hangi yetkiyle verdi?
Bu soruları soran yok... Çünkü kimse, Türkiye’nin, “Ali Baba’nın çiftliği” olmadığını, bu ülkeye girip çıkmanın tüm çağdaş devletlerdeki gibi kuralları olduğunu düşünmüyor!
Bu yazıyı okuduğunuz saatlerde PKK’lıların “dönüşü” gerçekleştiyse bu, en az gelişleri kadar büyük bir skandalın daha gerçekleştiği anlamına gelir... Yukarıdaki soruların hepsini, “açılımın koordinatörü” de olan İçişleri Bakanı’na soruyorum: yanıt verebilecek mi? l Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Yüksek burjuvazi muhabiri
Dünkü köşesinde Taha Akyol’un, Ahmet Davutoğlu’nun kızının ’birinci sınıf muhafazakar burjuvazi düğünü’ndeki şık ve zarif hanımlar ve bakımlı erkekler hakkındaki gözlemlerini okuduk.
Numan Kurtulmuş’tan Abdullah Gül’e hemen herkes bir şekilde önünden geçmek durumunda kaldığına göre, bir ara Akyol’un masası acaba kolonya, peçete vs. ikramlarının yapıldığı kapı önü pozisyonunda mıydı diye meraklanmadım da değil ya, neyse...
Düğünde Diyanet İşleri Başkanı’nın yanına gidip saygılarını sunduğunu, Numan Kurtulmuş’u da “şahsiyetli duruşundan dolayı!” kutladığını öğrendiğimiz Akyol, eksen kaymasından korkanlara da bir müjde veriyor: Meymune gelin akademik kariyer için İran’a değil Amerika’ya gidiyor!
Bu yazıdan sonra Akyol’un siyaset sayfalarında harcandığını düşündüm. Temennim Milliyet Cadde ekibinin Milliyet sayfalarında saklı kalmış bu yeteneği keşfedip, tez zamanda diğer sosyete düğünlerinde de değerlendirmesidir...

+++

Gel de şimdi “Hadi oradan, hadi oradan” deme bakalım Taraf’a... Darbecileri de yargılarlarmış! Nasıl? Darbecilerin yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddeyi değiştiririz palavrasıyla mı?
Yok yok; siz bu milleti hakikaten aptal sanıyor olmalısınız...
Kaç gündür hukukçuların bas bas uyandırma servisi yaptığından da mı haberiniz yok? Ömür boyu geçerliliği bulunan bir maddeyi kaldırıp hangi darbeciyi yargılayacaksınız söyler misiniz?

+++

MİNİ YORUM
Hay ben böyle yandaşlığın...

Yargıyı protesto filan hikaye; Şamil Tayyar’ın köşe yazmayı bıraktığını açıklaması tam da başlıktaki anlama geliyor gibi geldi bana.
Koskoca “patronu başbakana kara sevdalı yandaş gazetenin Ankara temsilcisi” hükümete ulaşamasın; olacak iş mi? Haklı adam, belli ki doymamış, doyamamış sevmelere AKP’yi, şimdi de “ne inkar, ne itiraf, bu yalnızca sitem” diyor!

Yazarın Diğer Yazıları